Erkeklik Hormonu

T artınca, M’lerin sayısı çoğalıyor. M’lerin sayısı çoğaldığında bizim yaşam alanımız daralıyor. T’nin azı karar çoğu zarar. M’lerin bir tanesine bile tahammülüm yok. Hele duygusal olanlarını görmek bile istemiyorum.

Hayatınızda kaç kez iki kadının sokağın ortasında birbirlerine küfürler savurduğunu, yumruklaştığını gördünüz…

Kaç kez Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, milletvekili kadınların birbirlerinin üzerine yürüdüğüne, dayanamayıp diğerinin gözüne yumruk salladığına şahit oldunuz.

Kaç kez gazetelerin “”kan-dehşet ve magazin”” sayfalarında kadınların kocalarını dayaktan öldürdüklerini okudunuz.

Kaç kez bir kadının bir erkeğin ırzına geçtiğini anlatan haberlerle karşılaştınız?

Kaç kadın gazetecinin erkek meslektaşlarına göre daha acımasız daha saldırgan olduğunu düşünüyorsunuz?

Guiness rekorlar kitabına giren kaç kadın cani var?

Kadın ve erkek birbirinden farklı.

Kadın ve erkek birbirlerinden biyolojik anlamda çok farklı iki yaratık. Tıpta erkeklik hormonu testosteron’la ilgili bilgiler artıkça, testosteron hormonunun kullanımı yaygınlaştıkça bu iki yaratığın birbirinden ne anlamda ve ne kadar farklı olduğunu gözlemek daha somut bir şekilde mümkün olabiliyor.

Merak edilecek bir durum yok. Bugün sizlere biyoloji dersi vermek hırsıyla yanıp tutuşmuyorum. Zaten benim bilgim de yetmez böyle bir derse.

Tahmin edebileceğiniz gibi, testosteron’dan çıkıp başka bir noktada bitirmek istiyorum konuyu.
Birlikte o noktaya seyahat etmeyi teklif edecektim size, bir maniniz yoksa!

Erkekler kadınlarla kıyaslandıklarında 10, hatta 20 kat daha fazla testosteron hormonu salgılıyorlar. İki cinsin arasındaki fark önemli ölçüde bu kimyasal tarafından yaratılıyor. Farklılık yalnızca fiziki anlamda kendisini göstermekle kalmıyor, aynı zamanda davranış şekillerine, duygu, düşünce ve hatta algılamaya kadar uzanıyor.

Yazının başından sonuna kadar testosteron yazmamak için T hormonu demeyi teklif ediyorum.
T hormonu iki cinsin birbirinden farklılıklarını yaratan önemli bir kimyasal. Yapılan araştırmalar, evliliklerin boşanmayla sonuçlanmasında, sokak kavgalarında, özel hayatlarda olduğu kadar iş hayatında, siyasette T etkisinin bulunduğunu, hatta bazı meslekleri icra edenlerin diğerlerine göre daha fazla T etkisi altında kaldığını gösteriyor.

Neden Yazıyorum

Arşiv dosyalarım arasında uzun zamandır sakladığım bir yazıdan esinleniyorum bu hafta. O yazıyı saklamamdaki amaç, cinsler arasındaki farklılığın yönetime etkisiydi. Ama bir türlü esinlenememiştim bu yazıdan. Bazı araştırma sonuçlarını taşıdığı için anlamlıydı. Ama bir türlü kullanacak fırsat olmamıştı. Aslında doğru bir tercih yapıp kenara koyup saklamışım. Bugüne kısmetmiş.

Başbakan Bülent Ecevit’in sağlık durumu günden güne kötüleştikçe; iletişim uzmanları nedense ellerini kavuşturup oturup seyrettikçe; Ankara’nın göbeğinde sanırsınız ki çöp kadın ve adam konumunda birileri yaşıyor muamelesi yapıldıkça; yazacak bir şeyi olmayanlar ile ağızlarını büzüp susmayanlar çok oldukça, bu kadın erkek farkı ve T faktörü bana göz kırpmayı bıraktı. Beni çağırdı.

Makaleyi yazan kişi bir süredir T tedavisi görüyor. Artık T daha sık bulunan, daha sık kullanılan ve daha iyi tanınan bir hormon. Onunla ilgili kullanım alanları artıp kullanımı yaygınlaştıkça, bilgimiz de artıyor.

