Güç Yozlaştırır

Güç yozlaştırır. Lord Acton

 Zelenski, Putin, Macron, Biden, az biraz Johnson, bir miktar MBS (Muhammed bin Selman) … Unutmayalım Zuckerberg, Musk da var… sanırsın arkadaş grubumuzdan söz ediyoruz değil mi… ve daha niceleri tabii. Koltuktayken askerlik arkadaşı, kalktıkları an “neydi… dilimin ucunda söyleyeceğim şimdi” tadında bireyler. Lider deniyor. Varlıklarıyla her konuyu sarıp nefessiz bıraktıklarından yerli malına girmem.

Bu sezon Ukrayna ve Rusya Devlet Başkanlarıyla Amerikan Başkanı gişe yapıyor.  Adı sanı hiçbir zaman bilinmeyecek milyonların kaderi bu insanların iki dudağı arasında. Mutlu olduklarında, öfkeli ya da üzgün olduklarında… çocukken yaşadıkları travma nedeniyle, yoksunlukları ya da varlıklarıyla, aileleriyle… yetmez intikam duyguları ya da şefkatten yana zenginlikleriyle… eğitimleri, vizyonları, cesaretleriyle milyarlarca bireyin kaderi onların ellerinde.

Prof. Dr. Acar Baltaş, özellikle kurumsal dünyanın en yakından tanıdığı psikologlardan. Nedeni, psikolojinin insan ihtiyaçları ve iş hayatının sorunları için bir çözüm olduğunu sabırla anlatması, başarıya ulaşma aşkıyla yanan tutuşan liderlerin formülü çözme gayretiyle başvurdukları kaynak olduğu için. Üretken bir akademisyen ve danışman. Fikirleri, konuşmaları, yayınları bu çalışmanın çıktıları. Stres ve beden dili gibi bugün pek sık kullandığımız kavramların anlamlarıyla tanıştıran da büyük ölçüde kendisi… Ev halkına mal olmuş görünen teknik ve akademik psikoloji terimlerinin var – yok her şeye kullanılıyor olmasından mutlu olmasa gerek.  Sohbetimiz bir anlamıyla bu! Ana başlığı liderlik diyebiliriz. Hayat değişiyor. Koşullar değişiyor, ihtiyaçlar ve zorunluluklar değişiyor… liderlik ve diğer kurumsal kavramların aynı şekilde kalmaları sanırım beklenmemeli.

Bu söyleşide diğer alemi de konuştuk; “metaverse”. Yaşadığımız krizlerden oluşan bir türbülans mı, bir yıkım mı, transformasyon mu?…

Bundan yaklaşık 150 yıl önce yaşamış Lord Acton, “Güç yozlaştırır” demiş 1912’de ölmeden önce. Günümüz siyasi liderleri açısından geçerli olduğunu düşündüğümüz gibi, dünyanın teknoloji şirketlerinin eline geçmesi açısından görmeyi deneyebilirsiniz. George Orwell’in kaleme aldığı 1984’teki gibi bir toplumun ortaya çıkacağını düşünmek zor değil. Ukrayna’yı yaşıyoruz, 30 sene önce Bosna’yı unuttuk. Yemen’de dünyanın en büyük dramı yaşanmakta olsa da ilgi alanımızda değil. Gişede iş yapan Çin’i de unutmamak gerek. Bir atasözleri var, bir beddua olduğu da ifade ediliyor: “belirsiz zamanlarda yaşayasın inşallah” diye.

 

Peki ya Türkiye?…  Maalesef sorunlara hızlı, kolay, ucuz, taktikle çözüm ararken içinden çıkılması daha zor sorunlar oluşuyor. Baltaş’ın söylediği gibi galiba bütün mesele siyasetin eğitim gerektirmemesi. Siyasetçi olmak için sadece ağzı laf yapmak ve aklına geleni söyleyip vaatte bulunmak yetiyor olabilir, liderliğin tanımını ve kapsamını doldurmuyor yazık ki. Ne diyelim! Acar Baltaş’la söyleşime yaprakozer.com’da metin, Youtube kanalımda video ve Spotify’da ses olarak ulaşmanız mümkün. Bu vesileyle, üzerine düşünmeye değer konularla, iyi bayramlar dilerim.

