Etiketsiz hayat çok rahat

Önemli olduğunuzu taşıdığınız sıfatla aktardığınızda, insanlar etiketinizin içindeki kelimelere boğuluyor. Böyle zamanlarda karşımdakinin elini çabuk sıkıp, oradan uzaklaşmak istiyorum. Etiketinde boğulmuş, kendisini önemsemekten kör olmuş insanlarla değil, yaptığı işleri önemsediğim insanlarla birlikte olmak istiyorum.

Bu yıl da Davos macerası sona erdi. Kimilerine göre Davos görünmek için süperrrrr bir mekan. Kimilerine göre Davos’a çıkartma yapmak gerek. Türkleri ele güne, dosta düşmana göstermek lazım. Kimileri Davos’a damgasını vurmak istiyor. Kimileri; kim ne diyor, dünya ne konuşuyor diye geliyor. Kimileri değer verilen fikirlerini başkalarıyla paylaşmak üzere orada.

Biz Türkler mi… Bizim neden orada olduğumuzu anlayana aşkolsun. Türklerin bu yılda da Davos’a çıkartma yaptığı söylenebilir mi… Bence çok rahatlıkla söylenebilir. Adımızı altın harflerle yazdırdığımız… O da söylenebilir.

Tabii düşünecek olursanız, nereye ve neyle yazıldığınız önemli değil. Ne yazdığınız, nasıl yazıldığınız önemli.

Davos’da Türk gecesini duymayan kalmadı. Aynı anda bir sürü ülke gecesi olmasına karşın bizimkisi bir başka anılıyor. Nasıl anıldığını anlatayım; “Yemekler çok güzeldi. Müzik de iyiydi… Ben falanca toplantıdan çıkınca gittim hala yemek vardı…” Rivayet o ki, yabancı bir politikacı, Türkler’den birine, “Tüm hükümet burada ülkeyi kim yönetiyor?” diye sormuş. Anlatılanlar arasında tezat bazı gözlemler de var. Örneğin yemeklerde bir kuş sütü eksikmiş ama ne olduğu anlaşılmayan bir grup yakası paçası dağınık ve gebeş adamın neci olduğu anlaşılamamış. Ünlü yabancı konuklar ve önemli Türk konuklar… Bir de tesettür. Türkiye Cumhuriyeti Devleti resepsiyonunun fotoğrafını çekenler kare içindeki detayları kaçırmamış… Ben kendi adıma pek çok yabancının bu fotoğrafa ilişkin sorusuyla karşılaştığımı söyleyebilirim.

Zaten Türk olduğunuzu öğrendikleri anda konunun Irak’a olası saldırı ile ABD’nin müdahalesine gelmemesi kaçınılmaz. Bir de beni sıkan “Bu savaş kaç para?” şeklindeki sorular oldu. Kimse bana, “Sizden falancanın konuşmasını dinledim, süperrrrr’di” demedi. “Falanca Türkle tanıştım nasıl etkilendim” de denmedi… “Ben sizin şu yönünüzü bilmiyordum, öğrendim iyi oldu” diyenine rastlamadım.

“Dış politikanız, savunma politikanız…” diye başlayan cümleler oldu. Hepsi acaba ağzımdan bir şey çıkacak mı diye gırtlağıma kadar çöreklenen bakışlar hissettim. Kimse bana edebiyatınız, resim sanatınız, gazetecileriniz, sporunuz demedi. Çünkü kimse bizi bu yönlerimizle tanımıyor. Biz dünyaya bedel Türkler olarak bileğimizin kuvveti, attığımızda mangalda kül bırakmayan görüşlerimiz, hiddetlendiğimizde esip gürlemekle tanınıyoruz…

Kısacası ben yemek dışında Türkiye’nin dünya kamuoyuna verdiği net bir mesaja rastlayamadım.

Davos’u yalnızca hükümet ve bürokrasiden yetkililerinin yapacağı ve bizi birilerine anlatacağı konuşmalardan ibaret sanıyoruz. Ve ne de çok yanılıyoruz. Pek çok ülke sanatçısıyla, muhalefetiyle, akademisyeniyle Davos’taydı. Hep izleyen koltuğunda değil, zaman zaman kürsüdeydi. Çalışmalarını, dünyaya dair görüşlerini anlatıyordu.

Bizim resmi politikamızı anlatan sıkıcı konuşmalarımıza gelecek yıllarda renk katabilir diye düşünüyorum.

