Eski Köye Türlü Türlü Adetler

Yaşadığımız günleri neresinden tutacağımız, planlarımızı nasıl yapacağımız sorunlarımızın başında geliyor. Geleceğin ne getireceğini sık sık konuşup ortak hiçbir noktada buluşamadığımızı söylemem sürpriz değil.

Covid gibi “korkunç” bir pandemide dahi konuştuklarımıza bakınca iş yapmak-kazanç-karlılık ile sağlık-ölüm-aşı gibi birincil konularla yarışıyor. Peki ne oluyor, neyi anlayamıyor, nerede şaşırıyoruz…

İstanbul Rotary, güncel sosyo ekonomik konulardan birini seçerek panel yönetmem üzerine davet getirince, tercihimi, iş dünyasını merkeze alarak “eski köye yeni adetler” temasında durdum.

Konuklarımı bir araya getirirken kutu dışında düşünmemin kaçınılmaz olduğunu düşündüm. Profesyonel hayatının neredeyse tamamını geleneksel ekonomi aktörleri arasında istikrarı ile andığımız Borusan Holding’de geçirmiş ve tepe noktasından, hala birçoğumuzun dinamiklerini anlamakta güçlük çektiğimiz teknoloji girişim ve yatırım ekosistemine geçerek bizi şaşırtan Agah Uğur’u iş dünyasını temsilen davet ettim. Aynı pencereden bakmayacak aynı zamanda iş dünyası dinamikleri içinde yeni dünya kodlarını farklı taraflardan değerlendirebilecek gündemin kilit kelimelerinden tasarım dünyasının temsilcisi endüstriyel ürün tasarımcısı Mete Mordağ’ı ikinci konuğum olarak davet ettim. Aynı sayfada olup her konuya uzmanlıklarıyla farklı noktalardan bakan bu iki kişinin görüşleri, eski ve yeni köyün resmini panele sığdırmama yardımcı oldu.

Ortaya o kadar enteresan konular döküldü ki, zaman zaman iş yönetimi dersi yaptığımızı düşündüm. Birkaç konuyu okumayı ve dinlemeyi kolaylaştırmak üzere cımbızlamak isterim.

  • Eski Köy’de Türkiye hiçbir zaman öngörülebilir değildi. Yeni köyde bütün dünyayı kendimize benzettik…
  • Yeni Köy’de nereden geldiği belli olmayan hiper bir rekabet söz konusu. “Winner Takes It All” konsepti hayatımıza girdi… Birincilere büyük kazanç var, ikinciler idare ediyor, üçüncüden sonra sektörde neredeyse oyuncu yok…
  • Yeni Köy’de ayakta kalmak için iyileştirme yapmak yetmez. Farklı olmanın peşinde koşmak için, kendimizi “disrupt” etmemiz gerekiyor!
  • Yeni Köy’de yönetici 40 bin feet’e çıkıp neyi ıskalıyorum diye paranoya seviyesinde işini sorgulamak zorunda.
  • Eski Köy’de tasarımcının kozmetik herhangi bir ürün ortaya koyması iş görebilirdi. Bugün mümkün değil.
  • Yeni Köy’de bilgiyi doğru yorumladığınızda, tecrübeyle bilgi üzerinden insanlık için, toplum için yaratıcı bir değer ortaya çıkarıyorsanız, katma değer yaratabiliyorsunuz.
  • Liderlikten öte, her işte artık süper insanlar aranıyor. Süper insan; hem akıllı olacak, hem analiz edecek, hem çalışkan hem yaratıcı olacak, hem dürüst hem şeffaf olacak.
  • Eski Köy’de geleneksel liderlik yapısı otokratik… Kontrolün, gücün liderde olduğu bir yapıdan bahsediyorum. Neyin yapılacağını lider söylüyor, hatta nasıl yapılacağını da çoğunlukla lider söylüyor, ekip yapıyor…
  • Eski Köy’de, siz işinizi yapın bana yardımcı olun, ben bu işi ileri götürürüm ruh hali hakimken Yeni Köy’de siz yapın ben sizi destekleyeyim diyen bir yapı hakim.
  • Yeni Köy’de “Leading with Kindness” / Güzellikle Yönetmek önemli. Toplum baskısı, sosyal medyanın gücüyle, bu çok daha farklılaşacak…
  • Liderlik tanımı insanların ve toplumun değişmesinden değil, toplumun ve piyasanın talep etmesinden kaynaklanıyor.
  • Yeni Köy’de firmaların başına bilgili, işinde her şeye hakim olan, sadece emirler yağdıran, sert, kaba değil ama nazik iletişim kurabilen kalbiyle ve aklıyla size “nasılsınız” diye sorabilen liderler taktir topluyor.
  • Eski Köy’de değer yaratmak yeterken Yeni Köy’de değer yaratmak ve faydalı olmak gerekiyor.
  • Yeni Köy’de sosyal vatandaş olmak, topluma geri vermek, bundan dolayı iyi hissetmek birey olmanın yeni kodu.

