Gelecekten Ders Çıkarmak

Bazılarımız için… Yok yok, eğri oturup doğru konuşalım, neredeyse çoğumuz için, geçmişten ders çıkarmak bile imkansızken, gelecekten ders çıkarmak nasıl mümkün olabilir?

Seyirci koltuğunda oturan bir ülkeyiz, yerinden kımıldamayan hımbıl bireyleriz, bedenimizi oynatmak şöyle dursun beynimizin kıvrımları bozulacak diye ödümüz kopup kitap, gazete,makale okumuyoruz. Bize, Tele Vole iyi geliyor diye düşünüyoruz.

Gelecekten ders çıkarmak aklımızın ucundan dahi geçmiyor tabii. Ne verirlerse onunla yetiniyor, arada akıllı olduğu düşünülen bir iki kişi, kalkıp da kulaklarına çalının iki lakırdıyı taklit ettiği zaman, çok modern olduğuna kanaat getiriyoruz. Ve tabii ki, hiç düşünmeden taklit ediyoruz.
Bizim neyimize gelecek? Geldiği gibi gider.

Dünü halledememiş, bugünü yaşamayan, yarını umursamayan insanların neyine gelecek?
Siz de benim gibi kızıyor musunuz zaman zaman? Ben geleceğimi elimden almak isteyen herkese öfkeliyim.

İnsan boş bulunursa umutsuzluğa bile kapılabilir.

Beyin kıvrımlarınızın kör düğüm olmasından korkmayanlar birlikte hayal kuralım. Gelecekten ders çıkaralım mı?

İşte Size Bu Haftaki Teklifim
Gelişmiş ekonomiler, bilgi toplumu denilen süreci neredeyse yarıladılar ve benim bu yazının konusu olarak seçtiğim “”gelecek””le ilgili kafa yormayı bırakıp, çoktan çalışmaya ve üretmeye başladılar.
Bilgi Ekonomisi’nin ömrü 75-80 yıl. 2020′de bio-ekonomiye gireceğimiz var sayılıyor.

Hayattaki tüm canlılar dört evreden geçiyor. Doğuyor, büyüyor, olgunlaşıyor ve düşüşe geçiyoruz.
Internet kullanımının patlaması ile birlikte iletişim ekonomisinin diğer bir boyutuna geçildi. Bu boyutta artık bilgisayarlar, veri üzerinde çalışmaktan çok iletişim kurmaya yarar hale geldiler. Bilgisayarlar insanları, makineleri, ürün ve servisi, organizasyonları ve şebekeleri birbirine bağlıyor. ABD’de iletişim ağlarının giderek daha yoğun biçimde, sesten çok elektronik veri taşıdığı düşünülürse, 2003 yılında, sesle yapılan iletişim trafiğinin, toplam iletişim içerisindeki payının %2′nin altında kalacağı varsayılıyor.
Bilgi ekonomisinin de, internet teknolojisiyle olgunluğa ulaştığı, mikro çipler ve kablosuz iletişim sayesinde olgunluktan sonraki inişe geçerken, Bio Ekonomi’nin doğum sancılarından kurtulup, vücut bulacağına inanılıyor.

Bio Ekonomi
Aslına bakarsanız bio ekonomi 1953 yılında doğdu. Francis Crick ve James Watson DNA’nın bioloji kitaplarında bize okutulan o heliks yapısını keşfettiklerinde başlayan bir süreç.
Bio teknolojinin kendisini bio ekonomi olarak göstermeye başladığı bir sürece adım atmış bulunuyoruz.

Gelecek 20 yıl içinde organik bio teknoloji ile inorganik silikon bilgi teknolojilerinin ve adını telaffuz etmekte bile güçlük çektiğim tam olarak neyi ifade ettikleri konusunda derin bilgiye sahip olmadığım teknolojilerin birbirleriyle içli dışlı olacakları öngörülüyor.

Bütün bunlardan bana ne?

Diyebilirsiniz!

Buraya kadar katlanıp okuduğunuza göre, bundan sonrasını okumamanız için hiçbir neden görmüyorum.

Bilgi teknolojisi ile bio teknolojinin buluşması sayesinde bugüne kadar kendimizi ifade edebildiğimiz dört ana unsur; rakamlar, sözler, sesler ve görüntülerin yanına kendimizi ifade edebileceğimiz başka araçlar da katılacak. Bilgi yalnızca rakam, söz, ses ve görüntüye hapis olmayacak. Bilgi bir koku, bir tat, bir dokunuş, bir imaj, bir hayal formunun içinde de hayat bulabilecek.
Şimdi bütün bunlar müthiş şeyler değil mi?