T hormonuna, cinsiyet değiştirmek isteyen kadınların rağbet ettiğini sanabilirsiniz. Ya da yalnızca sporcular tarafından kullanıldığını düşünebilirsiniz. Ama sözünü ettiğim makalenin yazarı HIV pozitif olduğu için böyle bir tedavi görüyor. Pek çok insan da başka nedenlerden dolayı bu tür bir tedavi altındaymış…

Dolayısıyla T hormonu yüklenen insanlardaki değişim ve zaman içindeki etkileşim net bir şekilde gözlenebiliyor.

T hormonu hem beyinde, hem de vücutta değişime neden oluyor. Vücuttaki tüylenme, kas yağ oranı, fiziki gücümüz ve gözle görünebilen farklılıklar bir de davranışlarımızda meydana gelen değişim var. Zaman zaman anlam veremediğimiz farklılıklar.

Tabii okuduklarımdan anlıyorum ki, erkekler arasında da T faktörüne dayalı farklılıklar yaşanıyor. Yani bazılarının daha fazla T salgılıyor olması, onu diğerlerinden farklı kılabiliyor.

Duygusal Magandalar

Geçtiğimiz hafta magandaların aslında duygusal insanlar olduklarını öğrendik. Konuya ilişkin haber hemen hemen her gazetede yer aldı. Ne hoş değil mi? Magandaların T hormonunun yüksek olduğu söylenebilir ama duygusallıklarının nereden kaynaklandığı bilinmiyor.

Ama durun bir dakika, haberi ilk dinlediğimde araştırmayı yapan doktor bu duygusallığın romantizm şeklinde algılanmasının doğru olmadığını söyledi.

Yani magandalar duygusal, ama onların duygusallığı bizimkinden farklı. Düşündüm ve şöyle bir duygusallığın onlara daha fazla yakışacağına karar verdim, siz ne düşünürsünüz bilemem tabii;

Müslüm Gürses dinlerken her taraflarını kan içinde bırakacak şekilde jiletle doğramaları. Unutmayın o anda da ciddi bir duygusallık var. Ya da şöyle bir haber; “”Çok seviyordum öldürdüm”” (Ölen, büyük olasılıkla genç bir kız, öldüren bir maganda!)

Neyse toplumda farklı magandalıklar olduğunu biliyoruz. İsterseniz yazının sonuna kadar maganda diye yazmamak için onlara da M diyelim. Teklifimi nasıl buldunuz?

M’lere T takviyesi yapıldığını düşünebiliyor musunuz?

Eyfel’e Tırmanıp, Trafikte Fena Olmak

Genel ahlaka aykırı olduğu için insanlar üzerinde bu tür tıbbi denemeler yapılamıyor. Bilimsel araştırmaların çoğu hayvanlar üzerine yapılan deneylerden elde edilen sonuçları kapsıyor.
Biraz daha teknik sayılabilecek bilgi vereyim; T tedavisi görenlerin ortak noktaları şu; T vücutlarına girdiğinde değişiyorlar. Bazısı kendisini müthiş hissediyor, bazısı daha az müthiş ama bir müthiş’lik var.

Yani T vücuda girince, Eyfel kulesine tırmanmak sorun olmuyor. İnanılmaz spor yapabiliyorlar, toplantılarda asıp kesiyor esip gürlüyorlar, sokaklarda onunla bununla fena kapışıyorlar, seçimlerde ve benzer ortamlarda müthiş oluyorlar, seks güdüleri artıyor, trafikte fena oluyorlar…

Benim elimdeki bilgiler arasında, ülkeler arasında T faktörü ve farklılığı konusunda bir bilgi yoktu. Kısacası, hangi ülkede ne kadar fazla bilmiyorum. Ama asıp kesmek, esip gürlemek, trafikte fena olmak, seçimlerde değişmek, kapışmak, severken öldürmek… Bana yabancı gelmiyor.
Acaba biz T hormonunu daha mı yoğun salgılıyoruz?

Kadınlarda da Testosteron Var

Araştırmalar erkekler arasında T farklılığı olduğunu gösterdiği gibi, kadınlar arasında da T farklılığına işaret ediyor. Örneğin çalışan kadınların T hormonu evde oturanlara göre daha yüksek salgıda bulunuyor. Çalışan kadınların kızlarının T hormonu da çalışmayan kadınların kızlarının T hormonuyla kıyaslandığında daha yüksek.