 

KAZANAN HER ŞEYİ TOPLAR

Yaprak Özer: Eski ve yeni ekonomi karşılaştırıldığında iş yapma şekillerinin temel farkları nedir?

Agah Uğur: 30 yıl Borusan’da harika bir yolculuk yaptım. Ondan önce finans sektöründeydim… Son iki yıldır teknoloji konularında yatırım yapmaya başladım. Hem melek yatırımcı oldum, hem de bir Venture Capital şirketinin ortağı ve yönetim kurulu başkanı.

Asıl dinamik sadece start up’larda değil, iş yapış şekillerindeki değişim… Dinamikleri değişti… Eski Köy genel hatlarıyla silolar olarak bizim karşımıza çıkmıştı. İş dünyası ülkeler ağırlıklı ve de bölgeler diyelim… Şu anda çok farklı bir dünya, daha entegre, karmaşık… Ve tüm dünya birbirini etkiliyor. İstikrarlı, daha yavaş hareket eden değişimler olurken, çok hızlı oluyor değişimler… Kırılma noktaları, krizler çok çok farklı ve hızlı bir şekilde olmaya başladı.

Batı dünyası daha stabildi bu boyutta çok az krizler olurdu… 2008’den sonra iş değişti, öngörülebilirlik problemi geldi, eskiden Türkiye hiçbir zaman öngörülebilir değildi. Arjantin’le beraber belli boyuttaki ülkeler listesinde en öngörülemez ülkelerden birisiydi. Bugün bütün dünyayı kendimize benzettik… Hiç kimse önünü göremez oldu. Rekabet avantajı olarak oradan öne çıktık. Dünya bocalarken öngörülemezlikte biz bir şekilde önümüze devam ediyoruz…

Eskiden markaların gücü çok kalıcı olabiliyordu. Uzun süre o güçle idare ediyordu şirketler… Sektörlerde, rekabet edebilen birçok oyuncu yaşayabiliyordu… Bugün çok değişti bu durum… Nereden geldiği belli olmayan hiper bir rekabet ortaya çıktı. Sektörleriniz dışında teknoloji üzerinden gelen rekabet, kırıcı rekabet olmaya başladı… İngilizce tabirle; “Winner Takes It All” konsepti hayatımıza girdi… Birincilere büyük kazanç var, ikinciler idare ediyor, üçüncüden sonra sektörde neredeyse oyuncu yok… Eskiden, dördüncü, beşinci, altıncı firmalar büyük gelişme gösteremeseler de en azından yaşayabiliyorlardı. Bu kalktı ortadan… Çok önemli bir değişim diye düşünüyorum…

Bir de tabii Çin yoktu korumacılık vardı. Şimdi Çin var… Ne yaparsanız yapın çok lokal olmadığınız sürece, bir ürün ürettiğinizde bir Çin şirketini yenmek zorundasınız. Korumacılık geri geliyor…

Uzun vadeli plan yapan, sistemli çalışan, iş yerine bağlı ve sabırlı çalışanları olan ve iyileştirerek işini yönetenler başarılı olurken, düzen tamamen değişti! Adaptasyon kabiliyeti, en önemli unsur oldu. Çevik olmak şart… Çevik yönetim şekilleri slogan olmaktan çıktı, metodolojiye döndü… İş yöneten dostlarımızın “agile” yöntemlerle küçük ve multidisipliner takımlarla işi yönetmelerini incelemelerini ve uygulamalarını hararetle öneririm. İyileştirmeler yetmiyor! Farklı olmanın peşinde koşmak için, kendimizi “disrupt” etmemiz gerekiyor! Kendi altından halıyı çekme mecburiyetini bilseniz bile çekebilmek dünyanın en zor işi…

Son olarak; devamlı 40 bin feet’e çıkıp neyi ıskalıyor ve kaçırıyorum neyi denemeliyim diye her gün paranoya seviyesinde işimizi sorgulamamız, büyük resmi görmemiz, etrafı takip etmemiz gerekiyor.

