HER TÜRK, HER GÜN BİR YALAN TADACAK

Doç. Dr. Suncem Koçer, Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi akademisyenlerinden, Medya İletişimi Antropoloğu. Uzmanlık alanları ve verdiği derslere baktığım zaman ilave olarak medya etnografisi, ikna ve propaganda, iyi konuşma yapmak gibi ilginç başlıkları sizin için cımbızla çektim. Güzel bir kokteyl.

 

Koçer, farklı alanlarda verdiği dersleri birleştiren noktalara dikkat çekti, “Nedir” diye sorduğumda, iletişimin toplumsal bir süreç olduğuna işaret etti. Örneğin iyi konuşmanın bir performans olarak düşünülmesi, hiçbir performansın toplumsal bağlamından izleyici, dinleyici kitlesiyle performansı sergileyen kişinin arasındaki etkileşimden koparılamayacağı noktalarından hareket ettiğini ifade etti. İknayı, propagandayı toplumsal perspektiften anlattığını, iletişim kampanyalarını da bu zeminlerden hareketle farklı alanlara gidip benim adeta kokteyl dediğim karışımı bir araya getirdiğini söyledi.

 

Heyecanın hiç bitmediği bir coğrafyada bu konu başlıklarında çalışıyor olmak ilginç değil de nedir sizce?.. Düşünsenize, ikna ve propaganda öğretiyorsunuz, paralelinde öğrenciler ülkede seçimden başlarını kaldıramadıklarından adeta bir laboratuvarda yaşıyor… Malzeme bol, bilgi biriktirmek kolay. İnsan malzemesi çok ama çok ilginç. Evet ilginç bir milletiz; tam “anlamaz” diyeceksiniz, size şapkayı ters giydiriyor; tam “yanılmaz” diyorsunuz, dipsiz bir iletişim sorununa düşüyor. İletişimci ya da akademisyenlerin yapamadığını Türk insanı sağduyusuyla keşfedebiliyorlar. Tuhaf mı tuhaf bir akıl bir mekanizma var. Aşağıda bu saptamamın detaylarını bulacaksınız.

 

Bilgi demişken görece yeni bir çalışmanızdan başlayalım. Yılın ilk çeyreğindeki sosyal medyada yalan haber üzerine yapılmış bir çalışmadan söz ediyoruz. Yalan haber nedir, neden üretilir?

Temel gazetecilik ilkelerinin dışında farklı siyasal ajandalara yönelik bir biçimde kurgulanan hikayelere en temel anlamıyla yalan haber diyebiliriz. Aslında yalan haberi de tırnak içine almak lazım çünkü yalan haber söylemini ABD Başkanı Donald Trump ortaya çıkardı, dilimize pelesenk oldu. O yüzden aslında belki yanlış bilgi veya yanlış haber diye ifade etmek lazım.

 

“Yalan” tokat gibi geliyor. Konseptleri bazen kontrolsüz kullanabiliyoruz ki yalan da onlardan biri; yanlış mı, yalan mı, deforme mi?…

O öyle kaldı ama bu bir ideolojik araca dönüşüyor. Aslında biz çok kutuplaşmış bir ortamda yaşıyoruz. Hem medya kültürü açısından hem siyasal kültür açısından toplumun her yerinde bir kutuplaşma söz konusu. Bazen de bu yalan haberdir diye yalan olmayan haberlere yalan demekle, kavram çatışma alanına dönüşüyor. Burada adını koymak, tanım kümesini oluşturmak için bir adım geriye, dışarı çıkmak ve aslında daha geniş çerçevede görmek gerekiyor. Oradan baktığımızda da Başkan Trump’ın dolaşıma sokan ilk kişi olduğunu görüyoruz, tabii ki belirli bir siyasi ajandaya entegre şekilde. Sonrasında da kullana geldi. Demek ki birtakım öğelere bakmak lazım. Yalan haber dediğimiz şey yanlış hatırlamıyorsam 2016 yılıydı… ama yanlış bilginin, tırnak içerisinde yalan haberin çok öncesine giden bir tarihi var. Gazeteciliğin başından beri… Ondan sonra da günümüze kadar kendi kendini farklı hallere sokmuş, konjonktürler gereği değişik şekiller almış bir olay aslında. Bir şekilde hayatımızda hep var. Tabii bu medyanın, gazetelerin, gazeteciliğin ortaya çıkışından öncesine de aslında gidebiliriz. Burada önemli olan aslında şu, yeni ortaya çıkmadığını fark ettiğimiz, tarihselliğini biraz anlamlandırdığımız, zaman mücadele araç gereçlerimiz de birdenbire zenginleşiyor.