Söz Yerine Yumruk, Ses Yerine Tekme
Lütfen yine o olumsuz tavrınıza dönmeyin.
Biliyorum neler söyleyeceğinizi. Ben sanki bu ülkede yaşamıyorum? Siz memleketin yarısının değil rakamla, sözle, ses ve görüntüyle iletişim kurmasını, bu tür araçların varlığından dahi haberdar olmadıklarını savunuyorsunuz.

Biliyorum, çünkü memleketimizde hala insanlar yumrukla selamlaşıyor, kafayla tokuşuyor, bağırarak anlaşıyor, ırzına geçerek seviyor, tekmeleyerek cezalandırıyor.
Gelecekten ders çıkarmakmış?

İnat olsun diye yapıyorum. Düşmeyeceğim, düşüremeyeceksiniz umutlarımı, geleceğe dönük ümitlerimi. Ben, çok yakında, sinemaya gittiğimde filmde oyuncuların yediği ananasın ya da çileğin kokusunu duyacağıma; sevgililer gününde gül kokulu bir e-mail alacağıma; sevdiklerimin kansere yenik düşmeyeceğine inanıyorum.

Bio ekonominin en fazla ve en kısa zamanda etkileyeceği sektörlerin ilaç, sağlık, tarım ve yiyecek olduğuna dikkat çekiliyor.

Sosyal Sigortalar Kurum’larının önündeki kuyruklar hala devam ediyor; SSK hastanelerinin İSO belgeleri almaları bunları değiştirmiyor, bilgi ekonomisini Bağkur’a borcu olanları eczanelere deşifre etmekte kullanıyor, borcu olanlara ilaç verilmeyeceğini gece gündüz gururla radyo ve TV’den söylersek sağlık sistemini düzelteceğimizi sanıyoruz.

Borcundan dolayı ilaç alamayanı iyileştiremediği hastalığı yüzünden yitirmekten korkmuyor; ama hepimizi hortumlamaya devam edenlerin itibarlarını her gün parlatmayı ihmal etmiyoruz.

Sistem İstemesek De Değişiyor
Yeni teknolojiler sağlık sistemlerini kökünden değiştiriyor. Biz de artık o zaman ithal ederiz. Seyirci koltuğundayız ya…

Bio teknoloji sayesinde üretilmiş ilaçlar piyasaya sürülmeye başladı bile. Bu tür ilaçlar şimdilik gelişmiş olan hastalıkları iyileştiriyor. Ancak önümüzdeki yıllarda hastalık tedavisi üzerine kurulmuş sağlık sisteminin önceden teşhis etme ve önlemek üzerine kurulacağı söyleniyor.

Bugün, hastalar tedavi oluyor.
Yarın, hasta olmayanlar başlarına gelebilecek hastalıklar için önleyici tedbirler alacaklar.
Bugün hastaneler, yatak kapasiteleriyle övünüyorlar. Ne kadar çok hasta yatak döşek yatarsa o kadar çok para kazanıyorlar.

Yarın, yatakları boşaltmak için bir yarış yaşanacak. Yatak hastasına bakmak para kazandırmadığı gibi, sistem insanların hastalanması üzerine değil, onların hastalanmaması üzerine kurulacak.

Disiplinler Birleşiyor
Bütün bunların yönetim bilimi ve insan kaynaklarıyla alakası ne diye düşünmüştünüz değil mi? Neden bu hafta kafasını teknolojilere taktı diye içinizden geçiriyordunuz değil mi?

Ben de ne düşünüyorum biliyor musunuz? Keşke sosyal bilimlerde harcadığım zamanın bir bölümünü pozitif bilimlerde harcamış olsaydım… Çünkü yarın, hatta daha da yakın bir zaman içinde pozitif ve sosyal bilim ayırımı kalmayacağına inanıyorum. Donanımım daha sağlam olurdu.