 

Mete Mordağ: Benim tanıklık ettiğim Eski Köy, daha yeni olsa da en büyük fark dünyanın bilgiyi paylaşımı ve işleyişindeki hız… Her birey cebinde bilgilerin tümüyle dolaşıyor. Eskiden bilgiyi edinmek ve bilgiye ulaşmak değerliydi. O yüzden bütün iş kollarının yapması gereken şey bilgiyi doğru yorumlamak… Bu bir sistem olur ya da bir ürün veya bir hizmet tasarımı olabilir, hepsinin içerisindeki en önemli şey değer yaratmak ve yarattığınız o değerin başka bir yerde olmaması… Topluma başka bir yerde ulaşamayacakları bir değeri sunabildiğiniz zaman bir adım öne gidebiliyorsunuz.

Eski Köydeyken yaptığım tasarım sunumlarında, “başarılı olmak istiyorsanız ya var olan bir sistemi daha ucuza üretebilecek altyapıya sahip olacaksınız -seri üretim varlığınız, fabrikalarınız, işverenleriniz gibi- rakiplerinizin 10 liraya sattığı bir şeyi 9 liraya verebiliyorsanız rakibi silebilirsiniz  ya da fiyatı değiştirmeden o ürünün içerisine yeni bir fikir entegre edebileceksiniz… Bu ikisinden bir tanesini yapabiliyorsanız piyasada yenilme olasılığınız yok… Marka değerini bir tarafa bırakırsak tabii…

Denklem değişti. Son 5 senede gittiğim herhangi bir sunumda bu örneği kullanamıyorum. Çünkü ikisi de gerçekten başarısız olabilir. Bundan 10 sene önce tasarımcının kozmetik herhangi bir ürün ortaya koyması iş görebilirdi. Gerçekten çok şık, başka hiçbir yerde görülmemiş, “revolution in form” iş yapabiliyordu. İnsanları şaşırtarak, “wow… ne kadar enteresan bir şey düşünmüşler bu malzemeyi hiç bu üründe görmemiştim, bu iki renk kombinasyonu çok şık olmuş” dedirten şeylere ödüller de veriliyordu. Artık bu yok çünkü yazılımla yapabiliyorsunuz… Eskiden tasarlamak üzerine düşündüğüm enteresan-komplike organik bir formu 3D’ye aktarmam günlerimi alabiliyordu. Şimdi tek bir komutla her şeyi evirip çevirebiliyorsunuz, bilgisayara atıp üstünden geçebiliyorsunuz… Yazılımın yapabildiği şeyi insan yaptığı zaman bunun hiçbir değeri yok… bunun gittiği bir yer olacak, orası korkutucu… Bence hayatımıza  isabet etmeyecek ama yine de ucundan görebilmeyi çok isterim. Yaratıcılığı “artificial intelligence” yapay zeka aldığı zaman başka şeyleri konuşabiliyor olacağız. Bu aşamada bilginin bir değeri yok, çünkü her yerde, herkesin cebinde… Bilgiyi doğru yorumlayabildiğinizde, tecrübeyle bilgi üzerinden insanlık için, toplum için bir değer yaratabiliyorsanız, yaratıcı bir değer… Var olan bir problemi, başkasının çözemediği bir problemi çözebiliyorsanız katma değer başlığı altında yerini alabiliyor. Başka yolu yok yeni köyde…

 

GÜZELLİKLE YÖNETMEK (LEADING WITH KINDNESS)

Yaprak Özer: İş yapma şekilleri üzerinde liderlik dinamiğini nasıl yorumlarsınız.

