Dönmem Bir Daha, İmkansız!

Türk basın tarihinin temel taşlarından biri Cumhuriyet Gazetesi. Türk düşün  tarihinin temel taşları arasında Uşaklıgil ile Nadi aileleri  yer alıyor. Hepsinin kesiştiği nokta Halit Ziya Uşaklıgil ile Yunus Nadi’nin torunları Emine Uşaklıgil. Uzun yıllar gazeteciliğin içinde yer aldı, Cumhuriyet’teki büyük kavgada her şeyi geride bırakıp ayrıldı.

Bugün dön, deseler döner miydiniz?

İmkansız. Geç kalınmış bir şey. Dönmem.

Sahiden mi?

Evet

Yani içinizde böyle bir şey yok mu?

Yok.

Bu kısa soru cevap paslaşmasını ropörtaj’da aynen bulacaksınız. Ben soruyorum Emine Uşaklıgil yanıtlıyor. Oysa içinde bir özlem bir arzunun kalmış olduğuna o kadar emindim ki sorarken. Bilmeyen olabilir mi bilmem… Dönmek istemeyeceği yer Cumhuriyet gazetesi. Aileden de olsa tepeden inmedi. Hatta zorlayarak girdi, Cumhuriyet’te çalışmasını aile hiçbir zaman istemedi. O ısrar ettikçe ilişki gerildi.

 

Başarı ne ifade eder Emine Uşaklıgil için merak ettiğim soruların başında geliyordu. Sordum: “Sizinkisine ne demek gerek başarı mı başarısızlık mı?” kısaca Cumhuriyet gazetesi üzerinden yanıtladı, bir tarafı başarı bir tarafı başarısızlık.

Tüm bu süreçte yara alan tek nokta ise gazetenin kendisi. Ne yazık değil mi?… Basın tarihinde kısa bir tur atmak üzere sizi Emine Uşaklıgil söyleşisine davet etmek istiyorum.aprak Özer: Halit Ziya Uşaklıgil ve Yunus Nadi’nin torunu olarak dünyaya göz açmak çok büyük bir şans ama nasıl bir şans olduğunu sizden dinlemek isteriz. Ağır bir yük mü yoksa tamamı ile bir şans mı?

Emine Uşaklıgil: İkisi birden, diyeceğim. Fakat şunu da belirtmem lazım; ben maalesef dedelerim ile tanışmadım çünkü ikisi de doğumumdan hemen sonra vefat etti. Bir tanesi beni kollarında tutmuş, öbürü de hiç görememiş, o açıdan şanssızım. Ama bir açıdan şanslıyım; çünkü ne de olsa, annem Yunus Nadi’nin kızı, babam Halit Ziya Uşaklıgil’in oğlu ve ister istemez, babalarının birikimlerinden de faydalanmış iki kişinin çocuğu olarak dünyaya geldim. Onların ister istemez çocukları ile ilgili beklentileri çok yüksekti. Anormalliği siz hemen hissetmiyorsunuz tabii çünkü kendiliğinden gelişiyor. Beklentiler yüksek ve işte bu her noktada kolay değil. Bunun yanında ben onun sıkıntısını şahsen çekmediğimi de söyleyebilirim aslında.

Yaprak Özer: Kitabınız “Benim Cumhuriyetim”de de ifade ediyorsunuz:  “Akıllı ve zeki olmak zorunluluğu”ndan söz ediyorsunuz. “Hem Halit Ziya Uşaklıgil’in hem Yunuz Nadi’nin torunu olmak kolay değil” diyorsunuz.

Emine Uşaklıgil: Aynen öyle.

Yaprak Özer: Ne kadar zor?

Emine Uşaklıgil: Bilmem. Ayak uydurabiliyorsanız, değil.

Yaprak Özer: Peki, nasıl ayak uyduruyorsunuz?

Emine Uşaklıgil: Beklentiler hiç bitmiyor. Bu sorunun cevabını veremeyeceğim. Sonradan ben, bunu düşündüm yani onu yaşarken düşündüğüm ya da ağırlığını hissettiğimi söyleyemeyeceğim, beklentilerle baş ettim fakat sonradan farkına vardım ki; eşikler söz konusuydu, onları aşmamak gibi bir şey söz konusu değildi. Bir de, o kadar kolay bir çocuk değildim ama onu kitapta anlatmıyorum tabii.

Yaprak Özer: Orada ekonomik mi davrandınız yani.

