Kalkışa hazır mısın?

Kalkışa hazır mısın? 4, 3, 2, 1! GÜMMMMM! Bu çıkışı yapacak kimse yoksa mı ortada? Yok kardeşim ben beklemiyorum. Gelen varsa, haydi gidelim.

İşte size, üstünde buhar tüten taze bir haber:
İşsizler ordusu 2 milyona dayandı. Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE)’nin bu yılın üçüncü çeyreğine ilişkin araştırmasına göre, gelmiş geçmiş en yüksek işsizliği yaşıyoruz.

Mutluyuz, gururluyuz!
İşsizlik oranı yüzde 8. Geçen yıl bu zamanlar yüzde 5.6′ydı. Bizim de göstergelerimiz yukarı doğru çıkabiliyor. İstersek her şeyi yapabiliyoruz.

DİE rakamlarına göre, işsizler ordusuna son bir yılda 612 bin kişi eklendi. Bir milyon 351 bin kişi ise eksik istihdamda.

Nesi eksik bu adamların bir türlü kafam basmıyor!
Fırından yeni çıktı bunlar vatandaş, koş:
Eğitimli genç işsizlerin oranı yüzde 28.7. Bu oran özellikle kentlerde yüzde 32.3′e kadar çıkıyor.

Yaşasın!!!!!!
El yakıyor bunlar abi el:
Toplam işsizlerin yüzde 23.2′si yani 443 binini işten çıkarılanlar oluşturuyor. İşsizlerin yüzde 26.7′sini yani 510 binini ilk kez iş arayanlar oluşturuyor.

Kadın da yanıyor erkek de:
İşsizlik oranı erkeklerde yüzde 8.5, kadınlarda yüzde 6.9. Üçüncü çeyrekte 1 milyon 436 bin erkek ve 471 bin kadın işsiz

Kapkaççılar kabusumuz oldu, neden acaba:
İşsizlerin 1 milyon 478 bini kentlerde, 429 bini kırsal kesimde. Kentlerde işsizlik oranı yüzde 11.6.
Köy kent projesi diye bir şey vardı galiba. Anımsadınız değil mi. Yoksa ““Köylü milletin efendisidir”“ dedikleri bu mu? Yok, yok o galiba başka bir şey için söylenmişti.
Şimdi de, Türkiye Cumhuriyetinin nüfus yapısını arz ederim efendim:

İşgücüne dahil olmayanlar, 22 milyon 38 bin. Bunların yüzde 51.8′i ev kadını. İş gücünü oluşturanlar 23 milyon 72 bin. Bu iş gücünü oluşturan grubun içindekilerden 21 milyon 875 bin kişi istihdamda, 1 milyon 351 bin kişi eksik istihdamda. Ve 1 milyon 907 bin kişi işsiz.

IRAK’A GİRER MİYİZ SİZCE?
Turizmcilerin elleri yüreklerinde; Irak’a girer miyiz? Acaba diye soruyorlar. Varsa turizmci tanıdığınız, eşiniz, dostunuz, ahbabınız, sohbet etmediyseniz uzun zamandır bir hatır sorun. Bakalım ruh halini nasıl bulacaksınız: “”Sence ne zaman gireriz Irak’a. Yandık, vallahi yandık. Tam işler biraz açılacaktı, yine gittik güme…””

Tekstilciler, sağdan soldan iş kapanlar, ihracata girenler, 11 Eylül’de belini biraz doğrultanlar iyi. Geri kalanlar ağlamaklı. Müslüman ülkelerle iş yapanlar, hele de Pakistan’la… Hıçkırıklar içinde.
KDV oranları yüz güldürdü deniyor… Ama ne kadar? Nereye kadar.
İndirim kandırmacası biraz hareket getirdi… Ama neye yarayacak?
İMF kredi dilimini serbest bıraktı… Ama para nereye gidecek?