 

Neyi kast ediyorsunuz?

Yalan haber kavramının tarihsel geçmişi varsa, piyasa ilişkileri içinde örneğin tiraj artırmak ve veya başka fayda sağlamak ilişkileri içerisinde bir formsa ve farkındalık oluşunca, mücadele araç gereç kanalları geliştirebilirim. Tarih boyunca yalan var ve bununla mücadele edilmiş. Öyle kendi haline bırakılacak bir şey değil.

 

Araştırmanıza dönecek olursak MIT ile organik bir bağı var mı yoksa oradan esinlenerek çıkmış bir yan unsur mu?

Yalan haber meselesi gündeme bu kadar kuvvetli geldiğinden beri küresel olarak özellikle Amerika’da ve Avrupa’da, yeni akademik ya da yarı akademik araştırmalar ortaya konuyor. Mesela İngiltere’de Oxford Reuters Dijital Gazetecilik Enstitüsü’nün her sene yayınladığı bir tür haber raporu vardır. Türkiye’de oradaki örneklemelerin içerisinde bakılan ülkelerden birisi. O yarı akademik bir araştırma. Ya da MIT’de yapılan yalan haberin doğru habere göre sosyal medyada 7 kat hızla yayılıyor olduğunu tespiti var. Aslında hepimizin tahmin ettiği ve bir şekilde hissettiği ama böyle verilerle ortaya konulunca “bir şey yapılması lazım, bu nasıl bir şey” diye irkildiği araştırmalardan birtakım akademik sonuçlar çıkmaya başladı. MIT’deki araştırma da öyle çok kuvvetli. Geçtiğimiz sene araştırma bulguları Science dergisinde yayınlandı. Büyük bir data set ile çalıştılar. Twitter’ı baz alarak oradaki 6 bin civarında cascade inceleyip örneğin 7 kat daha hızlı yayıldığını saptadılar. Bunlar bot’lar falan değil, gerçekten kanlı canlı, sizin benim gibi insanlar yaygınlaştırıyor. Çok enteresan…

 

Arkadaşınızdan gelen bir karikatürü ve/veya bir fotoğrafa gerçekmiş diyebiliyor, güveniyor yayabiliyorsunuz.

Biz tam da buradan hareket ettik. Bu MIT’nin çalışmasını gördük, inceledik, çok enteresan bir veri; bot olmayışı ve kanlı canlı insanlar oluşu başka soru işaretleri uyandırdı.

 

Neymiş o?

Reuters Enstitü’nün yaptığı araştırmada çıkan Türkiye özelinde şöyle bir sonuç var, Türkiye’de her iki kişiden biri her gün yalan haberle karşılaştığını söylüyor ve bundan şikayet ediyor. Şikayet kısmı önemli. Onun yalan haber olduğunu hem tespit edebiliyor hem de bununla ilgili şikayeti var. Yarı yarıya gibi yüksek bir oran. İnsanlar hem bunun farkında ve büyük oranda şikayet ediyorlar hem de bu kadar yaygın bir şekilde dolaşmaya bu yanlış bilgiler devam ediyor. Peki, o zaman nasıl oluyor da oluyor? İnsanlar nasıl bunun bir parçası oluyorlar? Bir nedeni olmalı. Bunu siyaseten açıklamaya çalışabiliriz başka bir noktadan analitik-akademik çerçevede anlamanın tek yolu var. Bir antropolog olarak benim gördüğüm yol. Başka yollar da farklı disiplinler açısından olabilir. Benim için esas olan insanlara sormak. 31 Mart’ta yapılan ilk yerel seçimlerin iki hafta öncesinde topladığımız datayı da buradan hareketle topladık. Odak gruplar yaptık. Orada insanlara sorduk. Siz yalan haberle karşılaşıyor musunuz? Bir yalan haberin yanlış bilgi olduğunu, yalan haber olduğunu nasıl tespit ediyorsunuz? Sonra ne yapıyorsunuz? Hiç bilerek yalan haber paylaştığınız oldu mu? Yapıyorsanız neden? gibi sorular soruldu. İnsanlara medya günlükleri verdik. Onlar bir haftalık sosyal medya ve yanlış bilgi deneyimlerini not ettiler.