Agah Uğur: Liderlikten öte, her işte artık süper insanlar aranıyor; hem akıllı olacak, hem analiz edecek, hem çalışkan hem yaratıcı olacak, hem dürüst hem şeffaf olacak. O kadar hijyen faktör oldu ki bunlar… Ama yine de üzerine liderlik karakteristiğini eklediğiniz zaman, sanki geçmişte de bugün de liderliğin ana karakteri değişmiyor. İleriyi görebilmek, vizyon sahibi olabilmek, o vizyonu herkesin anlayacağı şekilde şekillendirebilmek, anlatabilmek ve insanları motive ederek yanınıza alabilmek.  Hedefe – misyona ulaşabilmek için tutkuyla ve çok çalışarak ulaşma gayreti. Liderlik vasfı, ne iş yaparsanız yapın hangi sektörde ya da toplumun hangi alanında olursanız olun değişmiyor. Altındaki yaklaşım şekli değişti. Eski yeni diye ayırmıyorum bugün de bu bahsettiğim geleneksel liderlik yapısı hayatımızın içinde ama belirgin tanımı otokratik olması… Kontrolün, gücün liderde olduğu bir yapıdan bahsediyorum. Neyin yapılacağını lider söylüyor, hatta nasıl yapılacağını da çoğunlukla lider söylüyor, ekip yapıyor… Otokratik dediğim dünya ve liderlik yaklaşımında hem kararlarda hem de neticesinde ekibin etkisi oldukça az oluyor, kredisi de az oluyor, karşılığını da az alıyorlar… Hangi yapılarda uyguluyor bunu geleneksel liderler? Biraz daha görev tanımı “task” odaklı işlerde… Dolayısıyla çalışanlardan beklenen beceriler, işi iyi yapmak için gereken bilgi ve beceri… daha katı organizasyonlar, silo bazlı organizasyonlar gibi…

Eski anlayışta, siz işinizi yapın bana yardımcı olun, ben bu işi ileri götürürüm ruh hali hakim… Halbuki şu anda o kadar değişti ki, siz yapın ben sizi destekleyeyim diyen bir yapıya geçti… Çok daha iş birlikçi bir yapı… O “siz yapın”ın tanımı da sadece kurumun içindeki çalışanlar değil, bilgi becerinin kaynağı neredeyse, teknoloji neredeyse, orayla incecik bir cam duvarın arkasındaki gibi çalışabilen, ekosistemleri iyi yönetebilen liderliğe geçti. Bu bir mecburiyet, çünkü hızlı değişen karmaşık dünyalarda yaşıyoruz. Start up’lar mesela bu işi çok daha iş birlikçi bir şekilde yapabiliyorlar geleneksel firmalara göre…

İkincisi yeni dünyanın gerekleri ve liderliğin değişimini sağlayan toplum talebi. Sadece kapitalist düzende özellikle gelişmiş olan ülkelerde istenmiyor. İtici, negatif geliyor ve tüketici tercihlerinde de net bir şekilde ortaya çıkıyor… Dolayısıyla daha insancıl, insan odaklı hem şirketin içine hem şirketin dışına, tüketiciye ve topluma yönelik insancıl yaklaşım çok fark yaratıyor.

Yeni bir tanım çıktı iş dünyasında: “Leading with kindness” (iyilikle yönetme) bunu merkezimize hızlı bir şekilde hepimiz alıyoruz. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde biraz geriden geliyor ama … Toplum baskısı, sosyal medyanın gücüyle, bu çok daha farklılaşacak… Mecburiyetler insanları buraya getiriyor… Kapitalizm’in durup dururken daha insancıl olma ihtiyacı olmadı, ama fark yaratmak için çalışanlarınızın sadece aklını işine getirmesi yetmiyor kalplerini de getirmek zorundalar. Yeni nesiller şirketlerinde anlam, kendi değerleriyle bir uyum arıyorlar. Bu anlam aramayı ve toplamın bir parçası olmayı start up’lar çok daha iyi becerebiliyor. En azından hisse sahipleri yapıyorlar onları… Büyük resimde beraber yola çıktıklarını hissettiriyorlar. Ama daha geleneksel firmalarda bu da yok. İnsancıl yaklaşımın önemi daha da artıyor.

