Hayalimdeki iş hayal mi?

Ben hayalleri severim, ancak hayal kurup oturmayı sevmem. Bana göre her şey bir hayalle başlıyor. Önce hayal ediyorsunuz sonra kolları sıvayıp girişiyorsunuz… Üstelik önce hayal edip sonra gerçek kılmak kadar keyiflisi yok. O zaman geçmişe dönüp ‘hey gidi günler’ diyebiliyorsunuz… İçinize sine sine…

Bu nedenle bu haftaki forumun konusu “Rüyalar gerçek olsa! Yaptığınız iş hayalinizdeki iş mi?” idi. Bu köşeyi düzenli takip edenler bilirler ben hayal ettiğim mesleği yaptım ve aslında hala yapıyorum. Çünkü değişim hayalleri de, kariyerleri de etkiliyor… Hayallerinize farklı yönler verebiliyorsunuz. Yeter ki bir hayaliniz olsun…

Yanıt verenlerin büyük çoğunluğu 24-29 arası yaş grubunda. İşinden memnun olduğunu söyleyen yok. “Neden istediğim işte çalışmıyorum?” sorusunun yanıtı da etraftaki imkanlara, ortamın uygun olmamasına, sistemin işlememesine bağlanıyor. İmkanların darlığı, tanıdık olmaması gözde nedenler arasında dikkat çekiyor. Açıkçası bizim dışımızdaki her şey suçlu. Doğru da olabilir, haklı da sayılabilirsiniz. İtirazım yok. Ama yanlış da olabileceğini düşündünüz mü hiç?

Hayaller bu kadar uzakta mı gerçekten? İçinde bulunduğumuz sistemin, iş olanaklarının az olmasının, tanıdık yoluyla işe girenlerin varlığı yadsınamaz. İş bulamamak başka bir konu ama istediği işi bulamama ya da bulduğu işi sevmeme gibi durumlar da yoğun.

Kariyere bir yolculuk gözüyle bakacak olursak, tez zamanda kendimizi tanımak gerektiğini hatırlatmak isterim. Her zaman “…ama ben bu işten nefret ediyorum!” deme şansınız var. İsterseniz şimdi bu yazıyı okurken bile, yüksek sesle bağırabilirsiniz; “İşimden nefret ediyorum” Elinize ne geçecek?

Ben sorulduğu zaman kendimi şanslı azınlık içinde gördüğümü söylerim. “Çünkü yaptığım işi çok seviyorum” diye devam ederim sözüme… Karşımdaki kim bilir içinden ne geçirir; “ne şanslı, acaba bu şans neden bizim orada dolaşmıyor? Ben neden yaptığım işi sevmiyorum.” Evet, yaptığım işi çok seviyorum, ama sevdiğim işi mi yapıyorum yoksa yaptığım işimi sevmeyi öğrendim, çoktan unuttum. Gün boyu karşıma sevimsiz konular çıkıyor. Bir kez bile hangisini sevip hangisini sevmediğimi düşünmüyorum.

Diyeceksiniz ki, senin artık çok tecrüben var. Tabii ki, yaşayın sizin de olacak. Ama tecrübesizlik bir kader mi? Kimse ömrünün sonuna kadar tecrübesiz kalmıyor. Er ya da geç hayat bize öğretiyor. Bu öğretiyi daha çabuk edinmemek niye? Dönüp baktığımda geçmişte de özellikle işe yeni girdiğim ‘çömezlik’ zamanlarında sevmediğim pek çok şeyle uğraştığımı hatırlıyorum. Size önermek istediğim yöntemlerden biri, iş hayatına girmeden önceki dönemde staj yapmak… Biliyorum kimileriniz aklından, “Urfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık” gibi bir soru geçiyor. İsterseniz karanlığa birlikte sövebiliriz. Yoksa bir ışık da biz mi yakalım… İlgimiz olduğunu düşündüğümüz alanlara yatırım yapabiliriz. Hem yeteneklerimizi geliştirir hem de geleceğimizi nasıl görmek istediğimizi anlamamıza yardımcı olur.

İmkansızlıklar ya da içinde yaşadığımız makro sistemler bizim kontrolümüzün kısıtlı olduğu bir alan. Ama kendimizi tanırken ve bize uygun şirketleri araştırırken kontrol elimizde. Suçlamak, durumu kabullenip ileriye adım atmamak demek. Sonrasında da bize kendimizi iyice içine hapsettiğimiz bir yerde bolca yakınmak kalıyor.