 

Doğru tespitler mi yapıyorlar?

Esas olan zaten medya günlüğüne yazılandan ziyade o medya günlüğüne yazılım üzerinden bizim daha sonra yaptığımız mülakatlarda çıktı. Medya günlüğünde yazdığı şeylere bakarak, getirdiği haberlere, yanlış haberi yazmış mesela, vs. bizim için orada konuşma kapıları açıldı ve onun üstüne basarak daha da derinleştirmeye çalıştık. Yanlış bilgi ve sosyal medya üzerine nasıl anlamlar kuruyorlar, vs.

 

Korkuyorlar mı?

Korku inanılmaz kuvvetli bir duygu. Evet.

 

Neden korkuyorlar? Veba gibi bulaşıcı olup kendilerinin bir şekilde cezalandırılmasından mı korkuyorlar?

Doğrudan korkuyorum diye değil ama mesela birtakım haber kaynaklarını takip ettiğini söylüyor ve o haber kaynakları kutuplu medya dünyamızda bir kutbun içerisinde diyelim, o kutbun haber kaynağının sunduğu haberin aslında doğru olmadığını biliyor. Kontrol etmek için öbür tarafa baktığını söylüyor. İlginç bir medya okuryazarlığı, güçlü bir biçimde çıkan bir teknik. Buranın doğru olmadığını biliyor ama buradan vazgeçmiyor. Çünkü buraya gittiğinde ya da başka bir şeyler aradığında, dolaşıma soktuğunda başına bir şey geleceğinden korkuyor. Siyasal kültürümüzle ilgili bir şey. O korunaklı yerinde kendisine sunulan anlatının doğru olmadığını tespit etmiş ve bundan rahatsız olsa da o korunaklı yerde kalmayı ve anlatıyı gerçek kabul etmeyi tercih ediyor.

 

İlgimi çeken; yalan ya da yanlış olduğundan emin olmadıklarında haberin televizyonda yayınlanmış olmasını referans olarak kabul etmişler. Televizyonların ceza mekanizmasına tabii olacağını mı düşünüyor?

Kesinlikle öyle düşünüyor. O veri sizin gibi benim de çok dikkatimi çeken bir veri olmuştu.

 

Televizyona güvenmek değil, temsil ettiği mekanizmadan…

Evet. Aynen de öyle düşünüyor. Birçok katılımcı dedi ki televizyonda yanlış bilgi olmaz çünkü RTÜK var, denetler.

 

Gerçi diyeceksiniz ki, kurumlara ne kadar güven var. O da ayrı dipsiz bir kuyu.

Yine de birçok özne o şekilde anlamlandırıyor. Televizyonun kurumsallığına… bu bir sosyal medya değil ki, uçuşsun her şey diye dillendiriyorlar.

 

Kategorik olarak habere güven duymuyorlarmış. Doğru mu?

Çok doğru.

 

Hiçbir haber kaynağına da güven duymuyorlarmış.

Güven seviye olarak çok aşağılarda. Bu niceliksel araştırmalarda da çıkıyor. Bizimkisi niteliksel bir araştırma. Bizim verimiz de niceliksel araştırmaları onadı. Güven duyulmuyor.

 

Kategorik olarak değil mi?

