Karar Vermenin Dayanılmaz Ağırlığı

Kalbimin sesi, midemin gurultusu, duygularımın gümbürtüsü, kafamın içindekiler, sağduyum ve ben… İşte, hepsi bu kadar! Karar verdim gitti, bitti. İnanılmaz değil mi?

Kalbinin sesini dinle.
Göğüs kafesini daraltan sıkıntıyı at.
Midenin gurultusuna kulak ver.

Her hangi bir şey, taş gibi midene oturduğunda, sana ne oluyor düşün.
Duyguların gümbürdediğinde korkma.
Kafanın içindekileri hizaya sok, orası en karman çorman yer. Ayaklı kütüphanen. Tüm sermayen. Kaç para ederim diye düşünme, çünkü kütüphanendeki bilgiler kadar ediyorsun.

Sağduyunu, yıllar önce gördüğün bir bankanın reklam filminden kopar ve ona iyi bak.
Ve sen…

İŞTE BÖYLE KARAR VERİYORUZ

Yukarıda sıraladıklarım ne deli saçması şeyler, ne de birbirinin peşi sıra koyduğum rast gele kelime ve cümleler. Aslına bakarsanız bir denklem bile denebilir buna.

Araştırmalar karar alma sürecimizi etkileyen unsurları ortaya çıkarmış. Artık utanacak sıkılacak hiçbir şeyimiz kalmadı. İnsanoğlu karar alırken, duygularını dinliyor. Bu kadar basit işte. Anlayacağınız, çoğumuz, çoğunun küçük gördüğü hislerimizle hareket ediyoruz.

Benim kafamı bir süredir kurcalayan konu ise, yakın geçmişte yaşadığımız ve süre giden birbirinden önemli olaylar. Bu olaylarda karar alması gereken insanlar ya da takımlar.
İlk aklıma gelen uluslar arası arena oldu tabii. Yaşadıklarımızdan olsa gerek. İş dünyasında da durum aynı sayılır. İş dünyasında belki alınan kararlar milyonlarca insanı bir anda ve dramatik bir şekilde etkilemiyor, ama birileri orada da mutlaka ağlıyor, sızlıyor ya da seviniyor.

Şu içinde bulunduğumuz kriz sarmalını düşünsenize.
Örneğin bir fabrikada üretime ara verildiğinde ya da üretim durdurulduğunda; çalışanlara ücretlerinden yüzde 30 kesinti yapılacağı bildirildiğinde; işten çıkarmalar için düğmeye basıldığında, bir genel müdür, bir yönetici ne düşünür, nasıl karar verir böyle zamanlarda?
Biz, nedense işin yalnızca bir tarafını düşünürüz. Kararla ilgileniriz. Karar anı ve sonrasını izleriz. Neler olup bittiğini gözleriz. Ama kararın öncesini aklımıza getirmeyiz.

NASIL KARAR VERİYORLAR?
Ben, ABD Başkanı George W. Bush’un, dünyanın öbür tarafında binlerce, hatta milyonlarca insanın hayatını etkileyecek kadar önemli kararları nasıl aldığını merak ediyorum. Başkanın Usame Bin Laden için, “”Bana onun kellesini getirin”” talimatını verirken zorlandığını sanmıyorum. “”Usame Bin Laden’e ölüm!”” anlamına gelen kelimeler dudaklarından dökülürken, her halde, kalbim… midem… aklım ve ben diye düşünmemiştir. Alkole tövbe ettikten sonra kucağına düştüğü cola’sından bir yudum alıp, (Dikkat ederseniz, kurmaylarıyla yaptığı tüm önemli ve spor giysili toplantıda elinde cola var) da bir şeyler buyurmadan önce kendi bedenindeki mekanizma nasıl işliyordur acaba.

Ya diğer kararlar, başkalarının kararları.
Örneğin, Amerikan Merkez Bankası Başkanının iki dudağı arasındaki birkaç sözcük, uluslararası piyasaları yerinden hoplatmaya yetiyor.

Milletvekillerinin özlük haklarıyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer halk oylamasına gidilmesi kararını verirken neler düşündü acaba. Neler yaptı dersiniz.
Hazır sıra Ankara’ya gelmişken “”Ve diğerleri…”” diye geçirmek üzereyken, dudaklarımdan şu üç kelimecik dökülüyor: “”Ne desem yalan.””