Mete Mordağ: “Leading with kindness” tabirini ilk defa duyuyorum… Çok güzel ve her şeyi güzel özetliyor. Belli projelerde tasarımı yönetmek… Daha sonra ürün geliştirme ve mühendislik süreçlerini yönetmek, en fazla 5-6 kişiyi yönetmekten oluşuyor… Ama çok fazla liderlerle ve her projede üst yönetimle mutlaka karşılıklı oturuyorsunuz… İlk etapta projeyi değerlendirirken ve fikri oluştururken ve son etapta ürünün piyasaya etkisini değerlendirme toplantılarında mutlaka çok farklı kesimlerden çok farklı liderlik profillerine tanıklık ettim ve tanıştım…

Liderlik tanımı değişiyor, insanların ve toplumun değişmesinden değil, toplumun ve piyasanın talep etmesinden kaynaklanıyor. Son dönemde firmaların başına daha bilgili, işinde her konuda her şeye hakim olan, sadece emirler yağdıran, sert, kaba değil ama nazik iletişim kurabilen kalbiyle ve aklıyla size “nasılsınız” diye sorabilen liderlerin taktir toplaması, motive edici karakterler olmasının altında, bu insanların son 20-30 senenin iş dünyasında daha başarılı olmasından geçiyor. “Demand-supply” olayı… Toplum ve piyasa bu insanları arıyor artık, çünkü açmışız muhtemelen… Şirketlerin başındaki sert ve kralcı yönetimlerdense demokrasiye ve insana saygısı olan, önce sizi insan olarak motive etmeyi bilen, aklı ve kalbi yerindeyse, geri kalan her şeyi zaten ben ona öğretebilirim diyen liderler  daha önemli… Taktir edilecek beğenilecek ve dinlenecek liderler, işin her koluna hakim, her çalıştırdığı insanın ne yaptığını bilen, gerektiğinde onun yerini alabilecek akla bilgiye, çalışma gücüne sahip olan liderler daha değerli liderler, değerli bireyler diye düşünüyorum.

DEĞER YARATMAK

Yaprak Özer: Müşteri, çalışan, tedarikçiden söz ediyoruz. Bu zincirin içerisinde değer yaratma konseptinin altını nasıl doldurabiliriz?

Agah Uğur: İş dünyasında değer yaratmak, hedefin ve odağın merkezi… Eskiden de bugün de yarın da böyle olacak. Başarının tarifi diye hedefi koyarsak, değer yaratmak eskiden yetiyordu. Şimdi kurumlar için değer yaratmak artı faydalı olmak çıktı ortaya… Yani topluma katkı mecburiyeti sadece ekonomik değer yaratmaktan bahsetmiyoruz.

ABD’de yapılan bir araştırmada Z kuşağının yüzde 82’si kendi değerlerine yakın ve topluma katkı yapan ürünleri tercih ediyor. Fiyat farkı olmadan, yani ilave fiyat vermeyi pek düşünmüyor… Her şey eşitken, yüzde 82’si topluma katkıda bulunduğunu daha fazla hissettiren kurumun ürününü tercih ediyor. Bu çok önemli bir gelişme… Dalga dalga yayılacak dünyaya hiç şüphem yok. Biz de 3-4 yıl sonra topluma katkı yaratmayı, faydalı kurum olmayı; “iyi olur, ne kadar güzel olur, öncü oluruz”dan öte, mecburuz şekline dönüştüreceğiz.

Tabii değer yaratmanın tanımı da çok değişti. Tarifte eskiden ekonomik olarak hissedarlar için gelir bazlı bir değer yaratma vardı. Onlara çok ilginç bir kelime buldum geçenlerde İngilizce bir kitapta… “Life style entrepreneur” deniyor… Yani işini, kendi hayat tarzını geçimini sağlaması için (KOBİ veya iri bir KOBİ’yi düşünün) kurduğu bir araç olarak görüyor. Yani toplum içindeki yerini güçlendirecek, yavaş yavaş değerini arttıracak… Her yıl geliri bir önceki yıla göre artacak. Bu tipik bir KOBİ yaklaşımı. Bu değer artışı, çok daha farklı bir hale geldi. Yani nakit akışlı, hissedara her yıl nakit getiren bir iş olmaktan, satıldığı likide edildiği zaman büyük bir “capital gain” sermaye girdisi diye tanımlayabileceğimiz bir değerin ortaya çıktığı “start up kültürü” geldi hayatımıza. Hatırı sayılır miktarda yüzlerce binlerce start up nitelikli, başkasının parasını kullanarak fikrini geliştirmeye çalışan, kendi parasını koymadan… sürekli para bulmak için de hızlı büyümek zorunda olan, hızlı büyüyememenin ve de fark yaratamamanın ciddi bir dezavantaj olduğu, ani ölüm getirdiği durumlar. Çok daha dinamik farklı.