Lula Fırtınası

Davos’da Brezilya’nın bu yıl bıraktığı etkiyi görmenizi isterdim. Brezilya Cumhurbaşkanı Lula da Silva’nın konuşma yaptığı sırada, başka seanslarda ciddi tartışmalar yapanlar, yarım saat ara verip Başkan’ın konuşmasını dinlemeye gittiler. Ben de tam bu sırada işsizlikle mücadele seansındaydım. Aaaa adamlar kalktı ve gidiyor. Yarım saat sonra buluşuruz diye…

Dönüşlerini görmeniz gerekirdi. “Nasıl buldun ?” diye soruyor biri diğerine, “Etkilendim” diyor. “Lula yine yaptı yapacağını” diyenler… “Çok keyifliydi iyi ki kaçırmadım” diyenler… İnsanı o an tuhaf bir kıskançlık kaplıyor. Ben niye duymuyorum böyle şeyler. Brezilyalıların hepsini çıkarsınlar, oralara Türk koysunlar…

Kendine gel!..

Bu arada öğrendim ki, Brezilya Cumhurbaşkanı karizmatik kişiliğiyle büyülediği Davos entelektüellerini aslında aklıyla büyülemiş.

Brezilya ekibi bundan aylar önce hazırlığa başlamış. Cumhurbaşkanı Lula, Davos’a katılacak herkesi ve her kesimi kendi başkanlığında bir toplantıya davet etmiş. Baştan sona bu toplantıda kalmış. Toplantıda Davos’ta Brezilya’nın vereceği mesaj tartışılmış ve herkesin rolü belirlenmiş.

Bizde mi?…

Şaka yapıyorsunuz herhalde. Bizim hükümet yetkililerimiz o kadar kendileriyle meşgul, o kadar kendilerini önemsiyorlar ki, böyle bir şey yapmaları beklenemez. Kendilerini neden ayağa düşürsünler. Sonra onları yakalamanız mümkün değil. Türkiye Cumhuriyeti sanki son yılların en önemli turizm acentesi gibi… Koltuğa oturamayanlar dış politika olsun diye seyahatte. Yakalayanlar da var tabii. Çoğu mutlaka dolar ya da TL cinsinden bir şeyler isteyip beklediklerinden, sizin onları arayıp “Ben bu yıl, Dünya Ekonomik Forumu Yarının Küresel Lideri 2003 listesindeyim. Bilmenizi istedim. Türkiye için yapabileceğim bir görev olursa buna hazırım” diyen mesajınızı kim bilir ne şekilde anladılar. Başbakan, Gölge Başbakan ve Gölge Başbakan’ın Gölge Baş Danışmanı olan bir işadamı… Ve çevreleri o kadar ama o kadar meşguller ki, Türkiye’yi anlatmak için Türkiye için çalışmayı unutabiliyorlar.

Beyler kuş sütünün eksik olmadığı toplantılar yetmiyor. Dünyada açlık olduğu doğru. Ama sizin katıldığınız yerlerde yemeğe değil, fikre açlık var. Fark yaratmak istiyorsanız, damga vurmak istiyorsanız, ilgi çekmek istiyorsanız, önce kafalarınızdaki görünmeyen türbanları kaldırın. Görünenle kimsenin ilgilendiği yok bilesiniz.

Ben ülkemde plan ve program istiyorum. Strateji görmek istiyorum. Partizanca değil, herkesin ne yapabileceğini ortaya koyduğu bir anlayış bekliyorum. Davos gibi toplantılarda Türkiye’yi, dünya çapında Türk sanatçısının kürsüye çıktığı ve konuşma yaptığı, akademisyenlerinin buluşlarını paylaştığı, gazetecisinin, muhalefetinin, işadamı ve işkadınının Türkiye adına yer aldığı toplantılar bekliyorum. Ben Brezilya’dan ders almanızı istiyorum.

Karlar içinde

Küçücük bir kasaba. Kar içinde… Çok sevimli ama farkına varabilene aşkolsun.  Aslında küçük bir kayak cenneti ama her yıl ocak ayı sonunda burası fikirlerin kayak yaptığı bir başka cennete dönüşüyor. Bu dönemde yolunu şaşırıp, kayak yapmak için Davos’a gelenler, geldiklerine geleceklerine bin pişman oluyor. Onlar kayak giysileri ile dolaşırken, kalabalık bir grup tuhaf insan da, dam üstünde saksağan şarkısını söylüyor.