 

Yaprak Özer: Liderlik nedir? Yaşadığımız karmaşanın içerisinde nasıl bir yol çizersiniz?

Acar Baltaş: İnsanlar tarih sahnesinde görüldüğü andan itibaren topluluk halinde yaşamışlar. Topluluk halinde yaşamanın iki koşulu var, uyum gerekir ve her topluluğun bir hiyerarşisi vardır. İnsanlar da o hiyerarşide öne geçmek ister. Liderlik dediğimiz şey insanlık tarihi kadar. Topluluğa önderlik etmeyi içine alır. Tanımım son derece basit; liderlik, etkilemektir. Bugünkü liderlik açısından bakarsak; insanlarla bağ ve ilişki kurarak etkilemektir. Kurumsal düzeyde de farklı topluluklar düzeyinde de…

Bir liderde 4 tane temel özellik aranır. Siyasi liderlik perspektifini öne alarak ilerleyecek olursam, birincisi vizyon! Vizyonla en çok karışan şey, illüzyon. Tüm sosyopat, narsist veya sıradan insanların topluluk önüne geçmek için sonsuz hedefleri, idealleri, hayalleri olabilir. Bir vizyonu illüzyondan ayıran şey, vizyon sahibinin entelektüel ve zihinsel birikimidir. Ardından entelektüel birikimi yorumlayacak zekanın yani analitik düşünce biçiminin olmasıdır ki, burada kişinin geçmişine baktığınız zaman yaptıklarında görebilirsiniz. Üçüncü olarak vizyon, entelektüel – zihinsel birikimi, kendisini izleyen kitleler için anlamlı bir mesaja dönüştürmesi, son olarak, mesajın güçlü bir şekilde iletişimini yapabilmesi… Vizyon demek için bunlar gerekir.

Liderin dört özelliğinin ikincisi ahlaki bütünlüktür. Ahlaki bütünlük sahip olduğu imkanları kendisi ve yakın çevresi lehine kullanmaması, adil ve tutarlı olmasıdır. Liderliğin üçüncü özelliği; karar ve kararlılıktır. Karar ve kararlılık baskı altında ve az bilgiyle doğruya en yakın kararı verebilmektir. Dördüncü özellik ise yönetsel yetkinliğe sahip olmaktır. Bunun içine insan ilişkileri, duygusal zeka bağlamındaki özellikler girer. Yani vizyon, ahlaki bütünlük, karar ve kararlılık ile yönetsel yetkinlikler.

Sorunuzun çıkış noktası Zelenski’nin yolculuğuna bakarsak, neyi görüyoruz; sululuk sınırını aşan performanslarıyla toplumda tanınan bir komedyen, rol aldığı bir dizideki karakterle ki, halk, sıradan bir insanken yaptığı bir konuşmayla ülke gündemine gelen tarih öğretmeni karakterine ilgi gösteriyor. Netflix’e de gelecektir… Bu dizinin yarattığı rüzgarla başkanlık yolculuğuna çıkmış; yurt dışında yaşayan televizyon sahibi bir oligark desteğiyle finanse edilmiş, seçim sürecinde bir televizyon yıldızı olmasına rağmen hiçbir şekilde televizyona çıkmamış, rakibiyle tartışmaya girmemiş, hiçbir gazetecinin sorularını cevaplamamış biri. Ülkenin her yerinde görünürlüğü artırılarak, medyada ismi tekrarlanarak başkanlığa geliyor. Hukuk okumuş ama mesleğini uygulamamış, hayatında hiçbir şeyi yönetmemiş. Bu haliyle liderlik özelliklerinden hangisine sahip olduğunu söyleyebiliriz? Geriye; zor zamanda kaçmaması, kalarak sorumluluklarını yerine getirmeye çalışması kalıyor. Takdire şayan özellik midir; fazlasıyla. Ancak aynı özelliği gösteren ve ön safta savaşan milyonlarca Ukraynalı erkek var. Yani kahramanlık, cesaret liderliğin özelliklerinden biridir ama kişiyi lider yapmak için sıradan özelliklerden biridir. Bugün Türkiye açısından bakarsak izbelerde teröristlerle çarpışanlar var büyük cesaret, kahramanlık gösteren, arkadaşlarını da ateş altından çekip çıkartanlar var. O insanların kahramanlığını takdir ederiz, onlara minnettarlık duyarız ama bu sebeple ülkenin anahtarını teslim etmeyiz, bu kadar basit.