Bir de şekilsel yanı var. Değer yaratmak, hikayeniz boyutunda olabiliyor. Yani gelecek, bugünden ne kadar daha iyi, ne kadar daha büyük, ne kadar daha karlı… Bunun anlatabilen kurumların değer yaratma becerileri, değer yaratma imkanları artıyor. Bunu anlatamayanlar; “yavaş yavaş büyüyorum, yavaş yavaş gideceğim, stabil bir işim var” bakışındakilerin değeri artmıyor. Teknolojik start up’lar o  kırıcı farkları getiriyorlar, onlar sayesinde bu ciddi ayırım ortaya çıktı.

Mete Mordağ: Değer yaratmak aslında bir verimlilik sorusunun cevabıdır. Yani bir değer yaratmış olabilirsiniz… Ama o değeri yaratırken ne kullandığınız ve sonuçta ne elde ettiğiniz o ikisinin arasındaki farkın birbirine olan uzaklığı matematiksel olarak karşılayan şeydir. Tasarımda gerçekten dünyanın en iyi fikrini bulun, patentlik ve böyle başka hiçbir yerde olmamış bir şey bulun… Bunu hayata geçirdiğinizde, kullanıcının alabilecek gücü yoksa astronomik rakamlara piyasaya çıkıyorsa, ortaya çıkardığınız şey değer değildir. Değer için talebiniz makul olmalı…

Bizim tarafta tasarımı bir şeyler çizmek veya bir şeyler eklemek olarak tanımlamaktan çıkarttık… Bir şeyler silmek olarak tanımlıyoruz son 5 senedir. Gerçekten bütün tanımladığımız objelere bakarsanız etrafımızda; evin içinde dışında, arabada bahçede devamlı detay yok oluyor… Detay siliniyor… Arabanın üzerindeki kulplar gidiyor… Evin içerisindeki lambalar gidiyor… Havuzun başında… Koskoca bir masa grubunun yaptığı şeyi bir tane modüler bir eşya grubu yapabiliyor… Çünkü toplum, piyasa değer bekliyor… Ve değer yaratabilmeniz için az kullanmanız, çok büyük bir şey ortaya koymanız, o büyük şey için de az para istiyor olmanız lazım… Bu denklemi başarabildiğiniz zaman değer yaratmış oluyorsunuz ki, aslında her şey için bu geçerli değil mi? Bir ürün üretiyor, bir şey satıyor, bir sistem ortaya koyuyor, bir otel işletiyor olabilirsiniz… Sunduğunuz hizmetin karşılığında kullanıcının beklediğinin altında bir şey talep ediyorsanız bir değer yaratmışsınızdır. Bence kitap yazarken de böyledir diye tahmin ediyorum… Eğer ifade etmeniz gereken koskoca bir felsefeyi 3 sayfaya değil bir paragrafa sığdırabilmişseniz, o zaman bence kelimeleriniz, 3 sayfadaki diğer yazarın kelimelerinden daha değerli, daha anlam doludur. Bu tanımı tasarıma, sanata, kelimelere, edebiyata, üretime her şeye uyarlayabiliriz… Değer yaratmak özetle ortaya çıkarttığınız şeyin, büyüklüğü değil o büyüklüğün ne işe yaradığı, bu işi ifa ederken ne talep ettiği, bunların hepsini düşünerek bir şey başardığınızda, işte o zaman başarmış olursunuz…

TASARIMCI VE İŞ İNSANI KAFASI NASIL ÇALIŞIR: WEWALK

Yaprak Özer: WeWalk’u gündeme getirmek istiyorum. İkinizi de bir araya getiren bir üründe birbirinizi tanımadan yatırımcı olmuş ve tasarıma imza atmışsınız. Görme engelliler için geliştirilmiş olan bu baston Microsoft’un yapay zeka programına alınan ilk Türk ürünü. Bir tasarımcı kafası nasıl çalışıyor? Bir iş insanı neden yatırım yapar?

