Gribe Kemoterapi

 

Profesör Deniz Ülke Arıboğan siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve güvenlik konularında uzman. Sonuncusu, yani güvenlik konusu bana kalırsa önemli ve can alıcı bir nokta. Dünyada da Türkiye’de de az sayıda uzmanın bulunduğu bir alan. Arıboğan’la Kürt sorunundan girip nano teknolojiden çıktığımız, siyasetten girdiğimiz eğitimden çıktığımız, üzerine Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerini değerlendirdiğimiz sohbetin kendisi bir başarı hikayesi. Arıboğan kadınların, erkekler gibi iktidar delisi olmadıklarını, siyasetten hiç hoşlanmadığını, bir askerlik gibi kabul edip bir ara denemeye kalkıp hızla uzaklaştığını, eğitimde yönetici olmayı sevdiğini ve bundan sonraki kariyer çizgisinin bir yönetici olarak geçeceğini anlattı. Arıboğan’ın söyleşi içinde dile getirdiği pek çok konu gerçekten dikkat çekici ama bir akademisyen olarak eğitimle ilgili görüşleri ayrıca ders çıkarılacak nitelikte.

Kullandığım başlık Arıboğan’ın Kürt meselesini anlamadığımızı anlatmak için kullandığı bir benzetme. Sevdim. Gribe kemoterapi uyguladık, şimdi pek çok organı iflas eden bedenimize yeniden hayat vermeye çabalıyoruz. Yiten hayatlar ne yazık ki geri gelmiyor, her gün yeni canlar yitirirken, insan çok ama çok kötü oluyor.

Arıboğan’ın söyleşi kaydını izleyebilirsiniz, röportajın önemli bir bölümünü de yazılı olarak sizinle paylaşmak istiyorum.

Yaprak Özer: Bilgi Üniversitesi mütevelli heyeti üyesisiniz ve çok kısa zaman önce Bahçeşehir Üniversitesi rektörüydünüz. Az sayıdaki kadın rektörlerden biriydiniz. Kaç tane kadın rektör var şu an?

Deniz Ülke Arıboğan: 165 üniversite içerisinde sekiz tane kadın rektör var.

Yaprak Özer: Türkiye’ye sadece sekiz tane kadın rektör yakışır mı?

Deniz Ülke Arıboğan:  Sanırım fazla buluyorlar, daha da azaltılabilir. Yakışmıyor, aslında dünya standartlarıyla mukayese edildiğinde, akademideki kadın sayısı bakımından dünya rekoru standardına yükseliyoruz.  Yüzde 33 oranında Türkiye’deki akademisyen sayısı, kadınlar çok yoğun bir biçimde üniversitedeler.Yönetici statüsünde; dekan, rektör anlamında çok az kadın var.  Halbuki çok başarılı kadın rektörlerimiz var.

Yaprak Özer: Talip mi olmuyorlar yoksa sizlerin kararları erkekleri pek mutlu etmiyor mu?

Deniz Ülke Arıboğan:  Sanırım akla pek gelmiyor. Kocaman bir kurumu, on bin öğrencili, iki bin kadrolu falan yönetecek bir kimlik oluşturuyorsun ve onun bir kadın olabileceği pek akla gelmiyor. Çünkü erkekler bu iktidarı çok seviyorlar ve buna baş koyabiliyorlar. Kadınlar pek bunun içine de girmek istemiyorlar. Mücadeleler çok sert geçiyor ve kadınlar bundan hoşlanmıyorlar. Açıkçası kendimde bir mücadeleye girmeden seçilip, yerleştim. Öyle bir ortam olsaydı belki de kaçardım.

Yaprak Özer: Siyasetten kaçmanızı da buna yorumlayabilir miyiz? Sevmediniz mi?

Deniz Ülke Arıboğan:  Sevmedim. Bir akademisyenin siyasete yaklaşma biçimi ile siyasetin içerisindeki insanların siyasetten algıladıkları arasında çok büyük fark var.

Yaprak Özer: Akademik birikiminiz ile fark yaratırsınız.