Gelelim liderliğin taktik ve stratejik boyutlarına. Taktik boyutlar, genellikle durumun sonucu ortaya çıkan problem veya fırsatları değerlendirmeyi içerir. Stratejik liderlik ise ulaşmak istediğiniz büyük hedefe gitmek için çizdiğiniz yoldur. Zelenski bağlamında karşımıza şöyle bir durum çıkıyor. Rusya aylar süren bir hazırlık süreci geçiriyor. Bu süreç içinde Amerikan ve İngiliz istihbaratı sürekli olarak Rusya’nın Ukrayna’ya saldıracağını söylüyor ve nitekim bu saldırıdan bir-bir buçuk ay önce bütün vatandaşlarını tahliye ediyor. Bir batılı ülkenin oradan vatandaşlarını tahliye etme telaşında olduğunu gördünüz mü? O telaşta olan bir tek Türkiye. Hala orada vatandaşlarımız var.

Liderliğin tanımlarından biri “Göz ola, dağın ardını göre, akıl ola başa geleceği bile!” Orta Asya’dan gelen Türklerin liderliği tanımlayan atasözü. Bu savaşın olacağıyla ilgili süreç aşikar. Rusya’nın niyetinin bu olduğu, Putin’in Rusya’yı, dağılan Sovyetler Birliği’nin gücüne getirip, 19. Yüzyıldaki Büyük Petro’nun, 2. Katerina’nın büyük Rusyası’nı kurma hedefinde olduğu görülüyor ve Batılı istihbarat örgütleri için çok zor değil, zaten aylarca süren yığınak yapıyor… Bir ordunun bir yerden bir yere gitmesi öyle kolay iş değildir, sırf göstermek için böyle bir şey yapılmaz. Göstermek için tatbikat yapılır sınırda. Gerçek bir liderin görmesi ve önlemler için girişimde bulunması gerekirdi. Diğer taraftan Putin’in liderliği bağlamında söylenecek başka şeyler var tabii ki.

 

Yaprak Özer: Bu ilkel savaş döneminde Metaverse denilen bilinmeyen bir şey var; iletişim. Olmayanı var göstermek ya da var olanı yok gösterebilmek gibi bir nokta. “İnsan felsefesini bilmediği işin teknisyeni olur” diyorsunuz. Kimden konuşursak konuşalım baktığımızda teknisyenden geçilmiyor.

Acar Baltaş: Teknisyenlik her iş için söz konusu. Bana sorarsanız dünyada en sistematik eğitim gerektiren 3 tane temel meslek var. Bunlar tıp, hukuk ve mühendislik. Hekimle karşılaşıyorsunuz, mekanik bir şekilde işini yapıyor, hekimle karşılaşıyorsunuz yaptığı işin ruhuna varıyor. Hastalığı değil hastayı insan olarak ele alıyor. Örnek; “çalışan canlısı” diye bir canlı yok dünyada. Onu çalışan olarak gördüğümüz zaman o da “yöneten” ve “şirket” olarak görüyor. Sonra aidiyetsizlikten, bağ kuramamaktan söz ediliyor. Liderlik yazın, 8 milyona yakın giriş çıkıyor Google’da. İngilizcesini girin, 3 milyara yakın çıkıyor. Dünyada liderlik ve yöneticilik konusunda bilgiye ihtiyaç yok. Bilgiden bol bir şey yok ama dünyanın her yerinde en yaygın olan şey kötü liderlik, kötü yöneticilik. Siyasette, sporda, kamu yönetiminde, özel sektörde ve sivil toplum örgütlerinde neden kötü yöneticilik yaygın? Yapılan işin felsefesinden uzak oldukları için, zor geldiği için. Yöneticilik sayıları, hedefleri, sonuçları yönetmek olduğu kadar insanlarla kurulan bağla ilişkili. O bağı kurmadığınız zaman muhasebeci türü yönetici oluyoruz. Yani hep dip toplamla ilişkide oluyoruz.