Davos’a gelir gelmez hepimizin eline bir güvenlik kartı, bir çanta ve bir de palm tutuşturdular. Güvenlik kodlarımız verildi. Bana ulaşan ilk elektronik mesajda önemli bir yürüyüş yapılacağı ve dikkatli olmam söyleniyordu. Mesaj o kadar ilginç ki, yürüyüşün nereden nereye yapılacağı, ne amaçla olduğu, başıma neler gelebileceği, dolayısıyla nerelerden uzak durmam gerektiği konusunda bilgi veriliyordu. Daha sonra öğrendiğime göre, protestocular güvenlik nedeniyle yapacak bir şey bulamayınca öfkelenip, kızgınlıklarını, o an çevrede bulunan birkaç arabayı tahrip ederek çıkarmışlar.

Takım elbiseli adamlar, ellerinde içinin ne kadar dolu olduğu patlamak üzere olduğu duruşundan anlaşılan çantalarıyla emin adımlarla yürüyor. Kadınlar deseniz onlar daha tuhaf çünkü altı kaval üstü… Düzgün giysili fakat bir tarafı çok sakil duran bu kadınlardaki tuhaflığı ilk anda anlamak mümkün değil.  Bir iki saniye içinde ayaklarına takılıyorsunuz. Ayakları garip…

Nasıl olmasın.

Size bir de otel ve kongre lobisini anlatayım da o zaman neden tuhaf olduğunu daha iyi anlarsınız.

Giy çıkar, giy çıkar

Erkeklerin bir tane patlayan çantası varsa, kadınların bir patlayacak kadar doldurulmuş çantası, bir de naylon torbası var. Bu torbalarda iç mekanlarda girildiğinde giyilecek ayakkabılar bulunuyor. Tabii adet olunduğu gibi bir de normal askılı çanta… Kadınlar çok zor durumdaydı anlayacağınız. Kadınlar kapalı mekana girdiklerinde hemen soyunup dökünmeye başlıyorlar. Önce şapka atkı ve eldivenler… Aceleyle ceplere tıkıştırılıyor. Sonra manto, ceket ne varsa… Ardından yerlerde sürünürcesine çıkarılan kar botları ve giyilen topuklu ayakkabılar. Kar botları çıkıp topuklular giyilince kadınların duruşu bir değişiyor, görmeyin. Hemen eller saça gidiyor. Sonra şöyle bir silkelenip emin adımlarla toplantının yapılacağı salona doğru koşturma başlıyor. Bu iş, günde dört beş kez tekrarlanıyor. Ve günün sonunda bıkılıyor.

Davos sefası mı yoksa çilesi mi bilmiyorum ne demek gerekirse, kısa sürüyor. Böyle anlattığıma bakmayın ayaklarınızın şişi inince, sırtınızın ağrısı gidince tadının damağınızda kaldığını anlıyorsunuz.

Uçan tek kuş helikopter

Tabii tüm bu atmosferde en ilginç görüntüler medyadan tanıdığınız çok ünlü kişileri canlı kanlı karşınızda görmeniz. Ben Michael Dell’le burun buruna geldiğimde çok şaşırdım. Neredeyse çarpışıyordum. Otel çıkışında kapının içe mi dışa mı açıldığını keşfetmem ona baka kalınca mümkün olamadı. Onun beni birine benzetmek gibi bir sorunu olmayınca daha çevik davrandığı için az kalsın birbirimizin üzerine çıkıyorduk.

Bill Clinton’ın kaldığı oteldeki korumayı görmeniz gerekirdi. Kaldığı otele girmek 007 James Bond’a layık bir iş. Otelin önüne ayrıca bir giriş inşa edilmiş. İçinde elektronik cihazlar. Ben diyeyim 8, siz deyin 10 koruma her an üstünüze atlamaya hazır. Önce çipli kartınızı görmek istiyorlar. Sonra neredeyse soyunmanızı ve x ışıklarından geçmenizi. Temizseniz, tamam, otele girebilirsiniz.

Bill Clinton ve koruma duvarı ilginçti. Ama eski başkan tabii ki görevdekinden biraz daha farklı korunuyor artık. Siz bir de ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın varlığı ile Davos’ta estirdiği terörü görmeliydiniz. Kuş uçmadı, uçurulmadı. Böylesi bir güvenlik insanı şaşırtıyor.