Deniz Ülke Arıboğan:  Evet, ama akademisyenler siyasete girdiklerinde neye uğradıklarını şaşırıyorlar. Siyasete giren birkaç arkadaşım var ve neye uğradıklarını şaşırdılar. İyi bir şey söylüyorum derken birden çok yanlış anlamalara yol açacak sözler de sarf ettiler. Benim siyaset deneyimimde aslında bir siyasi partiye veya ideolojiye hizmet etmekten çok proje vardı… Bir Demokrat Parti çatısı kuruluyordu ve üçüncü bir parti girsin diye düşündüm. Yüzde 40’ı dışarıda kalan bir Meclis…  Bir tane daha partiyi sokmak gerekirdi. Bir çatı oluşur diye niyetlendim ama oluşmadı. Dağıldığı anda ben çekildim, herhangi bir partiye hizmet etmem. Orada bir siyasi hareket oluşturuluyordu. Siyasiler çok farklı şeyler düşünüyorlardı ve ben hemen çekildim. 15 gün falan sürdü sadece.  Ama bana yetti, artık yakınından dahi geçmem.

Yaprak Özer: Eğitiminizde güvenlik uzmanlığı var. Türkiye’ye ön plana çıkan güvenlik uzmanı, akademisyen yok. Özellikle kadın… Neden güvenliği seçtiniz?

Deniz Ülke Arıboğan: Dünyada da çok az. Aslında güvenlik dediğimiz şey; savunma konseptinden farklıdır. Savunma;  belli bir düşmana karşı oluşturacağınız, kendinizi koruma hattı olarak düşünülüyor. Güvenlik ise bir huzur sağlama aracı. Toplumu bir bütün olarak, sadece belli bir düşmana karşı değil,  yani global çevre krizine karşı da güvenlik konseptleri devreye giriyor. Kıtlık, açlık gibi konular da güvenlik konseptine giriyor.

Yaprak Özer: Toplum olarak bu ayrışmayı çok iyi benimsemedik. Güvenlik ve savunma arasındaki tanım kargaşası sizi rahatsız ediyor mu?

Deniz Ülke Arıboğan: Rahatsız ediyor çünkü bu çok önemli. Mesela Türkiye’nin de içinde bulunduğu Kürt mevzusunu savunma konseptine alırsanız, bu askeri bir olaydır ve buna askeri savunma hattımızı kullanıp, mücadele edelim noktasından bakarız. Halbuki bu bir güvenlik meselesi olduğu zaman, herkesin huzur içinde yaşayabileceği, daha donanımlı, alt yapısı daha iyi hazırlanmış, huzur paradigmaları oluşturmanız lazım. Sadece askeri mantık içerisinde değil, sosyal güvenliği, kültürel güvenliği, çevresel güvenliği var. Daha bir sürü şeyi ortaya çıkarmanız lazım. Savunma tek tarafı korumaya gider, güvenlik ise herkesi kapsar.

Yaprak Özer: Kürt sorununa bugüne kadar sadece savunma açısından mı baktık?

Deniz Ülke Arıboğan: Bu mevzu çok iyi algılanmadı. Hastaya doğru teşhisi yapmazsanız, doğru tedaviyi de uygulayamazsınız. Gribe karşı uygulanmış bir kemoterapi tedavisinden söz ediyoruz.  Bu tedavide, vücudun bağışıklık sistemini çok kötü şekilde hasara uğrattı. Var olan bir rahatsızlık söz konusu ve bunu bir hastalığa dönüştürdük. Bu olayı yanlış anlamamızdan da kaynaklandı ve hatta farklı düşüncelere karşı da çok sert davrandık. Kürt meselesi o değildir, şöyle yapmak lazım diyen herkes vatan haini ilan edildi. Hala da aynı koşullar devam ediyor.

Yaprak Özer: Konuşmaya korkmuyor musunuz?

Deniz Ülke Arıboğan: Burada aydınların sorumluluğu bu: yani hayata bir şey için geliyorsunuz. Devletin kaynaklarıyla yetiştim, devlet üniversitelerinde okudum. Devlet bana bunları sağladıktan sonra benimde bir borcum var herhalde. Borcumu da susarak ödeyemem. Bildiğimi söylerim, yanlış biliyor olabilirim ve yanlış söylüyor olabilirim. Birileri bana yanlış söylüyorsun, “doğrusu bu”, dediklerinde de ellerinden öperim. Ama mesele burada fikre karşı alternatif fikir üretmek değil, Türkiye’de fikri yok etmeye yönelik bir yaklaşım var.

Yaprak Özer: Bir yazınızda; “Barışa en yakın olunan nokta, şiddetin en sert vurduğu noktadır”  diyorsunuz. Ne demek istiyorsunuz?