Emine Uşaklıgil: Evet, çok ekonomik davrandım. Yani epey tepkisel, kendine göre asi ve haliyle benimle baş etmek o kadar kolay değildi.

Yaprak Özer: Programın başlığı; “Başarı Hikayeleri” ve sizin hayatınız pek çok iniş ve çıkışlarla dolu. Başarı sizin için ne demek? “Başarı” deyince sizin tanımınız ne olurdu?

Emine Uşaklıgil: Ben “başarı” kelimesini çok sevmiyorum, daha doğrusu neyi temsil ettiği belli olmayan bir kelime olduğunu düşünüyorum. Söz edilecekse, kıstasa geliyor anlamı. Peki kıstas doğru bir şey mi başarı için ya da başarı daha çok kişi ile yaptığı iyi iş ya da yüklendiği x bir sorun ya da daha çok ona bağlı ve o kişinin kendisine ne kadar verebildiği, sonuç alıp almadığı ve neticede bundan tatmin olup olmadığıyla ilgili mi? diye kendi kendime sordum buraya gelmeden önce.

Yaprak Özer: Peki, neye karar verdiniz?

Emine Uşaklıgil: Aşağı yukarı, buna karar verdim.

Yaprak Özer: Sizinki bir başarı hikayesi miydi yoksa tam tersi bir başarısızlık hikayesi miydi? 

Emine Uşaklıgil: Kimsenin hayatı salt başarı ya da salt başarısızlıklarla geçmemiştir. Kendime döneyim, Cumhuriyet Gazetesi serüveninden başlayacak olursam; Cumhuriyet Gazetesi çok zor bir dönemde, çok ilginç medyanın yeri ve bulunduğu ortamdı. İşte o dönemde 12 Eylül yaşanıyor. Dolayısıyla zor bir dönemdi ve birçok açıdan çok ciddi dönüşüm gerçekleştirildi, yani hem gazetecilik, hem gençleşme açısından. Tamamen en köhne teknolojiden en ileri teknolojiye geçildi. Bu ekibin içinde olmak, ayrıca bunun başarılı bir şekilde sonuçlanması bir başarıydı. Ama kavga sonucunda, kavganın aşılabilmesini sağlayamamış olan tek kişi de ben değilim tabii. Gene bir ekibin içindeydim ve iki taraf söz konusuydu o kavgada ama neticede bir başarısızlıktı bu. Yani en azından ben öyle kabul ediyorum.

 

Yaprak Özer: Geriye dönüp baktığınızda o “kavga” diye tanımladığınız ortamı, daha farklı yönetmek mümkün olabilir miydi?

Emine Uşaklıgil: Elbette, fakat bu tek başına başarılacak bir şey değildi. Yani birçok aktörü / oyuncusu vardı ve aşağı yukarı her oyuncu olumlu yerine olumsuz bir katkıda bulununca yapacak bir şey kalmamıştı.

 

Yaprak Özer: Oyuncular, bugün gelinen noktayı görmüş olsalardı; ders alırlar mıydı? Yani sonunu biliyor olsalardı?

Emine Uşaklıgil: Ders alırlardı tabii. Savaşlarda kazanç olmadığı, genellikle alanın yıprandığı, dolayısıyla neticede asıl yarayı alanın kişilerin/bireylerin olmadığı, gazetenin kendisi olduğu ortada.Ve tabii ötesinde, o kurum, bence Türkiye için önemliydi. Gerçekten hem bir geleneği sürdürüyordu hem bir prestiji vardı. Habercilikte bir dizi yenilik yapmıştı ve onları sürdüyordu.

Yaprak Özer: Siz, 18 yıl gibi bir süre mi çalıştınız Cumhuriyet Gazetesi’nde?

Emine Uşaklıgil: Aşağı yukarı, evet.

Yaprak Özer:Tepeden inme yöneticilik yaptığınız söylenemez herhalde.

Emine Uşaklıgil: Hayır, yapmadım.

 Yaprak Özer: Ne kadarı yöneticilikle geçti?

Emine Uşaklıgil: Yarısından fazlası, 12 yıl civarında.

 Yaprak Özer: Sizin döneminizde gazetenin tirajı artmış…

Emine Uşaklıgil: Dediğim gibi, unutmayalım ki bu bir ekip işi. Ama evet, tirajı arttı, aşağı yukarı 2 katı arttı. Reklam geliri, 10’a katlandı, teknolojisi tamamen bitmiş olan tipo kurşun teknolojisinden tamamen modern bilgisayar teknolojisine geçildi. Ayrıca çok genç, çok dinamik bir ekip kuruldu.