Geçen yıl kaloriferli dairelerde oturanlar, bu yıl soba yakmaya başlamışlar.
Elli yaşını dolduran ve emekliliğe hak kazanan çalışanların emekli edileceği açıklandı.
Şimdi Reha Muhtar pozisyonuna geçebilirsiniz. Bunun için önce ayağa kalkmanız gerekiyor. İki kolunuzu hafif yanlara doğru açıp, önce avuçlarınızı sonra kendinizi patlayacakmış gibi sıkın. Yüzünüze kan hücum etsin. Dayanamadığınız noktada birazcık zıplayarak, “”Haydi, yap bana ölüm büyüsü!”” diye haykırın. Nefessiz kalmanın sıkıntısıyla bunu birkaç kez üst üste tekrarlarsanız, iyi geliyor olmalı. Zıplamak motive ediyor galiba, çünkü bu işin piri bir kere yapınca, sonra bir kere daha, bir kere daha ve bir kere daha yapabiliyor. Deneyin bakalım oluyor mu?

“”Haydi haydi, durma öldür beni! Öldür!””

AYIPTIR SÖYLEMESİ…
Benim biraz daha değişik bir fikrim var.
Kimin ne düşündüğü, kimin kime “”öldür beni”” diye bağırdığı, kimin kimi öldürmeye çalıştığı… Umurumda değil.

Ben kalkışa hazırlanıyorum, sizi de davet ediyorum. Olmaz bu düzende… olmaz tam inişteyken kalkış malkış demeyin. Haydi alkışlayın. Beni değil kendinizi ve kalkın gidelim. Unutmayın, memlekette işsizlik rekor düzeyde. Bunu hiçbir büyü bozamıyor. İnsanlar kan ağlıyor, cinler yardım etmiyor. “”Nazar etme ne olur, çalış senin de olur”” demekle olmuyor. Dikkat edin cin çarpmışa dönmeden, haydi gelin kalkalım Allah Aşkınıza. Memleket elden gidiyor.
Yapacak çok iş var. Birincisi de moral bozmamak.

İŞTE SİZE ARAMIZDAN BİRKAÇ ÖRNEK
Onlar moral bozmanın yanından geçmeyenler. Ama merak etmeyin onlar da etten kemikten ve sizin aranızdan. Uydurma değil, kanlı canlı… Unutmadan bir özellikleri daha var. Sağdan soldan, hinden cinden medet ummuyor bu örnekler:

“”…Evet, evde öylece tipik bir tüketici gibi otururken günün birinde bedava yemek yapıp misafir ağırlamak yerine; bir lokanta açıp, sevgi kattığım yemeklerimi başka insanlarla paylaşabilirim dedim. Ve bir lokanta açtım. Şimdi insanlar temiz ev yemekleri yemenin mutluluğu içindeler. Her gün onlara yemek listemi e mail ile gönderirken, yaşama farklı pencerelerden bakabilmelerini sağlamak adına birkaç söz de yazıyorum. Eğer yazı olmazsa mailde, telefon açıp soruyorlar: “”İyi misiniz? Oradasınız değil mi?””diye… Eksikliğimi hissediyorlar. Lokantadan çıkarken ellerinize sağlık demiyorlar mı? Kendimden geçiyorum…””

İşgücüne dahil olmayan 22 milyon 38 bin kişinin yüzde 51.8′i ev kadını. Ev kadınları uyanın ve kalkışa geçin!
10,9,8,7,6,5… GÜMMM!
İşte size çoktan kalkmış bir ev kadını.
Bu da farklı biri;

“”…Benim farkım, ben olmam. Benim farkım kimin ne yapabileceğinin farkında olmamdır. Ve tabii ki benim neler yapabileceğimin de. Üst düzey yönetici filan değilim. Henüz 27 yaşındayım. Ve henüz dediğime bakmayın, akıl yaşta değil baştadır. Son bir ay içinde şirketime daha önce kullanmakta olduğum bir bilgisayar programını önerdim ve şirketteki tüm birimlerin koordinasyonunu sağlayacak bu programı uygulamalı örnekleriyle tanıttım. İnsanların hayal bile edemeyeceği verilere ne kadar çabuk ulaşabileceklerini gösterdim. 27 yaşındaki birinden müthiş fikirler çıkınca kabul edilmek ve önemsenmek konusunda ne tür problemler yaşadığımı tahmin edersiniz herhalde…””