Deniz Ülke Arıboğan: Hiroşima ve Nagazaki’ye bombalar atıldı ve barış anlaşması imzalandı. Savaşın en sert vurduğu nokta oydu. Her zaman öyledir, bir yeri teslim alırsınız. Buradaki mesele; teslim alma üzerinden odaklanıldığı zaman,  birinin teslim olup her şeyi bırakması. Halbuki burada, biri yendi, biri yenildi falan gibi bir şey yok. Devleti yenmek gibi bir şey yok zaten. Devleti,  eli silahlı altı yüz altı bin kişi olsa bile devleti yenemez.  Burada devlet bir model kurgulamak zorundadır. Artı bu devletin bir dış politika çizgisi var. Kürtlerle çatışmak üzerine algılanamaz, yerleşemez. Ortadoğu’da bölgesel bir lider olmak isteniyor ve buna yatırım yapıyorsa;  Kürtlerle çatışarak bu olamaz. Önce ilk müttefiklerimiz Kürtlerdir. Bu devlet hepimizin devletidir. Devletin kötü işlediği yerler var, hangimizin canını acıtmadı ki? Bu memleket solcusunu, İslamcısını, sağcısını, Kürt vatandaşın, emeklisini, kadınını acıttı. Bu devlet yanlış şeyler yapabilen ve düzeltmeye çalıştığımız bir devlet. Devlet hata yapamaz diye bir şey yoktur. Tanrısal bir olgu değildir.

Yaprak Özer: Nasıl değiştirebiliriz?

Deniz Ülke Arıboğan: Buradaki temel mevzu şu; Kürt meselesi sadece terörden ibaret bir mevzu değildir. Eli silahlı bir adamla elbette savaşırsınız. Onunla ayrı bir mücadele yaparsınız. Bunun dışında talepleri olan milyonlarca insan var. Onları dinlemek gerekiyor ve diyalog yollarının açık olması lazım. Bu insanları rahatsız eden şeyler varsa; neler olduğunu öğrenmek gerekiyor. Bir takım düzenlemeler yapılması lazım. Bir ülkenin coğrafyasında, bir bölge “ben ayrı yönetilmek istiyorum” da diyemez. Artı Kürt konusu Batı’ya çok kaymış durumda, yoğun bir göç var ve bu insanlar evlerinden, barklarından edildiler. Devlet, o insanların evlerini, köylerini yaktı ve terk etmek zorunda kaldılar. Bir insan, evini barkını terk edip, kendi yurdunda göçmen olması ne demek? Biz batılılar bunları bilmiyoruz. Bu insanların sosyal problemleri var, bunlar nasıl aşılacak? Bütün Türkiye’deki problemlerin daha ağırı: kadına yönelik, çocuklara yönelik istismarlar var. Bunların düzenlenmesine yönelik paketler var artı Kürt meselesi, sadece Türkiye’ye ait değil. Suriye, Irak, İran’ı kapsayan çok geniş bir mevzu. Bizim Kürtlerimizle, oradaki Kürtler akraba, bir de dış politika boyutu var, bunun ekonomisi var; eli silahlı 60 bin insana maaş ödüyorsunuz. PKK biterse bu insanlarla ne yapacaksınız?

Yaprak Özer: Türkiye hızla değişiyor ama bazı konularda bu değişimi göremiyoruz. Ne zaman tam olarak değişiriz? Değişirken bazı şeyleri atlamak doğal mıdır?

Deniz Ülke Arıboğan: Geçiş dönemleri her zaman sancılı olur. Türkiye değişiyor ve sadece Türkiye’nin içyapısıyla ilgili bir şey değil, dünyada bir uygarlık dönüşümü var. Türkiye tarım uygarlığından sanayi sonrasına geçişi 3-5 seneye sığdırdı. Bir ayağımız tarım uygarlığında yaşıyor. Bizim şu anda ülkemizin belli bölgelerinde, Ortaçağ’da yaşayan insanlar var. Daha sonra sanayi uygarlığına geldik. Bizim hayalimiz buydu ve alasını yaptık. Arabadan, televizyonuna, buzdolabına her şeyi üretiyoruz. Sanayi sonrası uygarlığına geçtik hatta dijital uygarlığa geçtik. Hepsini tutan bir coğrafya, burada gerilim olmamasına imkan yok. Türkiye, otuz milyon Facebook kullanıcısıyla dünya dördüncüsü, Twitter’da 4 milyon kullanıcısı var. İnanılmaz bir süratle adapte oluyoruz. Dünyada en çok cep telefonu kullanan ülkelerden biriyiz. Bütün bunlara baktığınız zaman Türkiye, dijital uygarlığa kadar sıçramış bir vizyona sahip. Tarım toplumundan hala toparlayamadığı kalıntıları var. Dijital ortamda bu kadar Facebook kullanıcısı olan bir ülkede bu kadar kadın öldürülmez. Burada bir tuhaflık var.