Evet. Haber zaten yalandır. Aslında takip ettikleri haber kaynaklarını güven üzerinden ifade etmiyorlar. Benim gibi düşünen ya da ideolojik, siyaseten aynı sayfada oldukları haber kaynaklarını takip ediyorlar ama bu onlara yüzde 100 güven duydukları anlamına gelmiyor. Kendi ifadelerinden çıkan bu.

Kamplaşma var. Aslında kendi kampına da o kadar güvenmiyor. Kategorikten kastım biraz bu. Tür olarak haberin zaten başlı başına bir yalan olduğuna dair bir inanış var. Çok güzel söylediğiniz o dipsiz kuyunun içinde, karanlık kuyuda galiba hep beraber duruyoruz. Böyle ifade ediyorlar.

 

Yeni moda tabirle “yankı odaları” ifadesi doğru. Hepimiz aynı sayfada olduğumuz yayınlara bakıp onları okuduğumuz zaman birbirimizle konuşuyoruz. Fenomenlerin bu haber ve bilgi aktarımı konusundaki duruşlarını da yorumlamanızı istiyorum.

Bu çok güzel bir soru çünkü bizim topladığımız veride çıkan bir şey. Tabii fenomenin tanımını ayrıca kavramsal olarak tartışabiliriz, yapmaya çalışabiliriz ama gazetecilik özelinde düşünecek olursak insanlar birtakım kurumsal haber kaynaklarını takip ediyorlar ve takip ediyor olmalarına rağmen sorguluyorlar ama kişilere, fenomenlere güven hala var. Güven aslında orada ortaya çıkıyor.

 

Yani, saygınlığı, itibarı varsa mı?

Kendince artık orada hangi kriterler üzerinden düşünüyorsa ve gene bu kamplaşmanın etkili olduğunu görüyoruz. Bir katılımcı 8 Mart’ta Kadınlar Günü yürüyüşünde gerçekleşen o ıslıklama meselesi ile ilgili bir örnek verirken; “…orada aslında ben öyle bir şey olmadığını düşünmüştüm, emin olamadım, git gel yaşadım sonra Ahmet Hakan ne diyor diye baktım ve onun söylemi üzerinden düşüncemi şekillenirdim…” diyor mesela. Bir kişinin, bir gazetecinin, tırnak içinde bir fenomenin doğrudan bir etkisinden bahsediyor. Orada kendi algısını şekillendirdiğini ortaya koymuş oluyor.

 

Fenomenin tanımını yapabilir misiniz?

Mesela bir “opinion leader”, hepsi fenomen değil.

 

10 bin kişiye mi hitap etmeli? Bin kişide olsa 100 kişi de olsa bir fenomen olabilir mi?

Bunlar tabii tartışmalı şeyler olabilir ama sizin söylediğiniz şu nokta önemli bir etki alanı, bir etki yaratma ama o etkide sadece algı ya da bir satışı arttırmak, sağlamak değil ya da salt algıyı oluşturmak değil ama kendi bağlamında mesela bir gazetecilik fenomeninden bahsediyorsak aslında Ahmet Hakan bir fenomen. Salt bir “opinion leader” değil, o etki alanını “enforce” eden bir tarafı var.

 

Fikir insanı kim? Fikir önderi bir siyasetçi mi, bir akademisyen fikir önderi olabilir mi? Ya da fikir önderi olmak yalnızca belli mesleklerin ya da çalışmaların mı?

Bunlar düşündürücü sorular. Mesela fikir önderi kimdir. Siz sorarken hemen aklımdan böyle bir şeyler geçiyor ama bir örnek çıkartamıyorum mesela fikir önderi deyince. Benim kafamdaki tanımın gerçek hayatta sureti yok.

 

Yine bir gazeteci örneğinden gidelim. Christiane Amanpour sizce bir fikir lideri midir yoksa etki yaratan kişi midir? Geçmiş başkanlardan Obama, ya da mesela eşi. 

Herhalde bunların hepsi fikir önderi diyebiliriz ama etki alanları açısından düşündüğümüzde siyasi iktidarda olduğu için Barack Obama’nın o etki alanında yaptığı şey “enforce” etme gücü daha fazla olduğundan onu başka bir yere koymak lazım. Bir gazetecinin fikir önderi oluşu da başka bir kategori olarak düşünülmeli herhalde. Düşündürücü sorular.