Geçen yıl bu zamanlar eğitimli genç işsizlerin oranı yüzde 21.7′ydi. Bugün yüzde 28.7. Merak etmeyin kimse için kolay olmuyor. İşi olanın da işi zor, işi olmayanın da.
Haydi gençler, kalkışa hazır mısınız?
10,9,8,7,6…. GÜMMM!
Devam ediyor bir diğeri;
“”…Sonracıma… Diplomaların işe yaramadığı böyle bir dönemde, beceriler ne güne duruyor deyip, bir de site oluşturdum bu işi bilenlerle. Adını, “”Beceri Havuzu”” koydum. Yaratıcılık konusunda bir takım yazıları tercüme ederek orada yazıyorum. Meğer insanlar neler becerebiliyorlarmış!””
Haydi, artık nazlanmayın ve kalkın ayağa.
Kalkmak zorundayız! Siz, ben, o, diğerleri, hepimiz.
Haydi, kalkışa hazır mıyız?
10,9,8,7,6… GÜMMM!
“”…En fazla öne çıkan kişisel özelliğim, öğrenmeye fazlasıyla aç olmamdır”” diye söze başlıyor ve şöyle sürdürüyor: “”Ben öğrendiklerimi paylaşırım. Ben olsam, beni, genel müdür yaparım. Çünkü insanları organize edip yönlendirmenin başka bir yolu yok. Siz insanların hayal güçlerinin ne kadar sınırlı, meraklarının ise ne kadar az olduğunu biliyor musunuz? Ben öyle bir ekip istiyorum ki, gırtlaklarına basmadan görevlerini yapsınlar. Ne kadar da çok şey istiyorum değil mi…””

Oysa sevgili okurum, o kadar sıradan o kadar olağan şeyler istiyorsun ki, tek sıkıntın senin pencerenden bakanların az olması, Gel istersen hepsini o pencereye yönlendirelim ki senin gördüğün dünyayı onlar da görsünler. Sen kalkışa hazırsın belli, ama olmayanlar var. Onları uyandırmamız gerekiyor.

Haydi, 10,9,8,7,6… GÜMMM!

HAVALAR DA KÖTÜ NE YAPACAĞIZ
Rakamsal veriler parlak değil. Havalar da kötü. Ne yapacağız peki?
İşsiz olanlarımız, iş arayacak. Bulamayacak, morali bozulmayacak. Bakacak kendisine, bir de iş aradığı sektör ve şirketlere. Doğru yerde misin? Bak bakalım, acaba üzerine giymen gereken bilmediğin başka bir özellik var mı?
Annemiz bizi bankacı olmak için doğurmadı ya… Tekstilde çalışmak da kader değil ki… Söylemek istediğim şu, bankacı, gazeteci, tekstilci doktor ya da bir başkası olarak başlamış olabiliriz hayata, aynı çizgide ve aynı noktada devam etmek zorunda değiliz. Hatta şöyle bir zorunluluğumuz var aslında, zorunda olmamayı bir zorunluluk haline getirmeli ve değişmeli değiştirmeliyiz. Kalkışa geçmeliyiz.
Gazeteci doğulur gazeteci olunmaz palavraları söylerken güzel de… Doktor oldun ama karnın doymuyorsa ne yapacaksın. Hukuk fakültesinden dereceyle mezun oldun ama iş bulamıyorsun kime gideceksin.
Dünyadaki değişimi izliyor musunuz? Savaş rüzgarlarını, liderler arasındaki satrancı takip ediyor musunuz? Gelecek yıl bu zamanlar nasıl bir dünya olabileceğini tahmin edebiliyor musunuz? Kuzeyimizdeki, Doğu ve Güneydoğumuzdaki pazarların, bölgemizin ne tür bir resme sahip olacağını kestirebiliyor musunuz? Ortadoğu nasıl bir değişime gebe… Kıbrıs ve Avrupa Birliği ve Türkiye… Neler oluyor?