Ekonomiyi, dış politikadan; siyaseti, ekonomiden sıkı sıkıya ayırıp birbirinden koruyup kollayan bir zihniyet içinde bunları söylemek fantezi mi?… Ama unutmayın adı geçen sistem kılıklı sistem, bugün nasıl da iflasın eşiğinde…

Tabii yukarıda anlattıklarım bizler için sanki bir hayal.
Bazılarımızın hala tarım toplumunda yaşıyor olması, bilgi ekonomisini anlamakta zaman yitirmemize neden oluyor. Bazılarımızın sanayi devriminde kalmış olmaları, bio ekonominin bir film karesinden öte algı yaratamayacağı endişesi doğuruyor.

Etik Değerler
Sanayi toplumu bizi kirlilik ve çevrenin katliamı gibi korkunç olaylarla tanıştırdı. Bilgi toplumu özel hayatları yıktı. Bio ekonominin ciddi bir etik sorunu yaratması bekleniyor. İnsanların klonlanması, genetik patentleme, biyolojik yiyecekler, kalıtımsal hastalıklar ve bunların önlenmesi için geliştirilen teknikler ufkumuzu zorlayan yan konuları beraberinde getirecek. Aklınızda hayalinizde olmayan durumlarla karşılaşabilecek ya da birilerinin başına filmlerde rastladığımız olayların geldiğini göreceksiniz.

Ve bunlar olup biterken yeni meslekler doğacak. Örneğin hukukta yeni uzmanlık alanları çıkacak, tıpta değişik meslekler türeyecek, gazetecilik kılık değiştirecek, askerlik, din, yerel yönetimler, politika, ekonomi, uluslar arası ilişkiler… Hiç biri eskisi olmayacak.

11 Eylül’de yaşananları anımsamanızı tavsiye ediyorum.
Türkiye’de, tüm bu gelişmelerin çok dışında yaşıyormuş gibi davranmaya devam etme şansınız var.

Daha uzun yıllar, sizin, benim, çocuğunuzun cebinden çaldığı paralarla kendilerine holding kurup; besledikleri yandaşlarının çıkar sarmalı içinde ve pişkinlikle bir de abide gibi dikilen şehir aşiretlerine ses çıkarmayabiliriz.

Başımıza gelenleri tevekkülle karşılayıp, başkalarının gelecekle ilgili anlattıklarını ağzımızın suyu akarak dinleyebiliriz.

Başkaları mahalle sinemasında kokulu filmler izlerken, bizler artık taze portakalın bile kokusunun kalmadığını gördüğümüzde çok geç olmuş olabilir.

 

Şempanzelere Haksızlık Edemem
Biliyor musunuz gen haritamızın çözülmesinde böceklerin, bitkilerin çok önemli katkısı var. Onlar üzerinde yapılan deneyler insan gen haritasının yüzde 40′ının ortaya çıkarılmasında büyük adımlar atılmasına neden oldu. Gen haritamızın yüzde 98.6′sı şempanzelerinkiyle aynı. Ne yani, bizi insan yapan aradaki yüzde 1.4′lük kısım mı?

Afganistan’da yaşananlara baktıkça, kadın ve çocukların, yaşlı ve masumların başına gelenleri anımsadıkça; 11 Eylül günü bir uçağın içinde kim bilir nerelere gitmeyi hedeflemişken gökdelenlerin içine, insanların üstüne düşenleri hatırladıkça…

İnsanı insan yapan değerlerin o kadar küçük bir noktada düğümlenip kalması beni alıp götürüyor.
Ve sonra tüm olanlar ile şempanzelerle insanoğlu arasındaki benzerliği düşünüyorum ve şempanzelere haksızlık ettiğim için utanıyorum!

Tehlikeli Fırsatlar
Stan Davis bir gelecek bilimci. Gelecekten ders çıkarmak anlamını taşıyan, “”Lessons from the Future”” başlıklı kitabın yazarı.
Davis geçtiğimiz hafta Eczacıbaşı Holding’in davetlisi olarak Türkiye’deydi. Kendisiyle tanışma ve sohbet etme fırsatını yakaladım. Kitabında söz ettiği bir kavram var ki, benim özellikle ilgimi çekti: Tehlikeli fırsatlar.

Doğrusunu isterseniz Türkiye ile ilgili pek bilgisi yok. İslamla ilgili de… Neden bu konuları bilmeden Türkiye’ye ya da benzer ülkelere giderler hiç anlamamışımdır. Neyse onun bildiği çok ilginç başka şeyler var: bio teknoloji, bio ekonomi, dün ve yarın arasındaki fark ve sentez gibi…

Tehlikeli Fırsatlar, insan ömrü ya da ülkelerin yaşam eğrileri içinde karşılarına çıkan durumlar arasında yerini alıyor.