Aktardıklarımın hiçbirinde abartı yok. Powell gidince Davos’un yerlilerinin rahat nefes almış olduğunu düşünüyorum.

Bu arada Davos hava sahası gerçekten kapatıldı. Kasabaya ancak kara yoluyla inilip çıkılıyordu. O da, yol boyunca ara ara kurulmuş olan güvenlik barikatlarını geçebilirseniz. Davos üstünde bu süre içinde uçan tek kuş helikopterler oldu.

Tanıdık tanımadık

Her taraf bir şekilde ünlü kaynıyor. Toplantıların saati, Davos’ta kalınan sürenin suyunu çıkartmak için neredeyse gece yarısına kadar sürüyor. Bir toplantıdan geç saatte çıktıktan sonra yakında bir otelde birkaç yabancı gazeteciyle buluşmaya gittim. Dakikamı boşa geçirirsem yazık olur diye…  Tam yerimize oturduk, içecek bir şeyler söyledik, “acaba bir şeyler yesek mi” diye düşünürken salına salına Soros geçti. Son derece sıradan…

Normal bir zamanda görme şansınız düşük olan birçok kişi sağınızda solunuzda, “Pardon tuzu uzatır mısın, bu kitapçığı nereden buldunuz, kaleminizi ödünç verir misin?” gibi sıradan sorular sorabilir size şaşırmayın.

Harvard Üniversitesi John F. Kennedy School of Government Rektörü Joseph Nye benim için çok önemli simalardan biriydi. Ayak üstü portakal sularımızı tokuşturduk. Bana programlarından birine mutlaka katılmamı önerdi.

Coca Cola’nın Başkanı Douglas Daft, Brezilya Kültür Bakanı ve Grammy Ödüllü tek Bakan Gilberto Gil ile Afganistan Dışişleri Bakanı Abdullah Abdullah ile kahvaltı yapmak ilginç bir deneydi.

Sağımda solumda dünyanın değişik bölgelerinden gelmiş din adamlarının bulunduğu bir masada hem yemek yemek hem de fikir alışverişinde bulunmanın tadına doyum olmadı.

Gece yarısında bizimle konuşmaya gelen NATO eski komutanı Wesley Clark süperdi. Bunlar şimdi öylesine aklıma gelenler…

Anlatmak istediğim şu; Davos’un karı, güvenliği, şaşası ve şamatası bir yana; ilginç olanı etiketsiz olması. Herkes önemli, herkes gerçek. Siz eğer, ünlü olmanın ayrıcalıklı olmak; ayrıcalıklı olmanın paralı olmak; güçlü olmak için politikacı olmak, politikacı olunca güç kullanmak gerektiği ve sanıldığı bir yerden geliyorsanız; adaptasyonda sorun yaşıyorsunuz.

Çünkü etiketsiz hayat çok rahat.

Yarının liderleri

Bu tanınmış simalar arasında benim en fazla ilgimi çekenler, ise geçmişte aralarında Bill Gates gibi ünlülerin de bulunduğu ama çoğu “şimdilik” belli bir çevre dışında pek tanınmayan, ileride uluslararası düzeyde popüler olma potansiyeli yüksek, 100 Küresel Lider’di. Yarının Liderleri de deniyor. Şimdi size benim de aralarında olduğum 2003 sınıfı Yarının Küresel Liderleri’ni neden ilginç bulduğumu anlatayım.

Sınıf arkadaşlarımdan biri Moğolistan Meclisi’nden Oyun. Moğolistan’da soyadı kanunu henüz yok. Baba adıyla anılıyor herkes. Oyun 1998 yılında parlamentoya girmiş. Bekar bir kadın. Aslında jeolog. Önce Çekoslovakya’da sonra İngiltere’de eğitim almış ardından uluslararası organizasyonlarda çalışmış. Birkaç yıl önce, kendisinden önce siyasete atılmış olan erkek kardeşi suikast sonucu öldürülmüş. Oyun, kardeşinin ölümü üzerine siyasete girip mücadele etmeye karar vermiş.