HAYAT DEĞİŞİYOR MESLEKLER DE
Hukuk okudunuz işiniz yok. Avrupa Birliği mevzuatını bilen kaç hukukçu var dersiniz. Bu alan bomboş. Uzmanlaşmayı düşünmez misiniz?
Doktorsunuz, o hasta senin bu hasta benim saç baş dağınık. Yemeğe bile fırsat yok. Fena kazanmıyorsunuz. Yemediniz içmediniz dişinizden tırnağınızdan artırıp bir muayenehane açtınız. Göbeğiniz yağ bağlayıp, saçlarınız görünür bir şekilde dökülene kadar böyle devam edip gidebilirsiniz. Güzel eviniz, güzel arabanız olabilir. İstedikleriniz bu kadar mı? Baş döndüren bir değişimin içindeyiz.
Bilmem… İstemiyorsanız rahatınızı bozmayın tabii. Ne diyebilirim ki.
Öğretmen misiniz? Ne güzel bir şeyler öğretebilmek, gençlerin ve çocukların gelişimini izlemek. Siz, öğrenmeye devam ediyor musunuz acaba. Ve nasıl. Ben şaşkınım doğrusu. Yeni bilgileri nasıl hafızamda tutacağımı şaşırmış vaziyetteyim. Gerçi bilgileri tutmanın, pek de işe yaramadığını öğreneli çok oluyor. Onları birleştirmek gerekiyor. Sinerji diyorlar buna değil mi?

NE BİLİYORUM, NE BİLMELİYİM?
Yıllar önce, master ve ardından doktora… o sıralarda meslek eğitimleri diye sağa sola kafası kesik tavuk gibi koşarken, bir gün kendime, “”Ama ben ne biliyorum?”” diye sorup, sonra dehşete düştüğümü anımsıyorum. Aklıma bildiğim tekbir şey gelmedi biliyor musunuz?
Sen o kadar oku ve “”Ben de bunları bilirim işte”” diyeme. Formüller ezberinde olmasın, tarihleri hatırlama, teknik bilgileri anımsama…

Yıllar sonra görüyorum ki, formülleri ezbere bilmek değil, onları nerede nasıl kullanabileceğimi bilmek daha önemli. Tarihleri anımsamıyorsam eğer, en doğru bilgiye nasıl ulaşabileceğimi bilmek önemli. Bilgiye ulaşmak değil, doğru bilgiye, doğru insana ve doğru kaynağa ulaşabilmek önemli. Bunun için sağduyu gerekiyor, bilgi gerekiyor; deneyim gerekiyor.

Biliyor musunuz, cinler bu işleri yapmaya yardımcı olmuyor.

HAYATIMIZ UZAY MEKİĞİ
Soruyorum bir kere daha, kalkışa hazır mısınız?
Benden size söylemesi, ya kalkacaksınız roket gibi, ya da kaldıracaklar sizi bir çöp gibi. Birincisi daha iyi bence. Biliyorum yeniden kalkmak, yeniden denemek, sonunu görememek, tam olarak nereye gittiğini bilmemek… Zor.
Astronotların hayatı ve hayatı algılayış şekilleri ve tabii ki onları şekillendiren eğitimleri çok ilginç. 1986′da meydana gelen Challenger kazasını anımsamayan var mı? Astronotlar, riskle yaşamasını öğrenirmiş. Okuduğum bir makalede; o bahtsız yolculuğa çıkan ve uzay mekiğinde hayatını kaybedenlerin, ne denli riskli bir yolculuğa çıktıklarını ve geriye dönemeyecekleri olasılığını bildiklerini yazıyor. Hayatı algılayış şekilleri böyle. Şüpheniz olmasın, göze alınamayacak riskleri onlar da göze almıyor, hata oranlarını hesaplamaya özen gösteriyorlar. Ama hayatın kendisi bir uzay mekiği değil mi? Onu göze alma, bunu gözden çıkarma… Bazen, riskleri göze almak gerek. Challenger’ın birden parçalara bölünüp, havai fişek gibi sağı solu aydınlattığı o gün, NASA ikinci uzay mekiğini fırlatmak için kolları sıvadı.
Sonra,
10,9, 8, 7, 6…
Bir başka ekip, GÜMMM sesini duyduktan sonra yola devam etmeyi başardı.
Korkunun ecele faydası yok. Ya çıkacak, ya çıkacağız.
Kalkışa hazır mısınız?

