Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler

Bu kadınlar gününü sevmiyorum ben. Baştan söyleyeyim.

Ne dövmesini, ne sevmesini biliyoruz. Ne yalan söylemeli, biz hiçbir şey bilmiyoruz… Hiçbir işi layıkıyla yapmıyoruz. Sevemiyoruz, dövemiyoruz, hakkımızı koruyamıyoruz, öğrenmiyoruz, yapmıyoruz, gitmiyoruz, bilmiyoruz… Bu kadınlar gününü sevmiyorum ben. Baştan söyleyeyim.

Aslında hiçbir özel günü sevmiyorum. Çünkü bir şekilde birileri bunları sevmemi engelliyor. Yılbaşı gecesi de benzer duygular yaşatır. Eğlenmek zorundasındır. Kadınlar gününde konuşma yapmak zorundasındır. Birini anmak zorundasındır. Zorunluluktan nefret ediyorum diyebilir miyim? Çünkü gördüm ki, benim ülkemde her şey zorunluluktan yapılıyor. Kimsenin umuru değil anmak, anılmak…

Kızım ilkokul hazırlıktaydı. 10 Kasım için öğretmeni kara karton, kuru yapraklar ve Atatürk fotoğrafı istedi. Atatürk’ü anacaklarmış. Böyle anma eksik olsun. O yılın sonunda kızımı söz konusu okuldan aldım. Kızımın Atatürk’ü anlamadan anacak. Neye yarayacak. Kadınlar, geçtiğimiz hafta kadınlar gününü andılar. Her yıl anıyorlar. Neye yarıyor. Anlamadan, dostlar alışverişte görsün…

8 Mart 1857’de New York’ta işçi kadınlar iş koşulların düşük ücret ve kötü çalışma koşullarını protesto etmek için greve gittiler. Grev, polisin müdahalesiyle sona erdirildi. Çıkan yangında 140 kadın işçi hayatını kaybetti. Kadın işçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı. Bunun üzerine 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak kabul edilmesi önerildi ve öneri 1977 yılının aralık ayında Birleşmiş Milletler Genel Asamblesi’nde kabul edildi.

Biz de 1857 yılında ölen 140 kadını daha iyi anabilmek, onları daha iyi yaşatabilmek için, kadınlar gününü anmak, kutlamak isteyen  kadınları copladık, dövdük, yerlerde sürükledik. Canım başka nasıl kutlanır bu kadınlar günü… Hakkını vermek gerek değil mi?

Ben kadın yönetici istemem

Kadının en büyük düşmanı kendisi. Ne koca, ne baba, ne polis ne sistem… Daha önce burada yer verme fırsatı bulamadığım bir araştırma pek de haksız olmadığımı gösteriyor.

insankaynaklari.com, internet ortamında yaklaşık 5 bin kişi üzerinde “Çalışanlar Kadın Yöneticiyi Nasıl Görüyor” konulu bir araştırma gerçekleştirmiş. Soruların yüzde 44’ünü erkekler, yüzde 56’sını bayanlar cevaplamış. Bu kişilerin yüzde 76’sı çalışan kişilerden oluşturulmuş.

Bence bu araştırmanın en çarpıcı sonucu şu; kadınların yüzde 46’sı da hemcinslerini yönetici olarak görmek istemiyor. Ankete katılan kadınların yüzde 35’i, kadın yöneticiden olumsuz etkilenirken, erkeklerin ise sadece yüzde 26’sı bundan olumsuz etkilendiği görüşünü bildirmiş. Kadınlar kendilerine üst düzey görevleri yakıştırmıyorlar. Anlaşıldı. Birbirlerini de orada görmek istemiyorlar, bu da anlaşıldı. Peki, acaba fiili son durum ne?

Kadın istihdamı düşüyor

Kadın istihdamı konusunda maalesef iyi şeyler söylemek mümkün değil.
Ülkemizde kadın nüfusu erkek nüfusa göre nispeten daha fazla olmasına ve istihdamda 2004 yılında 1 milyon 91 bin kişilik artış olmasına rağmen kadın çalışan sayısı sadece 60 bin kişi arttı. Bu artışla kadın çalışan sayısı 6 milyon 344 bin kişiye yükseldi. Kadın istihdam oranı ise yüzde 22.6’ya geriledi.

Türkiye’de çalışma çağındaki her yüz kadından sadece 23’ü çalışıyor. AB ortalaması yüzde 54. Avrupa’da Türkiye’ye en yakın ülke Bulgaristan’ın kadın istihdam oranı yüzde 48. Üstelik istihdam edilen kadınların yarısı ücretsiz aile işçisi. Çalışan kadınların yüzde 57.4’ü tarım sektöründe ve bunların yüzde 80’i ücretsiz aile işçisi. Çalışan kadınların yüzde 29,2’si hizmetler, yüzde 12,9’u sanayi, binde 5’i inşaat sektöründe. 15 ve daha yukarı yaştaki kadınların yüzde 54’ü ev kadını.