 

Yaprak Özer: Gelişmeler şaşırtıyor, öfkelendiriyor, korkutuyor… tüm bu beklenen ve beklenmeyen olayların ortasında sizin mesleğiniz nasıl evriliyor?

Acar Baltaş: Psikoloji, hayatın her alanıyla köprülenen bir disiplin. Yani sadece insanların sorunlarını çözen, dertlerine ortak olan değil hayatın her anlamıyla köprü kuran, 100’e yakın alt dalı olan bir disiplin oldu. İletişimden, reklamdan, pazarlamadan, endüstriden, dinden tutun her alanda psikolojinin alt dalı, onların da alt dalları var. Ne değişti? Olağanüstü bir ilgi ve itibar kazandı. Üniversitelerin lisans ve yüksek lisans hepsinde en kalabalık bölüm psikoloji ama karşılayacak hoca olmadığı için içinde psikolog olmayan psikoloji bölüm ve programları var. Böyle garabetler oluyor. Ayrıca insanların bireysel sorunları eskiden gizlenen saklanan bir şeyken psikologla seans da adeta bir statü sembolü.

 

Yaprak Özer: Lider tipleri nasıl evriliyor?

Acar Baltaş: Varolan iletişim boyutu gerçek ötesi bir durum. Toplumların ihtiyaç duyduğu lider özlemini onlara “mış gibi yaparak” göstermek diye tarif edilebilir. Düşünün, Fransa De Gaulle’den, Jacques Chirac’tan, Mitterrand’dan sonra Macron’a kaldı. Fransa’ya acımak bize düşmez de bu saydığım isimlerden sonra karşınızdaki kişi Macron. Churchill’den sonra İngiltere’de karşımızda Boris Johnson gibi bir komedi figürü duruyor, Zelenski’den farklı değil gündelik uygulamalarında. Zelenski hiç olmazsa bunu televizyonda komedi olarak yapıyordu. Buna rağmen, Almanya’dan Merkel çıktı. Yani her toplum, kendi ihtiyacına göre olanı çıkartıyor.

Galilei ile ilgili bir hikâye vardır; engizisyon mahkemesinde yargılanıp “lanet olsun, sizin dediğiniz olsun, dünya düzdür, güneşin etrafında dönmüyor” deyip serbest bırakıldıktan sonra, Venedik’te kiliseler çanlarını çalarak kutlama yapar. Dünyanın güneşin etrafında dönmesi veya dünyanın dönmemesinin önemi; “Dünya evrenin merkezi, Papalık da dünyanın merkezi, dolayısıyla Papalığın evrenin merkezi” olmasıdır. “Dünya dönüyor” dendiği zaman bu denge bozuluyor. Çanlar çalarken, büyük usta yorgun, yenilmiş, canı sıkkın evine dönüyor. Evde asistanı bir karış suratla karşılıyor, konuşmuyorlar. Sonra asistanı “Yazık! kahramanı olmayan topluma” diyor. Bir süre sessizlik oluyor, Galilei “Yanlış! Yazık kahramana ihtiyaç duyan topluma” diyor. Kahramanı olmamak mı, kahramana ihtiyaç duymak mı… hangisi daha zor? Bu açıdan baktığımız zaman Ukrayna, Fransa bu tür kahramanlara ihtiyaç duydular. Bu insanların devlet insanlığıyla, yöneticilikle, yönetimle, stratejiyle, vizyonla alakaları yok. Her toplum layık olduğuyla yönetilir dersek ne kadar doğru olur, bilemiyorum. Fransa ve İngiltere bunu hak ediyor mu, bilemiyorum.