Sorunu dışarıda aramamızla ilgili bir araştırma geçtiğimiz haftalarda basına da yansıdı. Detaylarını okumak isteyenler için Radikal Gazetesi’nde yayımlandığını belirtebilirim. Araştırmanın kaynağı Ticaret Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Banu Sayıner. Sayıner,  Yıldız Teknik Üniversitesi’nden 1246 öğrenciyi kapsayan ‘Yönetim odakları farklı yükseköğretim gençliğinin sorunları ve başa çıkma yöntemleri’ başlıklı araştırmasında öğrencilere anket uygulamış. Sonuca bakacak olursak sorunlarının çözümünü kadere bırakanlar çoğunlukta. Gençler en çok ‘Kadere bırakırım’ maddesine puan vermiş. Üniversitelilerin çoğu (yüzde 69.6) başına gelen tatsız durumların sorumlusu olarak ‘başkalarını’ görüyor. Dünya meseleleriyle ilgili olarak kontrolün dış güçlerin elinde olduğunu düşünenler yüzde 61.7. Yerel ve ulusal düzeydeki kötü idareden uzun vadede halk sorumlu diyenler yüzde 68.7. İnsanların yaşamında karşılaştığı mutsuzlukların çoğu, biraz da kendi şanssızlıklarına bağlıdır diye düşünenler yüzde 41.3’ken, insanların talihsizlikleri yaptıkları hataların sonucudur diyenler yüzde 58.7. Siyasetçilerin kapalı kapılar ardında yaptıkları işlerin üzerinde halkın kontrolünün olmadığına inananlar yüzde 50.1.

Araştırmanın bize gösterdikleri arasında; sorun çözme kültürümüz ve etkin bireyler olarak davranıp davranamadığımız, sorgulanması gereken konular arasında. Gelişmişlik ve demokrasinin önemli unsurlarından biri sivil toplum. Devletle toplum arasındaki boşluğu dolduran önemli yapılar bunlar. Sivil toplum ne yazık ki Türkiye’de güçlü değil. Karanlığa sövmemizin bir nedeni de hiç şüphesiz ki bu eksiklik! Haksız değilsiniz, haksız değiliz. Ama çözüm bir başkasının cebindeki anahtarda da değil. Unutmayın, yine bizde. Yakınan biziz, ama çözecek olan da biziz.

Çözüm için biraz kafa yoralım o zaman. Yine başka başka noktalardan bakmaya çalışabilir miyiz soruna? Kabiliyetlerimiz çoğu zaman işimizle bire bir örtüşmüyor. İdeal olan yapmak zorunda olduklarımız, kabiliyetlerimiz ve yapmaktan zevk aldıklarımızın kesiştiği alanın mümkün olduğunca geniş olması. Oysa örgüt kültürüyle sizin kültürünüzün ne kadar örtüştüğü de belirleyici etkenlerden. Bazen kaderin önüne geçilmiyor diyelim, ama kaderin bize tanıdığı nefes alabildiğimiz alanlar da yok değil. Biraz bu noktadan bakmaya ne dersiniz?

Yönetim düşünürü Charles Handy’e göre dört çeşit organizasyon kültürü var: Güç kültürü, rol kültürü, başarı kültürü ve destek kültürü. Güç kültürüne sahip olan şirketlerde kararlar tepede oluşur. Önemli olan gücü elinde tutana yakın olmak. Rol kültüründe herkesin tanımı belli. Yabancı şirketler örnek gösterilebilir. Rol kültürünün ağır bastığı yapılarda rolün dışına çıkmak pek mümkün değil. Üçüncü örgüt kültürü olan başarı kültürünün en güzel örneği Microsoft. Sizin ne yaptığınız ve kattığınız artı değer önemli. Bill Gates hala kendini “Chief Architect” (Baş Mimar) olarak tanımlıyor. Ne yazık ki bir sürü Microsoft yok. Bu kültürde sonuç elde etmek önemli. Destek kültüründe iletişim, kardeşlik, sevgi önemli. Bu şekilde çalışan ticari şirket bulmak hayal diyebilir miyiz? Sanırım diyebiliriz. Unutmayın bir şirketin kültürü sıkı sıkıya bu kategorilerden birine girmek zorunda olmasa da, birine mutlaka daha yakın duruyor. Peki, mülakata gittiğiniz kaç firmanın yapısına bu gözle baktınız, şu an çalıştığınız işe girerken hangi kriterleri göz önünde bulundurdunuz? Hiç mi?

Önemli bir detay; rüya işi yapmak için rüya işin ne olduğunu kendinize tanımlamanız gerekir. Neyin rüya olduğunu bilmeniz gerekir. En azından neyi istemediğinizi tarif etmelisiniz. Bir diğer ifadeyle kim olduğunuzu, isteklerinizi, bununla birlikte artı ve eksilerinizi… Zayıf ve güçlü yönlerinizi…

Bir işte ne aradığınız kişilik faktörlerinizle de ilintili. Örneğin otorite; ne kadar riskten kaçan, ya da riske yatkın biri olduğunuz, ne kadar bireysel olduğunuz otoriteye bakışınızı belirler. Sosyallik iş seçiminde bir diğer önemli kişilik faktörü. Ne kadar dışa dönük, ne kadar içe kapalı olduğunuz işinizde nasıl bir ortamdan mutlu olduğunuzu anlamakta yol gösterir. Bazı insan hızlı ve heyecanlı bir iş ister. Birinin sabrı daha fazladır ve geç tepkiler verir. Ürün ömrü kısa olan şirketlerde hızlı kararlar vermek gerekir. Kuraldışı, pragmatik olmanız ya da kuralcı olmanız da resmiyetle ilgili. Prosedürlere çok bağlı bir insansanız rol kültürünün hakim olduğu bir işte başarılı ve mutlu olabilirsiniz.