 

Yaprak Özer: Ne oldu? Taşları yerinden oynattığınız için mi sonunu getiremediniz? Getirdiğiniz sistem; gençleşme, onun altında başka şeylerde var aslında. Niye rahatsız edebilir ki? “Gençlik” dediğiniz şey, aslında “habercilik; “habercilik” dediğiniz şey aslında “gelirler”.

Emine Uşaklıgil: Ama maalesef o, bir iktidar kavgasıydı. Görünürde bir kuşak kavgasıydı, yani hem öyleydi hem de bir iktidar kavgasıydı ve biraz da “benim olsun küçük olsun”…

 

Yaprak Özer: “Benim olsun küçük olsun” yalnızca Cumhuriyet’in değil, Türkiye’nin sorunu.

Emine Uşaklıgil: Küçüğü kontrol etmek çok daha kolay değil mi? Dinamik ve evrim geçiren bir yapı ister istemez statik olamaz yani değişecek. Onu da kontrol etmesi çok kolay değil. Böyle bir genelleme yapabilir miyiz, bilmiyorum ama Cumhuriyet Gazetesi’nde geçerliydi…

 

Yaprak Özer: Peki sizin için ne geçerliydi? “Benim olsun küçük olsun”un karşıtı nedir? Büyük olsun ne olsun?..

Emine Uşaklıgil: Hayır, “büyük olsun” değil. Gene başarı konusuna gireceğiz. Ne olabilir? İşte sürekli size söylediğim gibi; dinamik olan, sürekli genç kalmasını bilen – bu da tabi sürekli yenilenmesinden geçiyor – ben hatırlıyorum; bir gün Hasan Cemal, ne beni ciddiye aldı ne de korkarım ki, tam benim ne demek istediğimi anlamadı. Şunu demiştim kendisine; “Hasan, dikkat et biz genç değiliz, 40 yaşındayız” demiştim ama doğru. Yani gençler farklı yaklaşıyorlar, zaten çok merak ediyorum; kaç genç, yazılı basını okuyor? Bilmiyorum, istatistikler muhakkak vardır.

 

Yaprak Özer: Sözü Hasan Cemal’e getirdiniz, sormadan edemeyeceğim; Cemal’in kitabıyla, sizin kitabınıza baktığımızda; ikisi farklı gazeteler ya da farklı dönemlerden bahsediyor gibiler.

Emine Uşaklıgil: Yorumdan çok yaklaşım farklı çünkü; ben belirli bir perspektif içine kitabı oturtmaya çalıştım. Neden tarih? Onu da söylemem gerekiyor; yani hiçbir şey bence tarihinden kopuk olamaz. Haliyle benim için, o meşhur günü anlamak için; gazetenin kurucusunu, ailenin neyin içinde geliştiği, aile içi kavgalar ve gazetenin içindeki kavgalar bilinmeli. Haliyle bize ait dönem kitabın %30’unu buluyor, bulmuyor. Hasan Cemal’in yaptığı, çok daha kişisel bir bakış açısı, çok daha kişisel kavgasını anlatmak ve savunmak. O konudaki düşüncelerini oldukça renkli bir üslupla dile getiriyor ve neticede o dönemde medyadaki Cumhuriyet’in yeri ya da medyanın konumunu hatırladığım kadarıyla pek anlatmıyor. Yani daha çok kimin kime ne yaptığını anlatıyor, daha dedikodu düzeyinde ve doğrusunu isterseniz, hem yadırgadım hem de üzüldüm. Çünkü, bir dönemde Cumhuriyet Gazetesi’ne gerçekten katkısı ciddi olan bir kişinin, yaşananları sadece o düzeyde tutmasının ne kendisine ne de Cumhuriyet Gazetesi’ne yakıştığını düşünmüyorum.

 

Yaprak Özer: Peki, siz tepki olsun diye mi yoksa tarihe katkısı olsun diye mi yazdınız?

Emine Uşaklıgil: Kendim için yazdım muhtemelen yani anlamak için. Yok, tepki olarak değil. Ben bir süredir düşünüyordum hatta bahsediyordum ve en sonunda bir arkadaşım bana dedi; “Artık yeter (!) ya bu kitabı yaz, bu konuyu kapatalım.”  ve beni sürükledi, bir eve kapattı.

 

Yaprak Özer: Ne kadar sürdü yazmanız?

Emine Uşaklıgil: Çok uzun süre sürdü yani 4 yıla yakın.

 

Yaprak Özer: Rahatladınız mı yazınca?