 

Yaprak Özer: Alıntılarınızda da yer verdiğiniz Japon düşünür Haruki, “fırtınadan çıktığınızda hiçbir zaman bir önceki kişi ya da bütünlük içinde olmayacaksınız” diyor. Biz belli ki bir fırtınadan geçiyoruz, bu fırtına bir gün biter mi bilmiyorum ama metaverse üzerine fikir ve çalışmalarınıza geçmek istiyorum. İfadelerine kulak verdiğim biri metaverse için, “okuma artık, gir, yap… bundan kaçmak yok.” Diğeri, “Yarın metaverse gelecek diye bekleme, Siri’yle konuşuyorsan, akıllı telefon kullanıyorsan içindesin…” dedi. Putin’inden Zelenski’sine yerel liderlerimizden ABD Başkanı’na… gün içinde oyun endüstrisinin içerisindeymişiz gibi hissediyorum. Haruki’ye geri dönecek olursak, fırtınadan çıktığımızda farkı görebilecek miyiz? Nasıl bir şeye dönüşeceğiz?

Acar Baltaş: İnsanlık tarihinde kendi hayat süresi içinde en büyük ikinci değişimi yaşayan kuşağız. Kendinizi 1900 yılında doğmuş gibi hissedin, şehrin merkezinde oturuyorsunuz İstanbul’da Taksim veya Beyazıt gibi düşünün. 10 yaşında camdan dışarıya baktığınız zaman ne görüyorsunuz? Atları, arabaları, faytonları, daha büyük faytonları vs. 30 yaşına geldiniz, aynı camdan bakıyorsunuz, ne görüyorsunuz? Atların, önemli ölçüde yerini almış olan arabalar ve raylı sistemler. Şimdi 1. Dünya Savaşı sonunda lojistik, ihtiyaçlar sebebiyle oluşan demiryolları ve motorlu araçlar yani mobilite insan hayatındaki 3 büyük kararı değiştirdi: nerede yaşayacağım, ne iş yapacağım ve bunu kiminle yapacağım. O dönemde bu 3 büyük karar kendiliğinden verilirdi, insanlar doğduğu yerde yaşar, annesinin babasının yaptığı işi yapar ve bunu da ya kuzenlerden biriyle ya da komşu çocuklarından biriyle yapardı. Şimdi aile dinamik, aileye yabancıların girmesi ve bunun ötesinde insanların yaşadığı yerin dışına çıkıp farklı işler yapmaya başlaması, toplum dinamiğini bütünüyle değiştirdi. Klişe metafor vardır ki, bilimsel olarak doğru değildir; “kurbağayı 50 derece suya atarsan ölür de işte yavaş yavaş ısıtırsan yaşar”. 50 dereceye gelince mutlaka hücreler çözülüyor ve ölüyor kurbağa. Biz ikinci büyük değişimi yaşıyoruz. Yani kendi hayat süremiz içinde okumayı, yazmayı, kağıdın üzerine kalemi koyarak, heceleyen bir kuşak olmaktan tuşlayarak öğrenen ve aynı anda birden fazla mekanda bulunabilen, Alexi, Siri’yle iletişimde, Zoom toplantılarındayız. Haruki’nin sözü bu açıdan son derece doğru. Haruki ile sizin sorunuzun örtüştüğü yer burası, “çıkacak mıyız yoksa, başka türlü devam edecek mi?” Burada gene bir klişe var “önemli olan uyum sağlamak”. İnsanın dünyada uyum sağlayamayacağı hiçbir şey yok. Belirsizliğe uyum sağlamakta zorluk çekiyor ki, bizim şu anda bulunduğumuz durum budur. Mesele, uyum sağladığımız şeye kendimizi ait hissetmemiz. Ne kadar ait hissediyoruz? Ne kadar ait hissedeceğiz?