Bazılarınız onların hiç düşünmediğini düşünüyorsunuz biliyorum. Ya da kararlarını alırken, kalbimin sesi, midemin ağrısı yerine, cebimdeki paralar, bankadaki hesabım, İsviçre’deki dolarlarım diye karar verdiklerini tahmin ediyoruz.

Herkesin günahı boynuna…

HİSSEDEREK KARAR VERİYORUM
Yapılan araştırmalar, iş dünyasında tepe yöneticilerin, kararlarını alırken, mutlaka hislerine başvurduklarını gösteriyor. Alden M. Hayashi, Harvard Business Review editörlerinden biri. Üşenmemiş pek çok yöneticiye nasıl karar aldıklarını sormuş, bir tanesi bile dönüp de, “”Ben kararımı önüme konan sayfalar dolusu rapor ve incelemelere bakarak alırım”” dememiş.

Anlayacağınız, gelir gider tabloları, bütçeler de hikaye. Hepsi söz birliği etmiş gibi, her gün aldıkları önemli kararları ve hatta gün içinde birden fazla atmak zorunda kaldıkları önemli adımlarda ne düşündüklerini aynen şöyle açıklamışlar: “”Hani bilirsin ya… Ama tam olarak ne bildiğini de bilmezsin ya… Ama bilirsin işte… İşte öyle bir şey.””

Bazıları, karar verirken, “” profesyonelce”” düşündüğünü söylemiş. Ne demekse…
Bazıları eğriyle doğruyu, doğruyla yanlışı ayırt edebildiğini, çünkü bunu “”hissettiğini”” söylemiş.
Hepsi de son derece sıradan değil mi? Hayal ettiğiniz gibi değil. Filmlerdekine de benzemiyor. Hani o terler dökülen, bir aşağı bir yukarı yürünen, fonda dramatik bir müziğin olduğu anlara benzemiyor söyledikleri.

Ben hala ABD Başkanı’nın dünyanın öbür ucunda da olsa milyonlarca insanın hayatını etkileyen herhangi bir kararı nasıl verdiğini merak ediyorum. Kararlarının ne kadarında duyguları egemen oluyor acaba…

Tabii, kararlarını tek başına almadığını, bir ekip çalışması yapıldığını biliyoruz hepimiz. Ama o, unutmayın ki, Başkan. Aynı şekilde, Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in, yıllar önce Kuveyt macerasına atılma kararını nasıl verdiğini düşündüğümde de ne kadar duygusal, ne kadar mantık vardı düşüncelerinde merak ediyorum…

Kemal Derviş’i getirin aklınıza. ABD’deki kariyerine nokta koymasını gerektiren ve onu Türkiye’ye getiren kararı nasıl aldığını merak etmiyor musunuz? Kalbi sıkışmış mıdır? Midesi kasılmış mıdır?
Yoksa bu duyguları sizce o gün değil, bugün mü yaşamaktadır. Bakın haklı olabilirsiniz.

DODGE VIPER
Alınan kararlar her ne olursa olsunlar, birileri için çok ama çok önemli. Kararsızlığın dünyanın en kötü şeyi olduğunu bile söyleyecek kadar ileri gidebilirim. İnsanın doğru ya da yanlış bir karar almış olmasını çok önemserim.

Çocuk okula giderken kalın mı giyinsin yoksa ince mi… Acaba bugün okula giderken etek giymesine izin versem mi vermesem mi…

Bunlar da çok önemli kararlar ve üstelik her sabah verilmesi gerekiyor. En azından çocuğunuz için çok önemli. Gün boyu kendisini iyi ya da kötü hissedecek. Birileri onu beğenecek ya da beğenmeyecek. “”Bugün çok güzelsin”” dediklerinde bütün gün onun için güzel geçecek…

Önemli kararlara bir başka örnek; Chrysler firması. Firma, 1990′ların başında performansının düşmesiyle, neredeyse tepe taklak giderken, dönemin Yönetim Kurulu Başkanı Bob Lutz, biraz hava almak, biraz da kafasını dağıtmak için bir gün şehir dışında araba gezintisine çıkar. Bir yandan araba kullanıp stres atarken, diğer yanda rüzgar yüzünü yalayıp ona soğuk duş etkisi yaparken, şirketi kurtarabilecek dahice bir fikir geliştirir. Derhal yeni bir ürün piyasaya sürmeleri gerektiğine karar verir. Şirket bilançoları onun bu kararını onaylayacak gibi durmasa da harekete geçilir. “”Öyle bir ürün olmalı ki, araba caddelerde salına salına giderken, görenler kafalarını çevirip bir kere daha bakma ihtiyacı duymalılar”” der Lutz .