 

13.12.2001

Kalkışa hazır mısın?

Kalkışa hazır mısın? 4, 3, 2, 1! GÜMMMMM! Bu çıkışı yapacak kimse yoksa mı ortada? Yok kardeşim ben beklemiyorum. Gelen varsa, haydi gidelim.

İşte size, üstünde buhar tüten taze bir haber:
İşsizler ordusu 2 milyona dayandı. Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE)’nin bu yılın üçüncü çeyreğine ilişkin araştırmasına göre, gelmiş geçmiş en yüksek işsizliği yaşıyoruz.
Mutluyuz, gururluyuz!
İşsizlik oranı yüzde 8. Geçen yıl bu zamanlar yüzde 5.6′ydı. Bizim de göstergelerimiz yukarı doğru çıkabiliyor. İstersek her şeyi yapabiliyoruz.
DİE rakamlarına göre, işsizler ordusuna son bir yılda 612 bin kişi eklendi. Bir milyon 351 bin kişi ise eksik istihdamda.
Nesi eksik bu adamların bir türlü kafam basmıyor!
Fırından yeni çıktı bunlar vatandaş, koş:
Eğitimli genç işsizlerin oranı yüzde 28.7. Bu oran özellikle kentlerde yüzde 32.3′e kadar çıkıyor.
Yaşasın!!!!!!
El yakıyor bunlar abi el:
Toplam işsizlerin yüzde 23.2′si yani 443 binini işten çıkarılanlar oluşturuyor. İşsizlerin yüzde 26.7′sini yani 510 binini ilk kez iş arayanlar oluşturuyor.
Kadın da yanıyor erkek de:
İşsizlik oranı erkeklerde yüzde 8.5, kadınlarda yüzde 6.9. Üçüncü çeyrekte 1 milyon 436 bin erkek ve 471 bin kadın işsiz
Kapkaççılar kabusumuz oldu, neden acaba:
İşsizlerin 1 milyon 478 bini kentlerde, 429 bini kırsal kesimde. Kentlerde işsizlik oranı yüzde 11.6.
Köy kent projesi diye bir şey vardı galiba. Anımsadınız değil mi. Yoksa ““Köylü milletin efendisidir”“ dedikleri bu mu? Yok, yok o galiba başka bir şey için söylenmişti.
Şimdi de, Türkiye Cumhuriyetinin nüfus yapısını arz ederim efendim:

İşgücüne dahil olmayanlar, 22 milyon 38 bin. Bunların yüzde 51.8′i ev kadını. İş gücünü oluşturanlar 23 milyon 72 bin. Bu iş gücünü oluşturan grubun içindekilerden 21 milyon 875 bin kişi istihdamda, 1 milyon 351 bin kişi eksik istihdamda. Ve 1 milyon 907 bin kişi işsiz.

IRAK’A GİRER MİYİZ SİZCE?
Turizmcilerin elleri yüreklerinde; Irak’a girer miyiz? Acaba diye soruyorlar. Varsa turizmci tanıdığınız, eşiniz, dostunuz, ahbabınız, sohbet etmediyseniz uzun zamandır bir hatır sorun. Bakalım ruh halini nasıl bulacaksınız: “”Sence ne zaman gireriz Irak’a. Yandık, vallahi yandık. Tam işler biraz açılacaktı, yine gittik güme…””
Tekstilciler, sağdan soldan iş kapanlar, ihracata girenler, 11 Eylül’de belini biraz doğrultanlar iyi. Geri kalanlar ağlamaklı. Müslüman ülkelerle iş yapanlar, hele de Pakistan’la… Hıçkırıklar içinde.
KDV oranları yüz güldürdü deniyor… Ama ne kadar? Nereye kadar.
İndirim kandırmacası biraz hareket getirdi… Ama neye yarayacak?
İMF kredi dilimini serbest bıraktı… Ama para nereye gidecek?
Geçen yıl kaloriferli dairelerde oturanlar, bu yıl soba yakmaya başlamışlar.
Elli yaşını dolduran ve emekliliğe hak kazanan çalışanların emekli edileceği açıklandı.
Şimdi Reha Muhtar pozisyonuna geçebilirsiniz. Bunun için önce ayağa kalkmanız gerekiyor. İki kolunuzu hafif yanlara doğru açıp, önce avuçlarınızı sonra kendinizi patlayacakmış gibi sıkın. Yüzünüze kan hücum etsin. Dayanamadığınız noktada birazcık zıplayarak, “”Haydi, yap bana ölüm büyüsü!”” diye haykırın. Nefessiz kalmanın sıkıntısıyla bunu birkaç kez üst üste tekrarlarsanız, iyi geliyor olmalı. Zıplamak motive ediyor galiba, çünkü bu işin piri bir kere yapınca, sonra bir kere daha, bir kere daha ve bir kere daha yapabiliyor. Deneyin bakalım oluyor mu?
“”Haydi haydi, durma öldür beni! Öldür!””