Emine Uşaklıgil: Hayır, kendimi rahatlatmak değildi benim amacım.

 

Yaprak Özer: Ama altta bir yerlerde, öyle bir motifin olduğunu düşünüyorum…

Emine Uşaklıgil: Pek değil ama evet, belki bir borç olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü “başarı” ya da “başarısızlık”a geri döneceksek; tabi ki ben kendimi sorumluların arasında görüyorum, diğerleri beni ilgilendirmez. Ben kendi sorumluluğumun ağırlığını taşıyorum. Belki o açıdan kendimi rahatlatmak istedim. Bir de gerçekten bence bu gazetenin başka bir perspektife konması önemliydi yani gazeteye karşı bir borcumdu.

 

Yaprak Özer: Hasan Cemal’in kitabının ismi “Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim”, şu aklıma geldi yani bakarken; Cumhuriyet’i seven sevene aslında. Siz ne kadar sevmiştiniz?

Emine Uşaklıgil: Ama çok sevmiştim. Hala da seviyorum. “Sevmek” çok geniş bir kelime ama benimsemiş olmak, önemsemiş olmak, sürekliliğini arzu etmiş olmak, kendisinin Türkiye toplumunda önemli bir rol oynamasını düşlemek, onun ne olabileceği konusunda çok düşünmek ve onların olmaması… “Sorumluluk” dediniz ya, işte o var. Ama o bir misyonsa; tamamlamış değilim.

 

Yaprak Özer: Bu “çok sevme” konusuna aslında tesadüfen gelmedim yani Türkiye’de çok sevmek, belli kurumları çok sevmek çok yaygın bir şey. Belli ideolojileri çok sevmek ve kendimizce sevmek ayrıca ondan başkasının da başka türlü sevilebileceğini düşünmemek… “Sevmek” kelimesini iyi tanımlamak lazım herhalde değil mi? Fazla duygusal oluyor o zaman.

Emine Uşaklıgil: Şöyle de tanımlamamız mümkün; bu, Cumhuriyet için geçerli olabilir, Cumhuriyet’in onu yapma şansı belki daha yüksek ama bu herhangi bir medya organı için de geçerli olabilir.Yani bir medya organının, bir toplumda yeri var mı? Onu kendi kendine sorgulayabilir ve o rol, magazin yapmaksa, onu kendisi bilir. Bu bir seçim ama rolü, bilgiyi aktarmak ve bilgiyi öyle aktarmak ki, insanların daha demokratik, daha eşit olabilmesi adına. İşte hedefi neyse, bir toplumda yaşamaları için bazı düşünce yapıları ya da bilgileri aktarabiliyorsa, hedefi oysa; onu yapabilir.

 

Yaprak Özer: Bugün dön, deseler döner miydiniz?

Emine Uşaklıgil: İmkansız. Geç kalınmış bir şey. Dönmem.

 

Yaprak Özer: Sahiden mi?

Emine Uşaklıgil: Evet

 

Yaprak Özer: Yani içinizde böyle bir şey yok mu?

Emine Uşaklıgil: Yok.

 

Yaprak Özer: Biraz geleceği konuşalım istiyorum ama… Geçmişte, o dönemin içerisinde “kadın” olduğunuz için tepki gördünüz mü? Gençtiniz, yeni fikirler getirdiğiniz, onları bir kenara koyacak olursak; “kadın kimliği” rahatsız etti mi?

Emine Uşaklıgil: En ufak bir şüpheniz olmasın bu konuda.

 

Yaprak Özer: Peki, niye?

Emine Uşaklıgil: Ama hatırlıyorsanız; Hasan Cemal’in kitabında bir imaj çıkıyor insanın karşısına; bir tanesinde yazmış, bence farkında değil ne yazdığının ya da aldırmıyor, bilemeyeceğim. İlhan Selçuk ile bir araya geliyor ve yakınıyorlar; herkes kadın, Leyla Uşaklıgil kadın, Doğa Nadi’nin iki kızı da kadın ve Emine de kadın – Emine orada işi bırakmamış – muhasebe müdürü kadın, reklam müdürü kadın, her taraf kadın ve bunlar gerçekten bunu dert edinmiş görünüyorlar. Zaten bakın, o dönemde bir medya kuruluşunda yönetici olan tek kadındım, ilk ve tek… Ondan sonra herhangi bir kadın yazı işleri müdürü oldu mu? Hayır.

 

Yaprak Özer: Kadın olsaydı medyada, medyanın durumu bu şekilde olabilir miydi?