Bu araba daha sonraki yıllarda Dodge Viper olarak anıldı.
Bu kadar basit mi diye düşünmeyin. Yersiz çünkü… Hayır onun anlattığı, benim burada aktardığım kadar basit değil tabii ki. Lutz, kim bilir ne kadar zamandır bunu düşünüyordu. Kim bilir ne kadar zamandır bunu planlıyordu. Doğru, bir anda karar verdi.

Genellikle hiçbirimiz, “”ne düşünüyoruz”” diye planlı bir şekilde düşünmeyiz. Ama beynimiz sanki bedenimizden tamamen ayrıymış gibi hareket eder. Gece gündüz düşünür o. Bazen onun ne düşündüğünü yakalar ve somutlaştırırız. İşte böyle anlarda bilinçaltı ile bilinç üstü bir araya geliyormuş.

Beynimiz, günün her saatinde… uykuda bile, bilgi prosesi yapıyormuş. Bildiğinizi bilmediğiniz bir şeyi duyduğunuzda, öğrendiğiniz için hayretler içinde kaldığınızı anımsamanızı tavsiye ediyor uzmanlar. O zaman anlık kararların bile arkasında ciddi bir düşünce mekanizmasının yattığını anlayabilirmişiz.
McGill üniversitesi profesörlerinden Henry Mintzberg’e göre, çok bariz bir şey karşısında ağzımızdan fırlayan “”hah işte”” kelimelerinin ifade ettiği duyguyu, bilinçaltımızın çoktan beridir bildiği bir şeyi, bilinç düzeyinde fark etmekle oluşturuyormuşuz.

SOL VE SAĞ BEYİN FARKI
Sol beynimiz mantık, bilinç; sağ beynimiz ise duygularımız, hislerimiz, bilinçaltı…
Pek çok yönetici sağ beyinini kullanmasını öğrenmeye çabalıyor. Bazıları kendilerince taktikler geliştirmişler. Örneğin, gün içinde bilinçli hayal kurmak, spor yapmak, müzik dinlemek ve bütün bunların arasında da düşünmek. Aslında iyi bir fırsat.

Duş alırken, ütü yaparken, araba kullanırken…
Geçtiğimiz hafta Peryön (Personel Yöneticileri Derneği) genel kurulu yapıldı. İki günlük toplantıya beyin ve işlevleri konusunda sunumlarıyla ünlü Tony Buzan da katıldı. Buzan toplantı salonunu dolduran İnsan Kaynakları yöneticileri üzerinde de birkaç alıştırma yaptı.

İnsan Kaynakları yöneticilerinin tamamına yakını negatif düşünceler içinde çıktı. Olaylara negatif yaklaşıyorlar anlayacağınız. Ardından beyin ve fonksiyonlarını sordu Buzan. Neredeyse tüm insan kaynakları yöneticileri sağ ve sol beyinden oluşan, beyin haritasını biliyor; sağ ve sol beynin fonksiyonlarının da farkında. Ama bu bilgiler hiçbir işlerine yaramamış çünkü bu bilgiyi kullanmaya teşebbüs dahi etmediklerini itiraf ettiler.

Hayatlarında hiçbir değişiklik olmamış.

YAŞ BÜYÜDÜKÇE HİSLER KUVVETLENİYOR
Aslında genel kanı şu, insanlar, pozisyonları yükseldikçe, hislerine daha fazla güveniyorlar. Ve deneyim kazandıkça hislerinin kendilerini daha az yanılttığını bildikleri için kalplerinin sesini dinlemekten korkmuyorlar.

İşte bu çok önemli bir nokta. Hisleri siyah beyaz kategoriler içine hapsetmeyelim lütfen. Hislerimiz aslında öğrendiklerimiz ve tecrübelerimizin süzülmüş hali. Bun nedenle, yaş ilerledikçe daha sağduyulu hisler geliştirebiliyoruz.