AYIPTIR SÖYLEMESİ…
Benim biraz daha değişik bir fikrim var.
Kimin ne düşündüğü, kimin kime “”öldür beni”” diye bağırdığı, kimin kimi öldürmeye çalıştığı… Umurumda değil.
Ben kalkışa hazırlanıyorum, sizi de davet ediyorum. Olmaz bu düzende… olmaz tam inişteyken kalkış malkış demeyin. Haydi alkışlayın. Beni değil kendinizi ve kalkın gidelim. Unutmayın, memlekette işsizlik rekor düzeyde. Bunu hiçbir büyü bozamıyor. İnsanlar kan ağlıyor, cinler yardım etmiyor. “”Nazar etme ne olur, çalış senin de olur”” demekle olmuyor. Dikkat edin cin çarpmışa dönmeden, haydi gelin kalkalım Allah Aşkınıza. Memleket elden gidiyor.
Yapacak çok iş var. Birincisi de moral bozmamak.

İŞTE SİZE ARAMIZDAN BİRKAÇ ÖRNEK
Onlar moral bozmanın yanından geçmeyenler. Ama merak etmeyin onlar da etten kemikten ve sizin aranızdan. Uydurma değil, kanlı canlı… Unutmadan bir özellikleri daha var. Sağdan soldan, hinden cinden medet ummuyor bu örnekler:
“”…Evet, evde öylece tipik bir tüketici gibi otururken günün birinde bedava yemek yapıp misafir ağırlamak yerine; bir lokanta açıp, sevgi kattığım yemeklerimi başka insanlarla paylaşabilirim dedim. Ve bir lokanta açtım. Şimdi insanlar temiz ev yemekleri yemenin mutluluğu içindeler. Her gün onlara yemek listemi e mail ile gönderirken, yaşama farklı pencerelerden bakabilmelerini sağlamak adına birkaç söz de yazıyorum. Eğer yazı olmazsa mailde, telefon açıp soruyorlar: “”İyi misiniz? Oradasınız değil mi?””diye… Eksikliğimi hissediyorlar. Lokantadan çıkarken ellerinize sağlık demiyorlar mı? Kendimden geçiyorum…””
İşgücüne dahil olmayan 22 milyon 38 bin kişinin yüzde 51.8′i ev kadını. Ev kadınları uyanın ve kalkışa geçin!
10,9,8,7,6,5… GÜMMM!
İşte size çoktan kalkmış bir ev kadını.
Bu da farklı biri;
“”…Benim farkım, ben olmam. Benim farkım kimin ne yapabileceğinin farkında olmamdır. Ve tabii ki benim neler yapabileceğimin de. Üst düzey yönetici filan değilim. Henüz 27 yaşındayım. Ve henüz dediğime bakmayın, akıl yaşta değil baştadır. Son bir ay içinde şirketime daha önce kullanmakta olduğum bir bilgisayar programını önerdim ve şirketteki tüm birimlerin koordinasyonunu sağlayacak bu programı uygulamalı örnekleriyle tanıttım. İnsanların hayal bile edemeyeceği verilere ne kadar çabuk ulaşabileceklerini gösterdim. 27 yaşındaki birinden müthiş fikirler çıkınca kabul edilmek ve önemsenmek konusunda ne tür problemler yaşadığımı tahmin edersiniz herhalde…””
Geçen yıl bu zamanlar eğitimli genç işsizlerin oranı yüzde 21.7′ydi. Bugün yüzde 28.7. Merak etmeyin kimse için kolay olmuyor. İşi olanın da işi zor, işi olmayanın da.
Haydi gençler, kalkışa hazır mısınız?
10,9,8,7,6…. GÜMMM!
Devam ediyor bir diğeri;
“”…Sonracıma… Diplomaların işe yaramadığı böyle bir dönemde, beceriler ne güne duruyor deyip, bir de site oluşturdum bu işi bilenlerle. Adını, “”Beceri Havuzu”” koydum. Yaratıcılık konusunda bir takım yazıları tercüme ederek orada yazıyorum. Meğer insanlar neler becerebiliyorlarmış!””
Haydi, artık nazlanmayın ve kalkın ayağa.
Kalkmak zorundayız! Siz, ben, o, diğerleri, hepimiz.
Haydi, kalkışa hazır mıyız?
10,9,8,7,6… GÜMMM!
“”…En fazla öne çıkan kişisel özelliğim, öğrenmeye fazlasıyla aç olmamdır”” diye söze başlıyor ve şöyle sürdürüyor: “”Ben öğrendiklerimi paylaşırım. Ben olsam, beni, genel müdür yaparım. Çünkü insanları organize edip yönlendirmenin başka bir yolu yok. Siz insanların hayal güçlerinin ne kadar sınırlı, meraklarının ise ne kadar az olduğunu biliyor musunuz? Ben öyle bir ekip istiyorum ki, gırtlaklarına basmadan görevlerini yapsınlar. Ne kadar da çok şey istiyorum değil mi…””

