GÜLMEYEN TEŞEKKÜR EDEMEZ

Beğenmek ve sevmek bizim için yabancı duygular. Teşekkür edemez, ne kadar güzelsin diyemeyiz. İşinde başarılı olduğunu söyleyemez, neden bunu böyle yapmadın diye kükreriz. Gel sana daha iyisini göstereyim diyen olmaz, neden yapmadın ya da düşünmedin diye başının etini yeriz.

Anne baba ve çocuk ilişkisine bir de öğretmen boyutunu ekleyin. Bu noktada hayal gücünüzü çalıştırın. Geçmiş çocukluğunuzdan da yola çıkabilirsiniz. Kendi çocuğunuza yaptıklarınızı düşünmek de yeterli olabilir. Bugün BMW gibi dolaşmanızın nedeni belki de çocukluğunuzda yatıyor.

Ödevinizi yaptınız, daha iyi yapmadığınız için eleştirildiniz; okula gittiniz, hevesle gitmediğiniz için eleştirildiniz; oyun oynadınız uslu oturmadığınız için eleştirildiniz; soru sordunuz abuk subuk konuştuğunuz için eleştirildiniz; üstünüzü kirlettiniz temiz olmadığınız için topa tutuldunuz.
Büyüdünüz, sizden daha kötü şartlarda büyüyen bir müdüre düştünüz. Size güler yüz göstermemek için elinden geleni yaptığını düşünüp anlam veremiyorsunuz. Bilmediğiniz bir şey var. O, bunu bir tek size değil, herkese yapıyor.

Pardon, bilmediğiniz iki şey var: diğeri de yakında siz de aynısını yapıyor olacaksınız.
Aranızda söylediklerime inanmayan varsa. Bir dakikalığına bırakın okumayı kaldırın kafanızı iş yerindeyseniz. Hemen insanların suratına bakın. Görebileceğiniz bir yerdeyse müdürünüzün suratına bir kere daha bakın.

Bakın canım… Bir şey olmaz.

Acı içindeler. Dünyanın tüm sorunları onların üzerinde. Gülmek de ne? Bu nasıl büyük bir keder.
Gülmeyen adam teşekkür de edemez. Gülmeyen adam””aferin”” diyemez. Gülmeyen adam, “”tebrik ederim”” diyemez.

GÖZÜNÜN İÇİNE BAKSANA

Harvard’lı araştırmacıların kitabından birkaç gözlem ve ipucu ileteceğim. Çalışanların çoğu iş yerlerinde üstlerinden ya da arkadaşlarından övgü almadıklarını söylüyorlarmış. Diğer bir ifadeyle çalışan insanlar övgü konusunda çok cimriymiş.

Ama insanlar övgü olsun torba dolsun diye söylenen sözlerden de hiç hoşlanmıyormuş. Yani eğer birilerini övecekseniz, ne dediğinizi bileceksiniz. Söylediğinizi gerçekten düşünüp tartacaksınız.

Öveceğim diye abartmayacaksınız.

Översem karizmam gider diye, görevi üçüncü şahıslara delege etmeyeceksiniz. Birisi hakkındaki “”iyi”” fikirlerinizi, kendisine söylemeyip, bir başkası aracılığıyla iletecekseniz, hiç iletmeyin daha iyi.
Eleştiriden en fazla nasibini alanlar yazarlar ve sinema sanatçılarıymış. Bunların arasında en fazla eleştirilenler ise örneğin en pahalı filmi çekenler, en pahalı kitabı yazanlarmış. Her neyse ürettiğiniz, ne kadar çok beklenti yaratır ise, eleştirilme şansı o kadar yüksek olurmuş.

SEÇ SEÇ AL, HEPSİ ELEŞTİRİ BUNLARIN

İnsanların eleştirileri konusunda yapılmış gözlemler bu eleştirileri birkaç değişik grupta topluyor. Bir şeyi ya da ürünü ya da bir kişiyi eleştirirken soyut kavramlar kullanırmışız. Örneğin hayatımda gördüğüm en kötü… Ne kadar kötü, ne kadar iğrenç, ne kadar fena belli değil. Ölçülemiyor ama çok çok…

Bir başka eleştiri türü… Bir ürünü kötülerken onu üreteni de mutlaka konuya dahil etmek için çaba sarfedermişiz. Bilinen bilinmeyen konuları yamarmışız.

Eleştirmek istediğimiz kişinin bu işi niye yaptığını küçümsemek için de elimizden geleni ardımıza koymazmışız: “” O zaten bu işi para için yapıyor. O zaten falancaya benzemek istiyor.””
Bir başka yaygın eleştiri türü de, bizimle hemfikir olmayanları eleştirmek.

Örneğin; bu yazdıklarımı beğenmiyorsanız, siz zaten hiçbir şeyden anlamıyorsunuz..

Bana göre en çarpıcı eleştiri türü ise, bir yandan kötülerken, bir yandan da tehdit etmek. Bunu herkese söyleyeceğim cümlesini olumsuz fikirlerinizin hemen arkasına ilave ederseniz, daha etkili oluyormuş.

Ohhh çok rahatladım.

 

Paylaş