Bizim sınıf siyasetçi kaynıyor. Anlaşılan amaç; siyasilere güven yerlerde sürünürken, bu insanları genç alıp biraz eğip bükmek. Bir başka siyasetçi Bulgar Finans Bakanı. Merill Lynch’de başarılı bir kariyer sürdürürken kendisini ülkesinin hizmetinde üstelik bakan olarak bulmuş. Yeni mesleğini çok sevdiğini, piyasaları özlemediğini söylüyor. Şilili milletvekili Nicolas çekirdekten yetişme. O damdan düşer gibi politikaya atlamamış. Önce yerel yönetimlerde kendini göstermiş. Şu an muhalefette, çok yakında iktidarda olacağını söyledi. Estonya Dışişleri Bakanı da bizim sınıftan. Çok alımlı bir kadın. Hayatta Bakan falan demem. Kolombiya Kültür Bakanı çıtı pıtı küçücük bir kadın. Otururken küçük duruyor, öğrenci falan sandım. Ayakta da küçücük. Ama konuşmaya başladığında görmeniz gerek. Nasıl güvenli, nasıl sempatik. Neden bizde böyleleri yok… Avustralya meclis üyesi de sanırsınız ki üniversitede okuyan bir genç… Saçlarını Tommiks gibi ayırmış. Yürümüyor, zıplıyor. Konuşmuyor… O bir anda ne kadar çok şey söyleyebilirim diye bir endişe taşıyor olmalı. Çünkü izlemek kolay değil.

Sivil Toplumcular sıra sizde

Herkes siyasetçi değil. Bu kadar ilginç sivil toplum kuruluşunu bir arada gördüğümü anımsamıyorum. Bizim ülkemizde sivil toplum kuruluşları genellikle belli noktalarda kümelenirler. Belki de sorunlarımız belli noktalarda kümelendiği için… Ama zenginlik yalnızca cepte ya da s ıradan işlerde olmuyor. Bir dizi sivil toplum gönüllüsüyle tanıştım. Çoğu bu yıl benimle aynı sınıftan. Geçmiş yıllardan toplantıya katılan genç liderler de var tabii. Genç pırıl pırıl insanlar demek ki sivil toplumda kendileri için gelecek görmüşler. Onlar yaptıkları işi tarif ederken başkalarının geleceğini gördüklerini söylüyorlar.

Bill ve Melinda Gates Vakfı Direktörü de bizim sınıftan. Vakıf yöneticisi deyip geçmeyin, Bill ve Melinda Gates kişisel servetini hayır işlerine harcayan zenginler arasında bir numarada yer alıyorlar. Meksikalı arkadaşımın İngilizcesi çok kötüydü ama gülümsemesi kendisini ifade ederken yeter de artardı bile. Kendisinden birkaç yaş büyük abi ve ablası engelli olarak dünyaya gelmiş. Evin sağlıklı çocuğu olarak bu durum onu çok etkilemiş; ”Komşularımız kardeşlerime bakmak dahi istemezlerdi. Onlar da eve kapandılar. Ben hayatımı engelli insanların bakımına ve topluma kazandırılmasına adadım. Önce kendi evimizde kardeşlerimle başladım. Sonra birer ikişer büyüdü. Şimdi Meksika’nın değişik kentlerine yayılmış bakım evlerimiz var. Amacım Davos’ta benim konumla ilgilenecek insanlar bulup bu çalışmayı uluslararası platforma yaymak… “ Sanırım kardeşlerinden birini bir zaman önce kaybetmiş. Şimdi geride kalanla avunuyor. Onun varlığı benim yaşamam için çok önemli bir güç diyor.

Medyadan da hatırı sayılır bir sayımız vardı bu yıl. Ama ne yalan söylemeli siyasetçiler hepimizi geçtiler. BBC’den bir prodüktör, CNN Japonya büro şefi, yazar akademisyen ve gazetecilik yapan değişik bir grup medya mensubu…

Hepsi birbirinden farklı hepsi birbirinden renkli insanlar. Ortak özellikleri, gözlerinin içinin gülmesi. Göz göze geldiğiniz anda hiç tereddütsüz gülen bir yüz, uzanan bir el ve ikinci hamlede çıkarılan bir kart. “Merhaba ben falanca, şu ülkedenim” diyen hoş bir ses… Muhtemelen devam eden bir sohbet, “Peki sen ne yapıyorsun” diye başlayan bir soru. Çok ilginç buldum, biraz daha anlat diyen bir bakış… Daha da ileri gidip, ayaküstü neler yapılabileceğine dair yorumlar…

Hepsini anlatmakla bitmez. Bizim sınıf 100 kişi. Geçmiş iki yıldan da aramıza katılanlar var… Bir sürü etiketsiz, normal, önemli, güzel insan…

Bunun adı gelecek.

Bunun adı sinerji.

 

 

Paylaş