Emine Uşaklıgil: Bilemeyeceğim. Yani öyle bir genelleme yapamayız ama en azından var olmadıkları ortada.

 

Yaprak Özer: Batı’da kadınları çok sevdiklerinden değil; kadının farklı görüş açısı ya da ürünlere katabileceği değişik perspektifler, ondan sonra çeşitlilikten dolayı yönetim kurullarında kadınlara yer veriyorlar.

Emine Uşaklıgil: Evet ama ne kadar bir oranda temsil ettikleri tartışma konusu. Fakat şunu da belirtmek istiyorum; ben, sistematik olarak, bütün müdürlerimizi kadın oldukları için seçmedim. O dönemde iyi oldukları için seçtim ama demek ki, imaj o değilmiş.

 

Yaprak Özer: Ne değişti? Bu, bizim iletişimde bir arpa boyu katedemediğimiz anlamına mı geliyor?

Emine Uşaklıgil: Korkarım ki tersi, yani geriledik… Ama bu sadece Türkiye için geçerli değil. Birden ortaya çıktı birincisi. Ona “ana akım medya” diyelim. Ana akım medya da giderek haberden uzaklaştı, özel haber pahalı olduğu için. Tabi sadece pahalı olduğu için de değil; Amerika’da Irak Savaşı sırası, “Embedded Media” dedikleri olgulara baktığımız zaman, medya o gün bugündür kendini toparlamış değil. Yazılı basım için para verildi diyelim ama bu televizyon kanalları içinde bir yere kadar geçerli, haber üretmekten uzaklaşıyorlar. İddia, bu resmi söylemeye başladıkça tiraj kaybettiler çünkü paralelinde başka bir şey çıktı karşılarına; internet.  “internet gazeteciliği” diye bir şey çıktı, Facebooklar, Twitterlar… Bütün bunlar çıkınca -sonuçta birisi bedava, birisi değil- medya aslında çok ciddi bir krize girdi.

 

Yaprak Özer: Taraflı olmak, bir gazeteci taraflı olabilir mi ya da nasıl tarafsız olabilir?

Emine Uşaklıgil: Bir gazetecinin tarafsız olması zor.

 

Yaprak Özer: Yorumcuyla, köşe yazarı ve habercinin arasında bir farktan belki burada söz edebiliriz. Siz de ona göre yanıt verebilirsiniz.

Emine Uşaklıgil: Şimdi, bütün dünya basınını incelemiş değilim ama zannetmiyorum ki dünyanın başka bir yerinde bu kadar köşe yazarına sahip yazılı bir medya düşünemiyorum. Yani yorum olsa dahi – siz, gayet iyi biliyorsunuz – çoğu gazetede birbirlerine girmiştir, analitiktir ve haber iç içedir. Öte yandan, söz konusu yazarlara haksızlık etmemek gerekiyor, haftada 6 gün bir köşeyi illa doldurmak hem kolay bir şey değil hem de doğru bir şey değil çünkü araştırmak zaman alıyor. Şimdi, taraflı tarafsız haber kaynakları deyince, hepimiz biliyoruz ki; dünyanın her ülkesinde hükümetler bilgi verir yani o kadar kolay alınmaz ama onun arkasına bakmak, araştırmak, deşmek ve meydana çıkartmak işte gazeteciliğin de rolü bu.

 

Yaprak Özer: Aslında ortaya çıkartmak, sonra “takip etmek” diyelim mi?

Emine Uşaklıgil: Kesinlikle takip etmek.

 

Yaprak Özer: Şu anda en az gördüğümüz şey fikri takip değil mi?

Emine Uşaklıgil: Evet, maalesef.

 

Yaprak Özer: Dedeniz, aslında haberciliğe daha fazla önem vermiş bir gazeteciydi. Dayınız ise – ki eleştiriyorsunuz kitabınızda – köşe yazarlarını daha fazla ön plana çıkartmıştı. Kuşak farkı olduğu için mi yoksa bir zorunluluk muydu?

Emine Uşaklıgil: Zannetmiyorum yani olayı kuşağa bağlamak olmaz. Onun gerçekten anlayışı oydu yani haberi o kadar önemsemiyordu. Farklı bir gazetecilik anlayışı vardı. Zaten iki kardeştiler ve iki kardeş de o konuda çok farklı düşünüyorlardı. Yani Yunus Nadi’nin büyük oğlu Nadir Nadi daha çok yoruma ağırlık verirken; Doğan Nadi tamamen haberciydi yani ruhu haberciydi.