Yaprak Özer: Akademi ne yapıyor? Akademide bir kırılma, yeni konulara girme, farklı noktalarla bu konulara girme var mı?

Deniz Ülke Arıboğan: Yaralı yerimiz orası diyebilirim. Dünyada da, Türkiye’de de hayatın akış hızından daha geride kaldığını düşünüyorum. Benim bir süredir incelediğim bir konu bu, çünkü üniversitelerin tarihsel misyonu; toplumun önünde gitmek, öğretirken de, araştırma yaparken de toplumu yukarı çekmektir. Fakat öyle bir sisteme girdik ki; Yayın yapabilmek için 1-2 sene beklemeniz gerekiyor. Mesela dış politikası makalesi yazıyorsunuz; o yayınlanana kadar, dışişleri bakanı değişiyor, devletin politikası falan değişiyor. Eskiden bir de kitap vardı; kitap yazmak yıllar sürüyordu ama kitap çıktığı zaman dünya değişiyordu. Üniversiteler çok ciddi sorunlarla karşı karşıya. Bizler hocayız ve eskiden derse giriyorduk, bilgiyi veriyorduk, öğrenci şaşkın şekilde bizi dinliyordu şimdi ise benim bilgimin 10 katı önündeki bilgisayarda var. Öğrenciye ne anlatacağım ben?  Öğrencinin bilgi edinme olanakları olağanüstü boyutlara çıktı. Bir hocanın, hocalık yapması için bilgi vermesi yetmiyor. Bilgi denilen şey, yerin dibine sokulup, sonradan yukarı çıkarılıp, eleştirip, bir sürü bilginin buluşması haline getirilmeli. Powerpoint’i koyuyor hoca ve çocuğa özeti yazdırılıyor. Böyle hocalık olur mu? Böyle hocalık ve üniversite olmaz. Ders o ise, üniversitede öğrenebileceğinin çok daha fazlasını Facebookta 3-5 arkadaş sohbet ederek öğrenebilir. İyi hoca buna adapte oluyor ve sistemi, dünyayı takip ediyor. Uygarlığı yakalayamazsanız ucundan ve nereye gittiğini tespit edemezseniz; kendinizi geliştirme fırsatınız yok. Ben, benim hocamın, onun hocasının ve hatta onun hocanızın yaptıklarını yapıyorsam, bir bakarsınız büyük büyük hocanızın aynısı olmuşsunuz.  Böyle gelişiyor maalesef ama kendimizi geliştirmemiz ve üniversiteye gelmeleri için öğrencilere bir sebep vermemiz lazım.

Yaprak Özer: Türkiye’nin şuanda komşularıyla sıfır sorun ilişkisi adı altında daha değişik bir dış politikası var. Eski veya yeni dış politika diye bir şey var mı bizim hayatımızda?

Deniz Ülke Arıboğan: Türkiye, yeni formata göre kendisini yeniden şekillendiriyor. Komşularla “sıfır politikası” demek aslında hiç sorun yaşamayacağız demek değil. Hepsiyle sorunlu olduk aslında. Biz komşularımızla bizim sınır hatlarımız, birer savunma hattıydı. Şimdi ise ekonomik ve kültürel ilişkileri geliştirmek için aşılması gereken bariyerler haline geldi. “Yıkın duvarları” noktasında bir şey.  Türkiye, Suriye’ye doğru açıldı, Irak ile ilişkilerini sağlamlaştırdı, İran ile ilişkiler kurdu. Ermenistan’a ve Yunanistan’a doğru açılımlar yapmaya çalıştı. Türkiye, “benim artık güvenlik duvarlarım yok, tam tersine açacak kapılarım var.” demeye çalıştı. Fakat bu öyle bir zamanlamaya denk geldi ki; bu bölgelerde sorunlar, inanılmaz boyutlara çıktı.

Yaprak Özer: Düğmeye basılmış gibi oldu. Suriye ile samimi ilişkiler içerisindeyken, bugün onlara rest çekiyoruz. Öbür tarafta İsrail ile ilişkilerimiz hiç iyi değil. Birden Pandora’nın Kutusu açıldı ve ortaya değişik şeyler çıktı. Bunlar böyle mi olmalı?