Mete Mordağ: 10 sene öncesine kadar dünyada görme engelliler için üretilen ve ulaşılabilir tek ürün, beyaz değnek dediğimiz katlanır bir bastondu. Bunun piyasaya sürülme tarihi 20. yüzyılın başıdır. Ve o günden bugüne sadece 1990’dan sonra cep telefonunun aldığı yolu düşünün… Bu teknolojiyi kimse kalkıp gerçekten ya artık Google Maps var, mailimiz cebinize geliyor. Ya da otobüsün ne zaman geleceğini ben titreşimle öğrenebiliyorum gibi şeyleri aslında hiçbir ülkedeki hiçbir marka ve hiçbir piyasa görme engellilere, ya bu teknolojiyi nasıl ulaştırabiliriz sorusunun cevabını aramamış… Arayanlar olsa da ürünlerin hepsi tasarım aşamasına gelmişler ve kalmışlar… WeWalk’un dünyada yaptığı şey şu anki günümüz teknolojisini görme engellilere kazandırmaktır. Sizin cep telefonunuzun yaptığınız şeyleri görme engelliler için ulaşılabilir kılan bir ürün. Üzerinde oto sonic bir sensör var, Touchpad var… O yüzden görme engellinin elindeki cep telefonundaki bütün özellikleri görme engellinin elindeki bastona entegre etmiş oluyorsunuz… Baston onun Google Maps’i, telefonu, mailbox’ı, notepad’i ve her şeyi oluyor… IOS ve Android için geliştirilen bütün yeni programlarla WeWalk da devamlı gelişiyor oluyor.

Bu arada biz bu projenin sadece tasarımcısıyız. Yani WeWalk fikri olsun, WeWalk’ın piyasa çıkma sürecinin bütün yönetimi olsun… Ve elde ettiği başarılar… Bütün o sürecin endüstriyel tasarım ayağını evet biz yönettik. Ama WeWalk’un fikri kesinlikle bizden çıkmadı. WeWalk projesinin girişimi 2015’te YGA’yla tanışmamız üzerine oldu. Görevimiz, bu teknolojiyi görme engellilere kazandırmaktı. Görme engelliler o bastonla çok farklı iletişim kurabiliyor. Bastonu farklı tutuş, kullanış şekilleri var. Görme engelli toplumuna en kullanışlı, minimum maliyetli ürünü nasıl piyasaya süreriz sorusunun cevabı bizim tarafta yapılan işti. WeWalk’u bugüne getiren takım çalışması, benim 2015’ten bu yana Türkiye ile ilgili bütün bakış açımı ve motivasyonumu 180 derece değil ama bence 120 derece döndürmüştür. Gerçekten bu ülkede iş yapmaya dair ve çalışmaya değer motivasyonum gerçekten 1.5’la çarpıldı WeWalk’un ardından… Çünkü nerede olursanız olun… Doğru insanlar ve doğru profesyoneller bir araya gelirse böyle güzel şeyler çıkabiliyor… Doğru yerde doğru insanları bir araya getirip doğru sinerji yarattığınızda WeWalk gibi bir projeyi doğurabiliyorsunuz ve çok gurur verici şu an elde ettiği başarılar… Amerika’dan Edison Gold Award aldı ki, dünyada verilen en değerli teknoloji ödüldür. Microsoft’un AI programına seçiliyor olması, tamamen Türk ekibiyle ortaya koyulmuş koskoca bir değer…

Agah Uğur: İki sorunun cevabı her ikisi de… Hem gönlüm hem aklım… Çünkü “impact investing” diye bir şey var… Yani orada her ikisi de gerekiyor. Hem ekonomik bir getiri sağlamak lazım ki, tekrar yatırım yapılabilsin ekonomiye kazandırılsın- hem de sosyal bir etkisi olsun… Yani topluma olumlu bir etkisi olsun…

Tabii buranın hikayesi çok ilginç… YGA 20 yıl önce kurulmuş çok önemli bir sosyal sorumluluk projesi… 50 bin tane lise ve üniversite öğrencisi başvuruyor. Bunların içinde 2500 tanesine her yıl Zirve yapıyorlar Lütfi Kırdar’da… Türkiye’nin en önde gelen iş insanları ve fikir önderleri konuşuyor onlara… O 2500 taneden 25 tanesini seçiyorlar ve onları çift kanatta lider olarak yetiştirme hedefleri var. Çift kanat derken, hem bu dünyada başarılı olmak için gereken şekilde teçhizatlandırıyorlar yetkinlik açısından hem de vicdanlı olmalarını sağlıyorlar. Kürşat da diğer iki kurucu ortağı da bu ekipten. YGA’ya yıllardır gönül verdim destek veriyorum. Doğal ilgimi çekti ve desteğimi kazandı. Ama projenin kendisi de çok güzel bir proje…