Oysa sevgili okurum, o kadar sıradan o kadar olağan şeyler istiyorsun ki, tek sıkıntın senin pencerenden bakanların az olması, Gel istersen hepsini o pencereye yönlendirelim ki senin gördüğün dünyayı onlar da görsünler. Sen kalkışa hazırsın belli, ama olmayanlar var. Onları uyandırmamız gerekiyor.

Haydi, 10,9,8,7,6… GÜMMM!

HAVALAR DA KÖTÜ NE YAPACAĞIZ
Rakamsal veriler parlak değil. Havalar da kötü. Ne yapacağız peki?
İşsiz olanlarımız, iş arayacak. Bulamayacak, morali bozulmayacak. Bakacak kendisine, bir de iş aradığı sektör ve şirketlere. Doğru yerde misin? Bak bakalım, acaba üzerine giymen gereken bilmediğin başka bir özellik var mı?
Annemiz bizi bankacı olmak için doğurmadı ya… Tekstilde çalışmak da kader değil ki… Söylemek istediğim şu, bankacı, gazeteci, tekstilci doktor ya da bir başkası olarak başlamış olabiliriz hayata, aynı çizgide ve aynı noktada devam etmek zorunda değiliz. Hatta şöyle bir zorunluluğumuz var aslında, zorunda olmamayı bir zorunluluk haline getirmeli ve değişmeli değiştirmeliyiz. Kalkışa geçmeliyiz.
Gazeteci doğulur gazeteci olunmaz palavraları söylerken güzel de… Doktor oldun ama karnın doymuyorsa ne yapacaksın. Hukuk fakültesinden dereceyle mezun oldun ama iş bulamıyorsun kime gideceksin.
Dünyadaki değişimi izliyor musunuz? Savaş rüzgarlarını, liderler arasındaki satrancı takip ediyor musunuz? Gelecek yıl bu zamanlar nasıl bir dünya olabileceğini tahmin edebiliyor musunuz? Kuzeyimizdeki, Doğu ve Güneydoğumuzdaki pazarların, bölgemizin ne tür bir resme sahip olacağını kestirebiliyor musunuz? Ortadoğu nasıl bir değişime gebe… Kıbrıs ve Avrupa Birliği ve Türkiye… Neler oluyor?