 

Yaprak Özer: Denilir ki; “Habercilik çok pahalıdır” oysa köşe yazarları da, gazeteler için epey yüklü bir bütçe oluşturmuyorlar mı?

Emine Uşaklıgil: Ama tek başına bir köşede oturuyor, genellikle sorunlarını bir telefonla çözüyorlar. Fakat sizin de demin söylediğiniz gibi; haberciliğin bir arkasından koşuşturmanın da, fikri takibin de bir karşılığı var. Bir gazetecinin işine, belki bir ekip gerekiyor. Belki buradan biri, İstanbul’dan biri, Ankara’da bir bürodan birkaç kişi sürekli hareket halinde olacak… Belki Türkiye’nin herhangi bir yerinde olacak, gidip gelme söz konusu burada. Yani o, çok daha farklı bir ekip anlayışı

 

Yaprak Özer: Güç ve medya arasındaki ilişki nasıl? Medya güç demek…

Emine Uşaklıgil: Bugün, sizce hala güçlü mü? Yani benim tereddütlerim var o yüzden bu soruyu soruyorum. Evet, tabi ki öyle bir ilişki var, kaçınılmaz bir ilişki.

 

Yaprak Özer: Dünyanın her tarafında var aslında.

Emine Uşaklıgil: Tabi ki, genel bir şey, sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir şey değil bu tanımlama. Fakat ilişkinin sağlıklı olması ve iki tarafın birbiriyle belirli bir mesafeyi ve bağımsızlığı koruyabilmesi gerekiyor. Bir iş sahibi olmak, gücün baskı uygulayabilmesine daha açık olmak değil mi? Bence öyle. Sadece diyelim ki; dil alanında, her çeşit alan olabilir, internetten televizyona, yazı basımdan kitaba kadar… Ama orada kaldığınız takdirde, mesela bir bankanız yoksa yani şu ya da bu şekilde bir hükümetin kararlarına ya da iki dudağı arasında söyleyeceği şeye ya da başka incelemelere bu kadar açık değilseniz; muhtemelen bağımzılığınızı daha rahat koruyabilirsiniz. Peki, zorluk çekmez misiniz? Çekersiniz fakat sanki o zorluklar en azından belirli bir çerçeve içinde kalır, diye düşünüyorum. O bile zor çünkü biraz koşullara bağlı.Ama şimdi Amerika’ya baktığınız zaman, bir Financial Times Gazetesi köklü ya da bir Gurdian Gazetesi de öyle. Gurdian, bir vakıftır, kendi gazetesini yaşatabilmesi için – çünkü biliyorlardı; yaptıkları, seçtikleri gazetecilik türü kolay kolay karlı olmayacak – stratejik ama hep medya alanında yatırımlar yaptılar. Bunlarda, televizyon, yerel gazeteler vb. alanlar yer alıyordu ve bugüne kadar da gayet rahat bir şekilde devam ediyorlar. Bu arada web siteleri de çok iyidir.

 

Yaprak Özer: Murdoch, Londra’da hakim karşısına çıktı ve alınan karar neydi?

Emine Uşaklıgil: Ehliyetsizlik.

 

Yaprak Özer: Yani medya sahibi olabilmek adına, ehliyetli ya da yeterince ehil olmadığı kararı varıldı. Bu “ehliyetsiz” tanımı enteresan bir tanım.

Emine Uşaklıgil: Çok fakat asıl ders ona mı yoksa İngiltere Başbakanı’na mı? Çünkü; Murdoch neticede bütünündeki yatırımlarının yüzde ne kadarını temsil ediyor İngiltere? Bilmiyorum, prestijli biri ama onun dışında bu kadar geniş bir şeysi var ki, neticede aile olarak onları etkileyecek. Şöyle bir tablo çıkıyor ve bence o çok ilginç buarada; News of The World Gazetesi’nin yöneticisi ile başbakan arasında paslaşma, bütün çıplaklığıyla yavaş yavaş ortaya çıkıyor.

 

Yaprak Özer: Son bir cümle olarak ne demek istersiniz? Her zaman medyanın içerisinde etkin bi oyuncu olarak kalcaksınız.

Emine Uşaklıgil: Bence önümüzdeki dönemde, ilginç yeni formüller çıkacaktır. İzlememiz gerekiyor.

 

Yaprak Özer: Sizi de onların içerisinde görebilecek miyiz?

Emine Uşaklıgil: Belki, kim bilir…

 

Paylaş