T hormonuyla ilgili ilginç veriler var;

1990′da yapılan bir araştırmada aktörlerin T hormonunun, bakanların T hormonundan daha fazla olduğunu göstermiş. Bir hapishanede yapılan araştırmada da 700 mahkum arasında T hormonu yüksek oranda salgılananların, hapishane yönetimiyle ve diğer mahkumlarla sürekli çatışma içinde oldukları görülmüş. Aynı araştırma kadın mahkumların bulunduğu tutukevlerinde de yapılmış ve benzer sonuçlar çıkmış. Katillerin ve silahlı soyguna kalkışanların T hormonlarının, sıradan hırsızlara göre çok daha yüksek olduğu da araştırma sonuçları arasında yer alıyor

T faktörü, mavi yakalılarda, beyaz yakalılara oranla daha fazla. Benzer bir araştırma avukatlar üzerinde de yapılmış, çatışma, kavga, savaş gibi haller üzerinde çalışan avukatların T faktörü diğerlerine göre yüksek bulunmuş.

Ancak T faktörü, yol su elektrik olarak geri dönmüyor. Sanırım siyaset dışında. Yani mavi yakalılar beyaz yakalılardan daha çok kazanmıyor. T faktörü yüksek olanlar daha sıklıkla hapislere düşebiliyorlar…

İlk Çağlardan Günümüze

İlk çağlarda T faktörü çok işe yarıyormuş. Fiziki gücün yoğun olarak gerektiği dönemlerde. Erkek ava çıkacak, hayvanlarla boğuşacak ve yiyecek bulacak. T faktörü yüksek olmazsa aç kalıyorsunuz.
Ama o zamanlardan bu zamanlara büyük değişiklikler yaşadığımızı düşünüyorum. Fiziki gücümüzü kullanarak yaşamımızı sürdürmek artık bir meziyet olmaktan çıktı, kafamızı kullanarak ayakta kalmak daha ilginç ve taktir toplayan yaşam şekli olarak benimseniyor.

T faktörü de zaman içinde değişti… Bu konuda bir araştırma yok. Ben gözlemlerime dayanarak söylüyorum. Örneğin geçmişte T hormonu yüksek olanlar bir başkasının gözüne yumruk atıyordu, bugün yumruk atmak yerine başka yöntemlere başvurabiliyor.

Yüksek T yüzünden, karşınızdakini günde üç öğün fiziki anlamda dövmeniz gerekmiyor. Onu dövmeden de öldürebilirsiniz.

Evet… İlk çağlardan bu zamana değişen algılarımızdan biri de, zarar görmek ve zarar görmenin şekilleri.
Çok sık yaşandığı için sıradan ve kolay anlaşılır bir örnek vereyim; koca karısını dövdü, burnunu kırdı. Burada fiziki bir zarar söz konusu.

Koca karısına bağırdı hakaret etti, onurunu kırdı, fiziki bir durum yok.
O zaman o kadın zarar görmedi mi? Böyle mi algılamalıyız?

Sürekli Dayak Yiyor

Türkiye’de bir kişi sürekli dayak yiyor. Günde üç öğün de değil neredeyse 13 öğün…

Çünkü hasta.
Çünkü başbakan.
Çünkü hasta bir başbakan.

Vuran vurana. Muhalefet ayrı vuruyor… Medya ayrı… Dost ayrı vuruyor, düşman ayrı.
Vuruyorlar çünkü koltuğu kıymetli. Vuruyorlar çünkü mevcut durum bireysel çıkarlara aykırı.
Vuruyorlar çünkü T’leri yüksek.

Bir devlet adamının bu kadar seviyesizce hırpalandığını anımsamıyorum.
Türkiye’de bir hakaret kampanyası başlatıldı, sanırsınız ki katılanlara para dağıtılıyor.

Mesleği ne olursa olsun hangimizin buna ne hakkı var? Bu hakkı nereden buluyoruz? Gazeteci ya da siyasetçi olmak acaba birilerini dövmek ve hırpalamak için yasal hakka sahip olmak anlamına mı geliyor? Kürsüden konuşma yapma hakkı verilmiş olması, bir gazetede yazmak, bir televizyonda konuşma hakkına sahip olmak başkalarını dövme hakkını da otomatik olarak verir mi? Vermeli mi?

Peki, birilerine yakın olmak, onların günlük hayatlarına giriyor olmak, onların sırlarını başkalarıyla paylaşmaya neden olabilir mi?

Etik konularında çalışma yapanların bugünlerde nerede olduğunu merak ediyorum.