Hayallerimiz de çevreniz de ne yazık ki sabit değilsiniz. Çevremizdeki hızlı değişimle hayallerimiz de değişiyor. Belki de hayalleri yenilemek gerekiyor.

Ben gelen yanıtlardan bir kısmını haklı bulduysam da bir kısmını bulamadım. Öncelikle ne aradığımızı bilmeliyiz. Çalıştığınız işi hayaliniz yapabilirsiniz. Ben herkesin, istisna işler, istisna durumlar dışında sevilebileceğini, “işte bunu hayal ediyordum” denebileceğini düşünüyorum. Buna karşılık pek çok kişinin yaptığı işe ve kaderine küfrettiğini görüyorum.

SİZDEN GELEN YANITLARDAN ÖRNEKLER

“İçinde var olan sistemin köhneleşmiş yapısında hayallerle ilgili olarak var olan yaklaşımlar ne derece doğrusal bir acıya temayül edecektir? Ya da vardığınız noktada elde var olanları gözden çıkarmak ne derece reel olacaktır?”

Hayal ettiğiniz şeyi soyut ve hayal olarak kalması gereken bir şey değil. Yaratıcı olan her şey önce zihinde hayal edilendir. Hayaller sizi gerçeklerden uzaklaştırmaz.

“Yaptığım iş hayalimdeki iş olduğunu sandığım iş. Bazen insanlar hayallerinde yanılabiliyor. Ya da hayalindeki işe uygun olmayabiliyor. Sanırım ikinci sebep daha olası. Gene de umutsuz olmamak lazım, belki bu aşamalardan geçilmesi gerekiyor. Bu arada bir not: Mezun olduğum bölümle alakalı bir iş yapıyorum.”

Türkiye’nin eğitim yapısında hayal ettiğiniz meslekle ilgili bölümde okuyamayabiliyorsunuz. Ancak çevrenize bir bakının, gazete dergi sayfalarını çevirin… Okuduğu bölümle ilgili bir iş yapmayan o kadar çok kişi var ki… Bardağın dolu tarafından bakmanızı öneriyorum. İstediği bölümde okuyup sonra aynı alanda kariyere başlayıp aslında hayal ettiğinin bu olmadığını gören, deneyen ve farklı sulara yelken açan öyle çok kişi var ki… Hayallerde yanılabilirsiniz, hayal ettiğiniz işe uygun olmayabilirsiniz, bunu görüp karar vermek için hiçbir zaman geç değil… Size katılıyorum umutsuz olmamak lazım, herkes bu aşamalardan geçiyor…

“Haklısınız ki çoğumuz yeteneklerimizi çalışmaya başladıktan sonra daha net görmeye başlıyoruz, dönüp baktığımızda ise bu yerlerde referansları ile gelmiş kişiler oturabiliyor. Acaba bizim bu yerlere erişebilmemiz için daha hangi imkanlara sahip olmamız gerekiyor? Lisanım iyi derecede ve ilk işimde birtakım gelişimler kaydettim. Fakat hedeflediğim firma/kurum ve pozisyonlar dolu. Ne yapmalıyım?”

Hedeflediğiniz tüm firmalar, tüm kurumlar ve bu kurumların hepsindeki pozisyonlar mı dolu? Yoksa sadece sizin istedikleriniz mi? Peki o pozisyon için yeterli deneyiminiz var mı? Neden bir yerden başlayıp önce deneyim kazanıp ardından o hedeflediğiniz kurum ve pozisyonlara göz dikmiyorsunuz… Hepsi dolu demek baştan havlu atmak anlamına gelmiyor mu? Bence mutlaka bir yerden başlamak gerekli…

“Bizi mutlu ettiğini sandığımız para aslında sevmediğimiz işleri yaparken duyduğumuz mutsuzluğu ve sıkıntıyı örtbas ediyor.”

Kim ne kadar zengin olursa olsun eninde sonunda herkes yaptığı işin karşılığını almak istiyor, ki almalı da… Para ne kadar motivasyon unsuru olabilir bilmiyorum, tartışılabilir… Bence kişiye göre değişir… Çok kazanamadığı için hayal ettikleri işten ayrılanları da, çok iyi kazanmasına rağmen hayal ettiği iş için paradan vazgeçenleri de gördüm, tanıdım, okudum, dinledim…

“Aslında Endüstri mühendisiyim ama Antalya’da ikamet ettiğim için doğru dürüst bir iş bulamadım kendime; ben yaratıcı zihnime yönelik bir iş istiyorum; mesela reklamcılık, iş geliştirme veya meslek içi bir eğitimden sonra kalite danışmanlığı hayalimdeki işler… Sizce ne yapabilirim?”

Hayal ettiğiniz meslekler var. Önce bunlara uygun olup olmadığınızı görmek için denemeniz gerekiyor… Bu alandaki firmalara başvurmanız, bu alanda deneyiminiz olmadığı için stajla başlamanız iyi olabilir. Hem hayalinizdeki mesleğe uygun olup olmadığınızı bu zaman aralığında öğrenmiş olursunuz…

 

Paylaş