Kevin Warwick, dünyada ilk cyborg olan insan. Eşi olan asistanıyla, konuşmadan anlaşabiliyor çiplerle. New York’tan Londra’ya hareket ettirebiliyor kolu. Diyor ki eşinizle konuşup konuşmamak meselesi değil yakın zamanda konuşmak ineklerin “möleme”si gibi bir eylem olacak… Bu çok mu ütopik, distopik, bilemiyorum ama bunun teknik olarak mümkün olduğunu biliyoruz. Metaverse açısından bakarsak, 2000 yılında bir İngiliz gazetesi internetin gelip geçici bir heves olduğunu söylüyor. Bence haklı, çünkü 2000 yılındaki internet insan hayatının içine girecek bir şey değil, bu işe meraklı olanlar için bir fantezi ama teknolojideki sıçramalı gelişmeyi bugün 5G ne hale getirdi! O zaman bunu görmek mümkün değildi. Bir teknolojinin hayata geçmesi için gerekli özelliklerden birincisi, bir ihtiyaca cevap vermesi; ikincisi, ticari olarak bir gelir yani bir kazanç vadetmesi. Üçüncü olarak da teknik olarak mümkün olması. Şimdi bu özelliklere baktığımız zaman ister istemez metaverse’in hayatımızda yer alacağını görüyoruz. Lüks tüketim markaları zaten girmeye başladılar. Üretimi ve tüketimi kolay olan kumar ve porno gibi şeyler ile eğitime olağanüstü fırsatlar açma potansiyelinde. Bundan kaçış yok! Riskler neler? Bugünkü uygulandığı şekliyle baktığımız zaman, kadınlar için rahat bir yer değil. BBC muhabiri 13 yaşında bir kız kimliğiyle girdiği yerde dehşet verici şeyler yaşadı. Toksik bir ortam. Aksi iddia edilse de önlenebilmiş değil ve nasıl önlenebileceği de bilinmiyor. Ayrıca şunu biliyoruz, örneğin Zuckerberg’in hayat amaçlarından bir tanesi iphone’u bir ihtiyaç olmaktan çıkartıp yerine kendi gözlüklerini koymak. On bin tane mühendis istihdam ediyor Avrupa’dan. Metaverse için dünyanın en büyük şantiyesi deniliyor. Bunları bir merak veya bir deneme olarak yapmıyor. Bu sanal yaşantıların insanlarda neyi doğuracağını bilmiyoruz ama bizi heyecanlı, bir sürecin beklediğini biliyoruz. NFT’ler nereye varacak? Bilinmiyor, şu anda bir heves. Bu arsa alımları ise tabii ki fiyasko, ilk hareket edenlerin yaşadığı fanteziler diyelim.

 

Yaprak Özer: Bu yolculukta Zelenski ile Putin arasında kişiselleşmiş dertler, öbür tarafta Facebook ve Apple tepesindeki insanların arasında negatif bir enerji var. Bu toksik liderlik ve özgüven tuhaf…  Bu savaş engellenebilirdi diplomasi, strateji kullanılabilseydi. Öbür tarafta metaverse’de toksik ortam da bir ölüm! Değerlerden söz ettiniz, vizyondan, ahlaki bütünlükten, lideri lider yapan olgulardan. İşte tam burada, bıraktığımız insan gibi çıkabilecek miyiz?