Bir start up’a yatırım yaparken 2-3 tane kritik faktör var. Bunlardan bir tanesi kurucuların kimlikleri… Yani konunun içinden gelip gelmemeleri, o konuya hakim olmaları son derece önemli… Burada Kürşat’ın görme engelli olması hayatı boyunca ihtiyacının ne olduğunu çok iyi bilmesi büyük bir fark. Sonra başarıya çok aç olmaları, dayanıklı olmaları, kolay vazgeçmemeleri, dinleyen ve adapte olan, “mentorable” dedikleri kişilik sahibi olmaları… Hepsi var bu ekibin içinde… Beraber çok çok iyi çalışıyorlar. İşbirlikçiliği çok iyi yönetiyorlar. Yani Mete gibi bir tasarımcıyı hayatlarının bir parçası yapmak, onların uzantısı yapmak, ondan katma değer almak çok güzel bir şey bu kadar erken yaşta bunu becerebilmiş olmaları…  Mete’ye de tabii ayrıca tebrik ve teşekkür ediyorum onlara verdiği destekten dolayı…

İkinci faktör, iş modeli. Burada da çözdüğü sorunun büyüklüğü çok önemli ve rakiplere göre yarattığı fark… Meşhur bir laf var, “ten times better” diye… Yani start up’larda hızlı büyümek için on kere daha iyi olmak lazım… Sembolik bir tanım tabii bu on kere daha iyi olmak ama… Fark yaratabiliyor mu? Amerika’da bir rakipleri var. Bir de İsrailli bir rakipleri var. Koca dünyada eşit olsalar bile, aslında bütün dünya yeter de artar bile üçüne birden ama yaptıkları iş diğerlerine göre… Yani yarattıkları katma değer, verdikleri esneklik ve fark, diğer rakiplerine göre daha da iyi WeWalk’un… Dolayısıyla ürün de çok iyi… Kaynakları da… Para da buluyorlar… Çok iyi tanıtıyor fonlar buluyorlar. Ben ilk yatırım yapanlardanım…

VE HAYALLER

Agah Uğur: Sosyal vatandaşlık şapkasını çok önemsiyorum. Yani toplum içinde bir yerde olan insanların geri vermemiz lazım… Hep bana hep bana diye bir şey yok hayatta… Bunu yapan ülkelerin çok kısır bir döngü içinde yaşadıkları, kendi kozaları içinde öldüklerini düşünüyorum yavaş yavaş… Toplumların gelişmesi için en büyük engellerden birisi bu… Hangi imkanımız, paramız, vaktimiz, beynimiz, kalbimiz… ne varsa, geri vermeye hazır olmalıyız.

Formel sorumluluk üstlenmiyorum hayatımda… Yani bir kuruma, herhangi bir projeyi alıp bir yerden bir yere götürmek istemiyorum. 38 yıl yaptım çünkü onu… Yetti bana… Ama bu sorumluluğa sahip olan insanlara bir yerden bir yere gitmeye çalışan insanlara aklımla ve kalbimle destek vermeye çalışıyorum. Bu da benim şeklimde bir geri vermek diye düşünüyorum. Ve buna devam edeceğim inşallah gücüm yettiği kadar…

 

Mete Mordağ: Tasarım yapmaya devam edeceğim hayatımın geri kalanında… Ve gerçekten sevdiğim işi yapmanın böyle çok güzel bir geri besleme yöntemi var. Bir şeyi severek yaptığınızda onu daha iyi yapmaya başlıyorsunuz. Daha iyi yaptıkça daha çok seviyorsunuz ve bu büyüyor.  10 sene önceye ve şu ana baktığımda, heyecanla bekliyorum bundan 20 sene sonraki hayal edeceğim ve çıkaracağım şeyleri… Eğer o bildiğiniz ve edindiğiniz tecrübeyi ve yetileri, WeWalk gibi… Şu an TAGEM ile elektrikli traktör üzerine çalışıyoruz. Topluma bir şeyler kazandıracak sosyal olarak ileri götürecek şeylere destek verebildiğinizde bilginizi ve tecrübenizi faydalı bir şeyler için kullandığınızı hissettiğinizde iyi oluyorsunuz… Yani iyi hissediyorsunuz ve iyi hissetmek güzel bir şey…

Paylaş