Deniz Ülke Arıboğan: Türkiye, eski politikasını da uygulasaydı, gene aynı şeyleri yaşardı. Suriye’deki durum ile Türkiye’nin ne alakası var? Türkiye, Suriye ile çok kötü ilişkiler içerisinde de olsaydı değişen bir şey olmazdı. Türkiye, o halklara dokunma fırsatı yakaladı. Aslında o yönetimlerle ilişkiler kuruyoruz falan gibi görülürken, o yönetimler sayesinde halklara açılım fırsatları doğdu. Ortadoğu’da inanılmaz Türk dizileri furyası dönüyor. Çok ciddi bir ekonomisi olduğu gibi çok ciddi bir kültürel etkisi de var. Müthiş bir hayranlık besliyorlar ve Türk tipi aile kavramını öğrendiler. Bazı gençler, Türk gibi olmaya çalışıyor. Ortadoğu’da nereye giderseniz gidin bir Türk hayranlığı oluşmuş durumda. Bizde vaktiyle Amerika’ya hayrandık.

Yaprak Özer: Birileri bize hayranlık duyuyor, biz kime duyacağız bundan sonra?

Deniz Ülke Arıboğan: Birileri bize özeniyorsa bunun önemli bir sebebi vardır. Türkiye batıya dönük, modern ve çağdaş bir ülke. Ayrıca ben Batı sisteminin bir parçasıyım diyor.  Türkiye Ortadoğu’nun parçası olursa özenmelerine gerek kalmayacak. Fakat Türkiye, Ortadoğu’ya tüm kapılarını da kapamayacak. Türkiye, maalesef batılı olmanın birinci koşulunun doğu ve güneyle hiç ilgilenmemek olduğunu düşündü. Oralara tamamen kapılarını kapadı ve sınırdan geçilmesin diye Suriye sınırına  mayınlar döşedi, Irak sınırı askerlerle… İran zaten çok kötü bir devletti. Halbuki burada bizim akrabalarımız yaşıyor, bundan 100 yıl önce onlar bizim toprağımızın parçasıydı. Cumhuriyet kurduk ve burada varlığımızı sürdürmek için onların kapısını çalmayacağız noktasına gelindi. Ermenistan’a açısından da aynı şekilde; Ermenistan, Türkiye dışında dünyaya açılma kapısı olmayan, Türkiye’ye muhtaç bir ülke. Orada 2-3 fanatik laf söyledi diye kızıp duruyoruz. Ermenilere kızacak durumda mı Türkiye? Burası Türkiye!

Yaprak Özer: Bütün bunlar yaşanırken, sizin gününüz nasıl geçiyor? Bundan sonraki hedefiniz ne?

Deniz Ülke Arıboğan: Yarım günüm dünyada çıkan gazeteleri takip ederek geçiyor. Fakat sadece siyaseti değil, teknolojideki değişimleri de takip ederim. Beni Fütüristler Derneği Başkanı Ufuk Tarhan alıştırdı. Kendisi devamlı Twitter’dan linkler atıyor, mesela geçen var olan haber; üzerinize giyeceğiniz gömleği yıkamanıza gerek kalmamasıyla ilgiliydi.

Yaprak Özer: Bu ne işe yarıyor?

Deniz Ülke Arıboğan: Bir tişörtün veya gömleğin gelecekte yıkanmak zorunda olmayacağı fikri çok sosyolojik şeylere götürüyor bizi. Mesela çamaşır deterjanı kullanmayacaksınız demektir, kuru temizleme sektöründe problem olacağını gösterir, artı yeni bir Nano teknolojinin gelmesi Türkiye’de de bir teknolojik sıçrama yapılması gerektiğini gösterir. Türkiye’nin teknolojisi, eski teknoloji ile dünyayla rekabet edemezsiniz. Nano teknolojiye uygun markalar üretirsiniz. İtalya’dan eskiden ucuza çuvalla mal alıyorduk, şimdi ise çöpünü dahi dünyanın en pahalı noktasında satıyor. Hepsini markalaştırdı.

Yaprak Özer: Bunu siyasete nasıl bağlıyorsunuz?