 

Şöyle toparlamak istiyorum, çözüm nedir diye sormam doğru mudur, ne ön görüyorsunuz? Hem bir iletişimci hem bir antropolog olarak nasıl okuyorsunuz?

Benim çözüm önermem zor. Bu soruyu bir yurttaş olarak ben de sürekli soruyorum. Akademisyen olarak da kendi kendime soruyorum ama bu politik bir soru. Bununla ilgili küresel olarak medya okuryazarlığı konusunda bir vurgu var. Ama şunu da gördük, medya okuryazarlığı her zaman çözüm olmayabiliyor. Mesela bizim katılımcılarımızın medya okuryazarlığına dair algısı var, tespit edebiliyor ama bunu kullanmıyor, bir yere taşımıyor. Bulunduğu noktadan kendisini çıkartmak için araçsallaştırmıyor. Çünkü çok kutuplu bir iklimde yaşıyoruz. Siyasal olarak insanlar kendilerini kıskaçlar içerisinde hissediyorlar. O araç gereç, o alet çantası kenarda duruyor ve kullanıma geçmiyor. Yani sadece medya okuryazarlığı araç gereçlerini insanlara anlatmanın çözüm olmayacağı, o yüzden burada biraz daha politik cevap arayışı olmalı belki, daha geniş bir bağlamda olayların ele alınması gerektiği, insanların birbirine çok da şüpheyle yaklaşmamasını sağlayacak bir kültürel dokunun yeniden inşa olabileceği bir durum. Ama akademik olarak, bir antropolog olarak ne yapılabilir, süreçlerle ilgili biraz derinlikli niteliksel bilgiye ihtiyacımız var. Evet, hızlı yaygınlaşıyor… Evet, yalan haber, yanlış haber büyük bir sorun, küresel bir sorun… O kişi o yanlış bilgiyi bildiği halde neden dolaşıma sokuyor? Belki bir siyasal hareketin parçası olduğu için ya da bir performans sergiliyor ya da bir yakınından gelmiş, social ties, akrabalık ilişkileri, arkadaşlık ilişkileri de burada belirleyici. Bu nüansları anlamaya, değerlendirmeye ihtiyacımız var. Niteliksel olarak bu işin analizini yapmamızın, yolun daha çok başı.

 

Şeffaf, doğru, güler yüz, kapsayıcı gibi iletişim yaklaşımı da görür olduk, yoksa bu bir propaganda ve ikna metodu mudur, ne söyleyeceksiniz.

Hepsi birbirine kapsıyor deyip böyle kolay bir cevap vermiş gibi görünüyorum ama aslında bu zor bir yere bizi taşıyor. Hepsi birbirinin içine geçiyor. İkna, siyasi propaganda, hayatımızın olmazsa olmazı. Toplumsal hayatın, modern yaşamın bir parçası olmamızın ön koşulu o propaganda süreçlerinin hem kullanıcısı hem üreticisi olmamız. Propaganda hep negatif diye düşünülür ama değil. Genel hatlarıyla iletişim, bunlar hep iç içe geçen süreçler ve bu verileri, okumadan ilerlemek mümkün değil. Birtakım sinyaller var ve bunları alıp harmanlamak, anlamlı bir anlatı kurmak ve bunu pratiğe dökmek siyasal hayatın olmazsa olmazı. Parti ya da belediye başkanı her kim ise o siyasal hayatın performansçısı. Bunu yapmak zorundalar. Türkiye’de son dönemde çok fazla seçim yaşıyoruz. Bu tabii bana bir yandan derslerimde kullanacak çok malzeme veriyor. Ama bir yandan da siyasal iletişimin yeşerdiği, yeni araç gereçleri biraz daha hâkim ve yatkın bir biçimde kullanan uzmanların ortaya çıktığı bir ortama sürükledi. Açıkçası ben memnunum.

Paylaş