Birbirinden farklı, hatta zıt fikirleri savunuyormuşum gibi duracak olsa da şu soruyu sormak da fayda var:
Peki duygular, her zaman doğruyu söyler mi?
Sakın böyle bir fikre kapılmayın. Pek çokları için duygularla hareket etmek, ciddi başarısızlık nedeni. Duyguların zaman zaman insana gereksiz bir güven aşıladığı ve sonunda yanılgıya ittiği gözlenmiş.
Şirket bazında düşünüldüğünde, duygular ışığında hareket etmenin hoş görülebileceği alanlarla, duyguların yanından bile geçmenin zararlı olabileceği düşünülen durumlar belirlenmiş. Duygular bazı operasyonlar için zenginlik, bazıları için ise bırakın tehlike anlamına geliyor. Örneğin, Kurumsal Strateji, Pazarlama, Halkla İlişkiler, İnsan Kaynakları, Araştırma ve Geliştirme gibi bölümlerde biraz insani yaklaşım, duygu ve düşüncelerin olması faydalı gözüküyor. Ama üretim hattında ya da operasyonda hislerinizle hareket ettiğinizde gümleme olasılığınız birden katlanarak artıyor.

American Management Association (AMA)’ın bin dört yüz yönetici ve çalışan üzerinde yaptığı ilginç bir araştırma elime geçti. Küçük bir bilgi notu olarak sizlerle paylaşmak istedim. Araştırma, çalışmaya katılanların yarıdan fazlasının; şirketlerinin ihtiyaç duyulan beyin gücünün yarısından bile azıyla yetindiğini iddia ediyor. Daha da kötüsü, çalışanların yüzde 57′si yöneticilerin de yüzde 49′u, üst yönetimin, aldığı kararları anlamadıklarını söylüyor. Çalışanların yüzde 39′u, yöneticilerin de yüzde 29′u karar alırken sorumluluklarının ne olduğunu tam olarak bilmediğini itiraf ediyor.

KARAR VERMEK KOLAY DEĞİL
Görünen o ki, karar almak aslında zaman içinde öğrenilen bir süreç. Yalnızca öğrendiklerimiz de yetmiyor, duygularımızda yarattığı etkiler düşüncelerimize yansıyor. Yani eğitimimiz, duygularımız, değişimlerimiz, biz bir bütünüz.

Karar almak uğruna yakıp yıkmanın modası geçti. Sonunda “”duygular da önemli”” noktasına geldik. Aslına bakarsanız böyle değil diye kandırıyorduk kendimizi. Sağduyu gibi kelimeleri küçümsüyorduk.
Ne yalnızca duygu ne yalnızca mantık…

Duygularını mantığıyla birleştirmesini başarabilen yöneticiler, kendilerini kontrol edebilecek mekanizmalar geliştiriyormuş. Sanırım bunun bir formülü yok. Ama tavsiye edilen birkaç soru var.
Örneğin, Ben bu işi neden yapıyorum diye sormak. Ya da; bu yaptığım şirket için faydalı mı? Bu birleşmeyi haklı gerekçeler üzerine kurabilecek miyiz? Bütün bunlar kimin ne işine yarayacak?
Evet soruları okudunuz. Sizin, benim, herkesin aklına gelebilecek sıradan sorular. Püf noktası ise, soru sorabilmek. Kararlarımızdan önce kendimize, cevap hakkı tanımak.

Aldığımız kararların içine hapsediyoruz kendimizi bazen. Geri dönüşü olmayan bir yol gibi. Ya da aldığımız kararlara aşık olmak gibi garip bir ruh hali içine girebiliyoruz. O kadar seviyoruz ki kararlarımızı gözümüz kör olabiliyor.

Oysa böyle basit soruları sorsak kendi kendimize…
Acaba kaç tane kararda, siyasiler dönüp yukarıdaki sorulardan bir tanesini kendilerine sormuşlardır. Acaba kaç tane yönetici ya da patron bir karar alırken kendi kendisine, “”Ne yapıyorum ben”” “”Kimin için yapıyorum”” sorularını sorarak eziyet etmiştir.
“”Hislerim beni yanıltmaz”” demek kolay.

Kararlarını seven siyasileri gözümün önüne getireyim dedim de hiç zorlanmadım doğrusu. Hatırlasanıza, boykot etmek adına Fransa’dan ilaç almama kararı bile verdik bir dönem… Bazılarımızın, “”Ben özelleştirmeyeceğim”” diye tutturduğu dönemlerden de geçtik.

Lütfen kararlarınızı biraz daha az sevmeyi deneyin. Kendinizi aldığınız kararlara mahkum etmeyin. Karar almadan önce, başkalarını sevebileceğinizi de unutmayın.

 

Paylaş