HAYAT DEĞİŞİYOR MESLEKLER DE
Hukuk okudunuz işiniz yok. Avrupa Birliği mevzuatını bilen kaç hukukçu var dersiniz. Bu alan bomboş. Uzmanlaşmayı düşünmez misiniz?
Doktorsunuz, o hasta senin bu hasta benim saç baş dağınık. Yemeğe bile fırsat yok. Fena kazanmıyorsunuz. Yemediniz içmediniz dişinizden tırnağınızdan artırıp bir muayenehane açtınız. Göbeğiniz yağ bağlayıp, saçlarınız görünür bir şekilde dökülene kadar böyle devam edip gidebilirsiniz. Güzel eviniz, güzel arabanız olabilir. İstedikleriniz bu kadar mı? Baş döndüren bir değişimin içindeyiz.
Bilmem… İstemiyorsanız rahatınızı bozmayın tabii. Ne diyebilirim ki.
Öğretmen misiniz? Ne güzel bir şeyler öğretebilmek, gençlerin ve çocukların gelişimini izlemek. Siz, öğrenmeye devam ediyor musunuz acaba. Ve nasıl. Ben şaşkınım doğrusu. Yeni bilgileri nasıl hafızamda tutacağımı şaşırmış vaziyetteyim. Gerçi bilgileri tutmanın, pek de işe yaramadığını öğreneli çok oluyor. Onları birleştirmek gerekiyor. Sinerji diyorlar buna değil mi?

NE BİLİYORUM, NE BİLMELİYİM?
Yıllar önce, master ve ardından doktora… o sıralarda meslek eğitimleri diye sağa sola kafası kesik tavuk gibi koşarken, bir gün kendime, “”Ama ben ne biliyorum?”” diye sorup, sonra dehşete düştüğümü anımsıyorum. Aklıma bildiğim tekbir şey gelmedi biliyor musunuz?
Sen o kadar oku ve “”Ben de bunları bilirim işte”” diyeme. Formüller ezberinde olmasın, tarihleri hatırlama, teknik bilgileri anımsama…

Yıllar sonra görüyorum ki, formülleri ezbere bilmek değil, onları nerede nasıl kullanabileceğimi bilmek daha önemli. Tarihleri anımsamıyorsam eğer, en doğru bilgiye nasıl ulaşabileceğimi bilmek önemli. Bilgiye ulaşmak değil, doğru bilgiye, doğru insana ve doğru kaynağa ulaşabilmek önemli. Bunun için sağduyu gerekiyor, bilgi gerekiyor; deneyim gerekiyor.

Biliyor musunuz, cinler bu işleri yapmaya yardımcı olmuyor.

HAYATIMIZ UZAY MEKİĞİ
Soruyorum bir kere daha, kalkışa hazır mısınız?
Benden size söylemesi, ya kalkacaksınız roket gibi, ya da kaldıracaklar sizi bir çöp gibi. Birincisi daha iyi bence. Biliyorum yeniden kalkmak, yeniden denemek, sonunu görememek, tam olarak nereye gittiğini bilmemek… Zor.
Astronotların hayatı ve hayatı algılayış şekilleri ve tabii ki onları şekillendiren eğitimleri çok ilginç. 1986′da meydana gelen Challenger kazasını anımsamayan var mı? Astronotlar, riskle yaşamasını öğrenirmiş. Okuduğum bir makalede; o bahtsız yolculuğa çıkan ve uzay mekiğinde hayatını kaybedenlerin, ne denli riskli bir yolculuğa çıktıklarını ve geriye dönemeyecekleri olasılığını bildiklerini yazıyor. Hayatı algılayış şekilleri böyle. Şüpheniz olmasın, göze alınamayacak riskleri onlar da göze almıyor, hata oranlarını hesaplamaya özen gösteriyorlar. Ama hayatın kendisi bir uzay mekiği değil mi? Onu göze alma, bunu gözden çıkarma… Bazen, riskleri göze almak gerek. Challenger’ın birden parçalara bölünüp, havai fişek gibi sağı solu aydınlattığı o gün, NASA ikinci uzay mekiğini fırlatmak için kolları sıvadı.
Sonra,
10,9, 8, 7, 6…
Bir başka ekip, GÜMMM sesini duyduktan sonra yola devam etmeyi başardı.
Korkunun ecele faydası yok. Ya çıkacak, ya çıkacağız.
Kalkışa hazır mısınız?

 

Paylaş