Deniz Ülke Arıboğan: Bakın dünya bir değişim geçiriyor; teknoloji değiştiği gibi pazarın girdileri ve anlayışı da değişiyor. Dünya üzerinde küresel bir pazar var ve bu pazar uzun zamandır gelişiyordu. Bu yüzyıla baktığınız zaman her savaşla birlikte yeni alanlar açıldı. İkinci dünya savaşından sonra kapitalist pazar girdi.  Amerika yatırımlarını yaptı ve Avrupa müthiş bir pazar haline geldi. Yıktığınız bir yeri, neden yeniden inşa edersiniz? Mantığı mal satacaksınız. 1980’deki darbe ile Kenan Evren, Türk ekonomisini dünyaya açtı. Bakın o dönemde yapılan başka hiçbir şey yok. 1990’larda Sovyetler Birliği ve oradan arta kalan sosyalist pazar, şimdi Ortadoğu, açılmak zorunda. Pazar doydu ve yenileri açılmak zorunda. Afrika ise bir sonraki aşama, oraya doğru ilerleyecek. Buraları imar etmek lazım ama bu sistemlerle zor. Tek kaynak petrol ve oda devletin elinde, bu sebeple burjuva sınıfı oluşturulamıyor. Halbuki burada kuyumcusu, tekstilcisi, çaycısı da olmalı.

Yaprak Özer: Tüm bunlar bilinçli mi? Rolümüzü mü oynuyoruz yoksa onu yazıyor muyuz?

Deniz Ülke Arıboğan: Böyle bir boşluk oluşmasa, canımız istedi diye böyle bir rolü oynamak için oraya giremeyiz. Önce öyle bir rol oluşuyor, sonra sizde ona talip olup, devreye giriyorsunuz. Türkiye’nin o güne kadar oynadığı rol, bugünün koşullarına uymuyor.

Yaprak Özer: Kariyerinizde aldığınız en önemli risk nedir?

Deniz Ülke Arıboğan: Akademiden daha çok yöneticiliğe geçmekti. Akademik çalışma daha içe kapalıdır.

Yaprak Özer: Yöneticiliği sevdiniz mi?

Deniz Ülke Arıboğan: Sevdim. Ben 35 yaşından beri yöneticiyim.

Yaprak Özer: Buradan sonra nereye gidiyorsunuz?

Deniz Ülke Arıboğan: Siyasetin kapısını kapadım. Bundan sonra tamamen eğitim üzerine yatırım yapacağım. Nasıl daha iyi eğitim verilebilinir? Üniversitede ve sonrasındaki eğitim üzerinde çalışmalar yapacağım.

Yaprak Özer: Öğrencinin kalitesini nasıl arttırabileceğiz?

Deniz Ülke Arıboğan: Bir çocuğun okula gitmeden, okuma-yazma öğrenmesi artık zor değil. Milli eğitim bu yeni düzeni, sisteme adapte edemedi. Üniversitelerde de benzer şeyler var. Bu kadar yüzeysel ama bu kadar çok bilgiye sahip öğrencilerle karşılaşmakta bizim için de sürpriz. Fakat bilgilerin derinliği yok, onu derinleştirmek üniversitelerin görevi. Powerpoint’ten ders anlatmak yakında kalkacak ve örnek olaylar üzerinden konuşulup, konular tartışılarak ders anlatılacak.

Yaprak Özer: Yıllarca tartışmadan korktuk ve tartışmayı kavgaya çeviriyoruz. Bu sorunumuzu ne yapacağız?

Deniz Ülke Arıboğan: Kolay bir şey değil. Bende bu düzeyde olduğumuzu fark etmemiştim. Benim bulunduğum ortamlarda tartışma kültürü vardı. Twitter’da her konuyla ilgili yazı yazıyorum fakat burada şöyle yorumlar geliyor: “sen, kadın kafanla ne anlarsın?”, “sen zaten vatan hainisin”, “senin babanda vatan hainidir” gibi yorumlar geliyor. İlk başlarda kızıyordum çünkü hayatım boyunca hakarete uğramamıştım. Daha sonra adı duyulan kişiler aynı sorunu yaşıyorlar. Bana karşı çok yoğun bir olumsuzluk yok, 3-5 tane oldu ve yasakladım. Farklı bir düşünce gelince onu da Twitter’dan paylaşıyorum. Dış politikayla ilgili geçenlerde bir yazı yazdım ve “bu aslında İsrail değil, Amerika’ya mesaj verme amacını güdüyor” dedim. Bana dışişleri bakanlığının stratejistlerinden biri; “hayır, biz İsrail’i muhatap alıyoruz” dedi. Katılmıyordum ama düşüncesini diğer insanlarla paylaştım. Farklı görüşleri anlasınlar, görsünler istiyorum.

Paylaş