Acar Baltaş: MAMATA yani Meta-Facebook, Alfabet-Google, Microsoft, Amazon, Tesla ve Apple grubu bir bakıma dünyayı ele geçirme savaşında. Bugün ülkelerin kendi siyasi hedefleri ve genişlemeleri değil bu veriyi elinde bulunduranların dünyayı yönlendirme mücadelesi ve tabii ki kendi aralarında da ciddi olarak sorunlar yaşıyorlar. Biliyoruz ki, güç yozlaştırır. Lord Acton’un sözü. Lord Acton 1912’de ölmüş, bu sözü söyleyeli 120-130 sene olmuş. Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır. Günümüz siyasi liderleri açısından geçerli olduğunu düşündüğümüz gibi, bunun bu teknoloji şirketlerinin eline geçmesi açısından da aynı sorunları taşıyacağını ve George Orwell’ın 1984’teki gibi bir toplum ortaya çıkacağını düşünmek zor değil. Nitekim Çin bu yönde çok hızlı bir şekilde ilerlemiş vaziyette. Biz burada Ukrayna’yı yaşarken 30 sene önce Bosna’yı unutuyoruz, Avrupa’nın göbeğinde yaşananları! Güvenli bölge denilen yerlerde yapılan katliamların üzerinin örtüldüğünü de biliyoruz. Bırakalım 30 yıl önceyi ve Ukrayna’yı, bugün Yemen’de dünyanın en büyük dramı yaşanıyor. Ama dünyanın ilgi alanında değil. Ukraynalı kadınlara, annelere, çocuklara daha çok üzülüyoruz. İran’la Suudi Arabistan’ın itişmesi sebebiyle Yemen’de bin beteri oluyor! O, dünyanın görüşünün dışında! Çinlilerin, “belirsiz zamanlarda yaşayasın inşallah” diye bir bedduası var ki, bu 2019 yılında Venedik Bienali’nin kürasyon konseptiydi; “ilginç zamanlarda yaşayasın” diye çevirmişlerdi. Hakikaten ilginç ve belirsiz zamanlarda yaşıyoruz ve bu süreçten dönüşerek çıkacağız ve hep dönüşmeye de devam edeceğimizi görüyoruz. En azından 50 – 100 yıl sonrayı, bugün için düşünmek mümkün değil. Otuz sene evvel gittiğim Amerika’daki toplantılarda insanlar sahneye çıkar, kendilerinden geçmiş bir şekilde; Sonny’nin 50 yıllık vizyonu var falan diye konuşurlardı…  bugün 5 yıllık vizyondan söz edemeyiz birçok teknoloji şirketi için… Bambaşka bir yere gidiyor ve teknoloji şirketlerinin elindeki gücün bu kadar büyük olması, siyasi müdahalelere imkan vermesi, Kapitalizmin sınırsız büyümenin mümkün olduğu yönündeki, doğrulanmamış hipotezini hala zorlamamız, büyümeyi ve bu nüfusu taşıyamayan dünyanın en önemli sorunları. “Kendi çöpümüzde boğulacağız” sözü abartılmış değil, tam tersine durumu anlatmıyor. Çünkü kendimiz çöp olduk, plastik olduk, farkında değiliz! Yediğimiz bitkilerde dahi plastik var. Plastik, hücrelerimizin içinde.

 

Yaprak Özer: Türkiye’nin uyanması gereken önemli bir konu da hızla yaşlanan nüfusumuz. Onlar içinde yaşadığımız sorunları daha farklı bir ruh haliyle yaşıyorlar… şu anki ilkel sayılabilecek noktaya bile adapte olamamışken, metaverse’de ne yapacaklar? Çok acımasız buluyorum!

Acar Baltaş: Türkiye açısından düşünüyorsanız, toplumdaki büyük eşitsizlik, nitelikli eğitime ulaşmaktaki eşitsizliğin yarattığı gelir dağılımındaki bozulma, sağlık sistemi üzerinde getirdiği yük vs. gibi faktörleri göz önüne aldığımız zaman Türkiye maalesef sorunlarına hızlı, kolay, ucuz çözümler arıyor. Şimdi her sorunun gerçekte hızlı, kolay, ucuz bir çözümü var ama bu çözüm bir sonraki daha büyük sorunun temel sebebini oluşturuyor. Biz sorunlarımızı taktiksel olarak hızlı, kolay ve ucuz şekilde çözmeye çalışıyoruz. Onlar bir adım sonra önümüze, içinden çıkılması daha zor sorunlar olarak geliyor. Galiba bütün mesele siyasetin eğitim gerektirmemesi. Sadece ağzı laf yapmak ve aklına geleni söyleyip insanlara vaatte bulunmak yetiyor, siyasetçi olmak için. Bu tür siyasetçilere mahkum olduğumuz sürece sorunların köklü çözümünü beklemek gerçekçi olmuyor diye düşünüyorum.

Paylaş