Eğitim düzeyi yükseldikçe kadın işgücü oranı artıyor. Ancak özellikle son yıllarda eğitimli kadınlardaki yüksek işsizlik oranı, kadını işgücünün dışına itiyor. Kadın işsizlik oranı genelde erkeklerle aynı oranda, yüzde 10. Lise ve dengi mezunlarında işsizlik oranı kadınlarda yüzde 25.3, erkeklerde yüzde 12.2. Yüksek okul mezunu kadınlarda işsizlik oranı yüzde 18.1, erkeklerde yüzde 9.3. İş olanaklarının kısıtlılığı karşısında kadın, işgücü piyasasına giremeyip, ev kadınlığına razı oluyor.

Biz farklı dünyaların insanlarıyız

Bundan sonra iki farklı araştırmadan daha söz edeceğim. Ve birbirimizi neden anlamadığımızı ben değil bu araştırmaların anlatmasını isteyeceğim. Sonuçlara bakın ve biz neden birbirimizi anlayamayız anlayın. Çünkü bazılarımız New York Manhattan’da yaşadığını sanıyor, bazılarımız ise Afganistan’ın en ücra köşesinde yaşıyormuş gibi duruyor. Bazılarımız Berlin’in post modern havasını burada soluyor, bazılarımız Afrika kıtasındaki sefaletle boğuşuyor.

Kanayan toplumsal yaramız olan akraba evliliğinin önüne geçilemiyor. Hacettepe Üniversitesi (H.Ü) tarafından gerçekleştirilen “”Türkiye Akraba Evlilikleri: Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması””, ülkemizde akraba evlilikleri oranının yüzde 25,1 olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’de hala her dört kadından biri akrabasıyla evleniyor. Sonuç, zihinsel ve fiziksel özürlü çocuklar.

Araştırma yaşları 15- 49 arasındaki 8 bin 576 kadın üzerinde yapıldı. Sonuçlara göre, kadınların çoğunluğu sevdiği için akrabasıyla evlendiğini söylüyor. Bunu “”aileye yabancı girmemesi için”” ve “”ailem karar verdi”” cevapları izliyor. Eşler, daha çok amcaoğlu ve halaoğlu arasından seçiliyor.

Köylerde yüzde 33′e yükselen akraba evliliği oranında büyük kentlerde yüzde 18.7′e kadar düşüyor. Akraba evliliği yapan kadınlardan yüzde 37.3′ü, erkeklerde ise yüzde 32.8′i hiç eğitim almamış. Akrabasıyla evlenen yüksek eğitim almış kadın oranı yüzde 4,4, yüksek eğitimli erkek oranı ise yüzde 14.4. Diğerlerine oranla yüzde 10 daha fazla doğurgan olan akraba evliliği yapan kadınların çocuklarında 5 yaş altı ölüm hızı ise normal evliliklere göre yüzde 57 daha çok.

İsveçli miyiz ne?

Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Yılmaz Esmer’in Türkiye liderliğini yürüttüğü Türkiye’nin en büyük 500 firmasının sahip, ortak ve yöneticilerinden 217 kişiye (37′si kadın) öğrencileriyle birlikte uyguladığı Ekonomik Seçkinler Değerler Araştırması 13 yıldır uyguluyor. Esmer ilk kez araştırmayı ekonomik seçkinler diye tanımladığı küçük bir gruba da yönlendirmiş.

Prof. Esmer tabloyu şöyle yorumlamış: “”Cinsellik, evlilik, kadın – erkek ilişkileri konusunda ekonomik seçkinler doğal olarak halktan çok daha liberal ama kadın seçkinler de erkeklerden çok daha fazla geniş görüşlü ve özgürlükçü. Örneğin eşcinselliğe bakış yönünden kadın ekonomik seçkinlerin İsveçliler’den bir farkı yok. Kadın seçkinler erkeklerden çok daha yüksek oranda (neredeyse üçte bir) “”evliliğin artık modasının geçtiğini”” söylüyor. Kadın seçkinlerin yüzde 28′inin de kadının evlenmeden çocuk sahibi olmasına bir itirazı yok. Kitlelerden çok farklı değerlere sahip bir grup bu.””

Ekonomik Seçkinler Değerler Araştırması’nda kadın seçkinlerin İsveçliler’den daha da liberal görüş açısına sahip olduğu noktalar da var: Birincisi “Evlilik modası geçmiş bir kurumdur. İkincisi, “Kadın için aslolan ev ve çocuk değil çalışmaktır.” Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler. Bırakın hatırlayacağım, kim demişti bunu. Marie Antoinette mi? Yok canım bizim seçkinler demiş olmalı!

 

Paylaş