Teşhis edebilirseniz ne ala… Ettiniz ne yapacağınızı bilirseniz çok güzel. Ne yapacağınızı düşündünüz, riskleri hesap edebilirseniz bravo. Riskleri hesap ettiniz, o adımı atmaktan korkmazsanız tebrikler.

Adı üzerinde tehlikeli ama önemli fırsatlar.
11 Eylül bunlardan ne yazık ki biri. Pek çok insan din, dil, ırk ve coğrafya gözetilmeksizin hayatlarını kaybetti, bazı aileler söndü, bazıları ömür boyu izler taşıyacaklar…

Bunun Nesi Fırsat?
Eğer bir milat gibi düşünecek olursak, ondan öncesi ve ondan sonrası! Ve bu miladı her şeyden önce kendi hayatımıza yerleştirirsek. Yerleştirdiğimiz olayın, yerleşik değerlerimize nüfus etmesine izin verirsek…

Deprem gibi demek daha mı doğru acaba. Sonuçta ateş düştüğü yeri yakıyor. Deprem bizim canımızı çok yaktı.

Örneğin, güven duygunuz. Kaldı mı? Geleceğe dair.
Stan Davis, Türkiye’nin sayabildiği kadarıyla üç kez, hadi bilemediniz dört kez bu tehlikeli fırsatlarla karşılaştığına dikkat çekti. Sonuncusunun 11 Eylül olduğunu düşünüyor. Bu tehlikeli fırsatı yakalayıp yakalayamayacağını merak ettiğini söyledi.

Ben de merak ediyorum.
Siz Türkiye’nin içinde bulunduğu döneme dair fırsatları kullanabileceğine inanıyor musunuz? Akıllı, planlı, riskleri hesap etmiş, geleceği öngörmekle kalmamış, geçmişten çıkardığı dersleri gelecekten aldığı dersle birleştirmiş bir ülkede yaşadığınızı düşünebiliyor musunuz?
Ben hayal etmek istiyorum!

Lessons From The Future
Size biraz daha sözünü ettiğim kitapla ilgili ipucu vereyim, bazılarınız okumak isteyebilir;
Günümüz ekonomisini hız, elektronik bağlantı ve soyut kavramlar yönlendiriyor. Yaratıcı ve yenilikçi düşünceyi buralarda aramak gerekir

Mikroişlemciler artık hayatımızdaki birçok şeyin (araç-gereç, giysi vs) içinde yer alıyor. Bunlar birbirleriyle ilişki kurmaya başladıklarında tüm ürünler ve onlarla bağlantılı servisler bilgiyle donatılmış olacaklar.

Pek çok kural değişiyor:
“”Eksilen kazanç”” yerini “”yükselen kazanç””a;
“”Değerleri yükselten kıtlık”” kavramı yerini “”Değerleri yükselten bolluk”” kavramına;
“”Kaliteli üretim, maliyeti yükseltir”” anlayışı yerini “”En iyi üretim, maliyeti en düşük olandır”” anlayışına bırakıyor.

Bu, bilgiye dayanan bir çağın başlangıcıdır. Geçmişte başarıyı getiren ve gelecekte başarmak için gereksinim duyduklarımız, aslında yakın geçmişte yaptıklarımız bile değildir.
Geçmişte somut, elle tutulur nesnelerin toplamından oluşan ekonominin yükselen değerleri artık, hizmet, bilgi, marka gibi elle tutulamayan, soyut değerler oldu.

Geleneksel sınırlarımız eriyor. Artık alıcılar satıyor, satıcılar alıyor. Ev ofise dönüşüyor. Kullanma ve sahip olma, bilme ve öğrenme, gerçek ve sanal arasındaki çizgi artık yok. Yönetici ve çalışan arasındaki ayrım da giderek yok oluyor. Sonuçta tüm zıtlıkların birbiri içinde eriyip gittiğini söyleyebiliriz.

Burada bir yönetici, girişimci, tüketici ya da birey olarak görevimiz, bu “”bulanıklığı”” idare etmek, hızını kesmeden yoluna devam etmesini sağlamak, dünyamızın dengesini kaybetmesine engel olmaktır.

 

Paylaş