Ya bunlara etik gözüyle bakıyorlar ya da elmayı armuttan ayıramayacaklarını düşünüyorlar. Bir ülkenin layığınca yönetilmemesi başka, bir ülkeyi yönetenlere seviyesizce saldırmak başka.

Amerikan Başkanı’nın çapkınlıkları aylarca tartışıldı. Ama bunu tartışanlar onun ve dolayısıyla kendilerinin kişilik haklarını bozuk para gibi harcamadılar. Yasal yollara başvuranlar oldu. Diyeceksiniz ki inanılmayacak komiklikte mesajlar sağdan soldan yağdı durdu. Ancak unutmamak gerekir ki, toplumsal sorumluluğu ve kamuoyunda bir yeri olan hiçbir gazeteci, hiçbir politikacı ya da hiçbir kamu görevlisi hatta hiçbir özel hizmetli Başkan’ı aşağılayacak, onurunu zedeleyecek sözler söylemedi.
Ben hiçbir yabancı devlet adamı için, “”Bana çok emin yerden söylediler, başbakan pantolonunu bile toparlayamıyormuş; biri gelince kapıyı kendisi açıyormuş; eşi despotmuş eve kimseyi almıyorlarmış; başbakanın pislikten derisi yara içindeymiş; başbakan resmen açlık sınırında yaşıyormuş; eşi ona bakamıyormuş, onlar garip insanlarmış herkesten kaçarlarmış; yedikleri tek şey kuru pastaymış…”” diye yazıldığını bir yerlerde okumadım.

Bunu da okumak istemezdim.

Kendimi kötü hissettim.

Sanki Biz Burada Yaşamıyoruz

Ülkenin yönetim kapasitesini yitirmiş bir kişi tarafından yönetilmesi, daha doğrusu yönetilememesi doğru bir iş midir?

Tabii ki değil, ama bunu ifade etmenin türlü yöntemi var.

T faktörü yüksek olan insanların fiziki güçlerini kullanamadıklarında bu meziyetlerini, farklı yöntemlerle belden aşağı vurarak ifade etmeleri doğru mu?

Onlar bu ülkede yaşıyor, biz yaşamıyor muyuz? Onların çocuklarının geleceği söz konusuysa bizim de çocuklarımızın geleceği söz konusu. Muhalefettekiler avuçlarını kaşırken, başkaları falanca ihaleyi kapsam diye heyecandan hop oturup hop kalkarken, ne yazılanlarda ne söylenenlerde çocuğumun geleceğini göremiyorum.

Gördüğümü söyleyeyim mi; tencere dibin kara seninki benden kara.

Söylenenlerin hepsi doğru olabilir.

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı acınacak bir hal içinde bulunabilir. Onun acınacak bir halde olması hepimizin ayıplanacak bir hal içinde olması anlamına gelir. Bir çukurdaysak eğer hep birlikte oradayız. Gerçi vekillerimiz artık yazlık bölgelerde, biz çalışıyoruz onlar tatil yapıyor!

Eylül ayında mutlaka olağanüstü toplanacaklarmış. Eylül ayına kadar geçecek sürede ne olacak? Neden onlar yönetimimiz konusunda aklıselim bir fikir birliğine doğru yol almıyorlar.
Donunu bile toparlayamadığı söylenen adam ne kadar da güçlüymüş… Evinden çıkamıyor, ama kimse yıkamıyor… Sonra da T’si yükselen adamların hakaretlerine maruz kalıyor.
Benim kafam karışıyor.

T faktörü yüksek yazıları her şeyden önce bize hakaret. T faktörümüzü harekete geçirene kadar aklımızı harekete geçirmeliyiz. Bu arada T hormonu yüklemesi yapılanlar ilk bir iki gün inanılmaz enerjik olabiliyor buna karşılık konsantrasyonlarını yitirebiliyorlar. T’nin yararları kadar zararları olduğunu da unutmamak gerek.

Yabancı gazeteler bile Türkiye’deki başbakanın acınacak durumunu yazıyormuş. Bu çok üzücü bir durummuş! Yabancı gazeteler yıllardır Türkiye’nin onurunu gururunu zedeleyen o kadar çok şey yazdılar ki, yazmaya devam ediyorlar ki, acaba o yazılar zamanında bizim gözümüzden mi kaçtı, yoksa tercüme edilmemiş oldukları için anlayamamış mıydık?

Acaba T’yi yasaklamak mı gerekiyor?

Ya da bir akıl hormonu var mı?

 

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir