Dikkat! Hazır Ol

Biraz dikkat etsene!

Dikkat et kardeşim, kör müsün?
Dikkatli bak, göreceksin…
Amma dikkatsiz adamsın.
Çocuğum konsantre olsana, sen bu kafayla gidersen hiçbir şey olamazsın. Dikkatsiz şey ne olacak!

Ağzımız alışmış bir kere…
Dikkat… Dikkat!
Bu kez farklı bir yöne “”dikkat”” etmenizi rica edeceğim. Dikkatin farklı yönü olur mu diye zahmet edip düşünmeyin, tabii ki olur. Zaten var!
Şeytani yönü…
Bir bakalım, bakalım:
Verdiğiniz ilanı görmüşler midir acaba…
Televizyon programınızı izlemişler midir dersiniz…
Gazetede çıkan haberi okuyan olmuş mudur?
Web sitenize giren var mı dersiniz…
Konferans dikkat çekecek mi sizce…
Anlattıklarınızı anlayabilmiş midir acaba, öğrendiklerini kullanabilecek mi sizce.
Kitap yazdınız ilk baskı tükenir, ikinci baskı yapar mı?
Dergi kaç satar dersiniz.
Sizi tanıyan var mı?
Kaç para edersiniz…
Dedim size şeytani yönü var bu işin diye. Biraz dikkat etseniz yaa. Görüvereceksiniz hemen ama nerede o dikkat!

Dikkat, yeni para birimimiz. Dikkatinizi bir yere verdiğiniz anda, doğal olarak aynı anda ikinci bir noktaya veremiyorsunuz. Onun için bırakın dikkatsiz olmayı, şimdi dikkatinizi nereye harcayacağınızı tartışıyoruz. Aslına bakarsanız hesabını yapıyoruz.

Konuştuğumuz şey aslında dikkatimizin her bir saniyesi… Bir kere gitti mi geri gelmiyor. Bir kere kaçtı mı, ara ara bulunmuyor.
Dikkat artık parayla satın alınıyor. Siz farkında değilsiniz ama dikkatiniz parayla bile ölçülemiyor. O kadar değerli. Dikkat borsası kuruluyor, siz ilgilenmiyorsunuz. Dikkatinizin bir dakikası için dışarıda kıran kırana mücadele ediliyor, bilmem biliyor musunuz?
Bu şeytani durumun bir de diğer yüzü var. İş birilerinin sizi ve yaptıklarınızı, söylediklerinizi, ürettiklerinizi görmesiyle bitmiyor.
Siz kaç kişiyi görebiliyorsunuz. Kaç kişiye, kaç işe, kaç ürüne, kaç bilgiye… dikkatinizi verebiliyorsunuz.
Her gün kaç gazete okuyorsunuz. Her gün kaç televizyon kanalı izliyorsunuz. Kaç kez haberleri izliyor, dinliyor, okuyorsunuz.
Bir hafta, bir ay, bir yıl boyunca kaç kitap alıyorsunuz. Aldığınız kitapların kaçını okuyorsunuz. Okuduklarınızın ne kadarı aklınızda tutuyorsunuz.
Kaç filme gidiyorsunuz. Haftada, ayda yılda…
Kaç ünlü tanıyorsunuz. Kimleri daha yakından izliyorsunuz.

ŞEYTAN BUNUN NERESİNDE
İçinde içinde…
Şeytan İmparatorluğu… Neyi çağrıştırıyor size. Bazılarınız anımsayabilir, Ronald Reagan ABD Başkanlık koltuğunda otururken, Sovyetler Birliği’ne “”Şeytan İmparatorluğu”” ismini takmıştı. Evet, Başkanlığının ilk bölümünde Sovyetler’i her fırsatta Şeytan İmparatorluğu’na benzetmişti. Kötüydü, eskiydi, farklıydı… Bilinmeyenlerle doluydu. O, Şeytan İmparatorluğu diyordu, herkes inanıyordu.
O zamandan bu zamana… Hayır, sandığınız gibi, çok zaman geçmedi aslında. Ama gelin görün ki Şeytan İmparatorluğu’ndan eser kalmadı. Kelimenin fiili anlamıyla da, mecazi anlamıyla da Şeytan İmparatorluğu tükendi.

Şeytan İmparatorluğu bir anlamıyla tükenmiş olabilir. Bir başka vücutta yaşıyor bugün. Ne için kullanıldığını bir bilseniz, çok şaşırırsınız. Bilgi için kullanıyorlar artık. İnanması zor biliyorum ama evet doğru.

Bilgi!
Bu yıl piyasaya çıkan kitaplar arasında en fazla ilgi çekenlerden biri Thomas H. Davenport ile John C. Beck’in, “”The Attention Economy”” adlı çalışmasıydı. Kitap öylesine popüler oldu ki, “”dikkat””inizi neresine vereceğinizi şaşırdınız. Yazarlar, “”bilgi””ye şeytan ismini takmamışlar. Ama onların kitabını okuyanlar ve ürettikleri bilgiye dikkat kesilen bir grup, bilginin şeytani yönünü keşfetmişler. Benim çok ama çok hoşuma gitti.

BU BİLGİYE DİKKAT
Dikkat! Hazır ol…
Amerikan yayın evleri her yıl piyasaya ortalama 60 bin kitap sürüyormuş. Bütün dünyada her yıl yaklaşık 300 bin kitap piyasaya çıkıyormuş. Yalnızca ABD’de 18 bin adet dergi yayınlanıyormuş. Bitmedi… Bunların içlerinde ortalama 225 milyar editoryal sayfa bulunuyormuş.
İnanmayacaksınız ama yalnızca yiyecek içecek ve beslenme üzerine, geçen yıl 20 milyar sayfalık yazı yazılmış. Yine tutunun bir yerlere, her yıl Amerikan bürokrasisinde 1.6 trilyon kağıt parçası bir yerden bir yere gidiyormuş. Bütün dünyada 400 bin adet akademik süreli yayın okunmak üzere her yıl bizleri bekliyormuş. Amerika’da her yıl evlere yollanan katalog sayısı 15 milyarı buluyormuş.

 

DİKKAT, ÖLÜYORUM!
Kesin şeytan işi bu.
Dikkat… Dikkat dikkat .
Bu kadar dikkat adamı öldürür.

Bilgi yalnızca kelimelere hapsedilmiş şekilde oradan oraya dolaşmıyor. Her şeyden önce yalnızca yazılı değil. Sözlü de aynı zamanda. Görsel de aynı zamanda… Sanal da olabiliyor üstelik. Ve bir dakika, dikkat!

Bilgi klasik format içinde gizli değil artık. Piyasaya çıkan her ürün, her yeni olay, her yeni tanıdığınız insan, her şey bilgi yüklü.
Bilmem hiç bu konuya ““dikkat”“ etmiş miydiniz?
1990′lı yıllarda süper-marketler ya da alışveriş yerlerinde her yıl ortalama 15 bin yeni ürün tüketiciyle buluşmuş. Bugün ortalama bir süper market 40 bin farklı ürün stoku bulunduruyormuş. Ortalama bir aile yılda 150 değişik ürün satın alırmış.
Pardon, 40 bin adet arasından 150′yi nasıl seçiyoruz? ABD’deki süpermarketçiler yalnızca tüketici seçebilsin diye, tüketicinin dikkatini çekebilmek için 1999′da 25 milyar doları, farklı ürünlerin promosyonu diye harcamışlar.
1900′lerin başında normal bir insanın hayatın her alanında meydana gelen değişikleri anlama şansı varmış. Sizce bugün hayatın her alanında meydana gelen değişiklikleri anlama şansımız var mı? Anlayan var mı?

SIKI TUTUNUN DA DÜŞMEYİN
1472 yılında, dünyanın en büyük kütüphanesi Cambridge’de, Queen’s College’da bulunuyordu. Bu kütüphanenin topu topu 199 kitabı vardı.
Şeytan bunun neresinde diye soruyorum yine size. İçinde biliyorum. Beyaz yakalılar üzerinde yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre, araştırmaya katılan beyaz yakalıların yüzde 71′i karşı karşıya oldukları bilgi birikiminin kendilerini strese soktuğunu itiraf ediyor. Yüzde 60 tamamen kayıp olduklarını ve bilgi akışıyla başa çıkamadıklarını söylüyorlar.

Siz çevrenizdeki bilginin ne kadarını aldığınızı düşünüyorsunuz. Her gün kaç adet bilgiyle karşı karşıyasınız. Bilgiyi aldığınızı onu kullandığınızı ondan bir şey öğrendiğinizi düşünüyor musunuz?

Yukarıdaki örnekler dünyanın en gelişmiş ekonomisi olan ABD’den alınmış. Araştırmaların önemli bir bölümü bu ülkede yapılıyor. İstatistikler de bu ülkede daha düzenli tutuluyor. Ve tabii ki bu ülkede yaşayan insanlar daha fazla bilgi bombardımanına tabi oluyor.
Peki ya biz?
Biz ne bombardımanına tutulduğumuzu bilmiyoruz. Biz bilgiye önem veren bir toplum değiliz çünkü. Bizim ülkemizde gazetelerin tirajları artmaz. Gazete yönetici ve patronları, “”Sürekli okur ne isterse onu veriyoruz ama tirajlar artmıyor”” diye hayretle sağda solda konuşur. Gazeteler bilgi üretmesi gereken organizasyonlardır, sonunda bilgi dolu bir ürün olarak her gün müşterinin karşısına çıkmak zorundadırlar. Ama gazetelerde yeni bilgi bulmak için iğneyle kuyu kazarsınız.
Bu da işin bir başka yönüdür ama Dikkat(!) edilmesinde fayda vardır.
Çünkü bu yıl içinde yayınlandıktan sonra dünyanın pek çok yerinde, çok popüler olan “”Dikkat Ekonomisi”” adlı kitap, bizim ülkemizin gerçeklerini yansıtmıyor. Çünkü bu çalışma bilgiden ve her türlü formatta gelen bilgiden söz ediyor. Bilgi karşısında çaresiz kalmaktan; bilginin çokluğu ve yoğunluğu karşısında şaşırmaktan söz ediyor.
Bizim ülkemizde ise biz, bilgi deyince, doğru bilgiye, tarafsız bilgiye, eksiksiz bilgiye, değişik bilgiye, yeni bilgiye ulaşmaktan söz ediyoruz hala. Ne yazık değil mi?·Bazen kendinizi yabancı bir dilde konuşuyormuş gibi hissettiğiniz oluyor mu? Evet küreselleşme bunları da tattırdı bize. Fiilen aynı dili konuşmak yetmiyor, gerçekten aynı dili konuşmak gerekiyor! Biz bu ülkede hala yanlış bilgi bombardımanından söz ediyoruz, eksik bilgi, yanlı bilgi, kasıtlı bilgi bombardımanından söz ediyoruz. Belki bu grubu da diğer bilgi kategorisine eklemek gerekir ama benim midem sanırım gazeteci olduğum için bu işi bir türlü kaldırmıyor.

TÜRKİYE’DE DURUM
Parlak değil, ama içler acısı da değil şükürler olsun. Küreselleşme ve teknoloji sayesinde… İsterseniz eğer, doğrusuna, yenisine, farklısına ulaşmanız mümkün.
Bilgi bu!
Şeytan bunun içinde. Unuttunuz mu?
Bilgiyi tutan hiçbir mekanizma yok. Şeytan İmparatorluğu’nun yıkılmasının da en büyük nedeni bilgiydi. Bilgiyi sansürlediklerini sandılar. Bilgiye engel olabileceklerini düşündüler. Bildiğiniz gibi yanıldılar. Onlar, gizlendiğinde ya da kontrol edildiğinde bilginin bazı kesimlere güç vereceğini hesap ettiler. Uzun zaman böyle de oldu.
Ama Pandora’nın kutusu açıldı işte.

Ortada özgürce dolaşmaya başlayan bilgi insanların içine şeytan gibi giriyor. Bilginin karşısına dikilebilecek duvar bulunmuyor. Duvar dikmek mümkün olmuyor.
Ama tabii takdir edersiniz ki bazı duvarlar daha geç yıkılıyor. Fiziki olanlara balyoz darbesi yetiyor. Kafalarda olanlar için ise, onları yıkmak mümkün olmadığı için o kafaları yok etmek zaman alıyor. Ama oluyor.

Türkiye’de bilgi ve bilgi yönetimi bilgi üretmesi gereken kuruluşlar tarafından ne yazık ki iş olarak benimsenmiyor. Çünkü zahmetli bulunuyor ve diğer iş kolları kadar çabuk geri dönüş (dolar cinsinden) sağlayamıyor.
Gazeteler ve gazeteciler; üniversiteler ve akademisyenler aklıma gelen ilk iki grup, varoluş nedenlerini oluşturan bilgiye sahip çıkmadılar bizim ülkemizde. Yan yollara sapmayı, ya da ses çıkartmamayı tercih ettiler.
Özellikle birinci grup içinde yer alan patron ve yakın çevresi, var oluş nedenlerini üretmeye değil, tüketmeye yönelttiler. Bilginin beş para etmediği, bilginin bulunmadığı bir dünyada doğup büyüdükleri için, bilgiyi takdir etmesini ancak ihale kazandıklarında bildiler. Bugünkü içler acısı durumun nedeni bu değil mi?
Neden keçiboynuzu gibi bir işle uğraşsınlar ki, bilgi üretmek seneler sonra geri dönüş sağlarken, üstelik insanı zengin etmez manevi bir servet sağlarken, otomotiv işinde olmayı, enerji işine göz koymayı, ihalelere girip çıkmayı, bilgiyle kol kola girmektense siyasilerin kucağına oturmayı tercih ettiler. Hiç mi bilgi üretmiyorlar. Şimdi olmadı işte. Onlar da kendilerince ellerinden geleni yapıyorlar. Örneğin bilgiyi topluyor, bozuk para gibi harcıyorlar. Nerede mi, birbirlerini yıkmak ve yakmak için! Ne garip değil mi… Tepişiyorlar ve doğruyu söylüyorlar, hangisine inanacağınızı şaşırıyor, aynı anda konuştukları için hangisini dinleyeceğinizi şaşırıyorsunuz. Ben bu anlamda ülkemizde “”dikkat ekonomisi””ne katkılarından dolayı medya kuruluşlarımızı tebrik ediyorum. Siyasiler? Onlar bir türlü dikkatlerini bu konuya bağlamak istemiyorlar. Aman haa… bağlarlarsa, aynı geminin içinde birlikte giderler vallahi.
Yıkılan ve yakılanın milli servet olduğunu görebilsek keşke. Ama kolay değil tercih yapmak bir yanda kişisel servetler, diğer yanda milli servet. Belki de haklılar. Bir yanda insan kaynağı, bir yanda dolarlar…
Şimdi yine sormakta fayda var. Şeytan bunun neresinde?
Vallahi tam ortasında diyebilirim.

VE GEÇMİŞ OLSUN·Stres toplarına benzeyen bir ürün var, gördünüz mü? Cıva gibi bir şey, bir plastiğin içinde. Rengarenk. Sıkıyorsunuz hatta sıkmanıza bile gerek kalmıyor formdan forma giriyor ve elinizden kayıp gidiyor. Nasıl tutacağınızı bilmiyorsunuz. Bilgi de böyle bir şey.
Bakın Telekom’u özelleştiremedik değil mi bir türlü. Kaçırdık treni. Bir zamanlar para ediyordu. Ama biz kendimizi toparlayana kadar başka ülkelerin Telekom’u gitti, bizimki duruyor. Aslında bir anlamda doğru orada duruyor. Ama özelleşti. Herkesin elinde bir cep telefonu. Türkiye, 7′den 70′e cep’ten konuşuyor.

Yemeyenin malını yerler. Tabağında yemek bırakma bir sebeplenen mutlaka bulunur. Bilgi de böyle bir şey. Türkiye ‘de gazete tirajları ben beni bildim bileli 4 milyonun üzerine çıkmadı hiç. Bu aralar tam rakamı bilmiyorum. Bilmenin mümkün olduğunu sanmıyorum. Çünkü zaten gerçek bilgiler saklanıyor.

Bilgi değil, yanında tencere ya da oyuncak verebilen biraz daha fazla satıyor, büyük sandığınız gazetelerin tirajları yerlerde sürünüyor. Bazıları promosyon olsun diye belki de daha ucuz diye şarkıcı, çıplak gazeteci bozuntularını promosyon diye veriyor. Tiraj yine kıpırdamıyor.
Türk Telekom’un başına gelenler, Türk medyasının başına çoktan geldi. Farkında mısınız?
Bilgiyi bulabileceğiniz yerler geleneksel gazete ve televizyonlar değil artık.
Bitti. Bilginin önünde duvar yok ki, balyozla indiresin. Bilgi her yerde. Bulmak isteyenler ulaşıyor. Ülkemizde hala biraz pahalı, ama giderek ucuzluyor.
Dikkat Ekonomisinde yaşıyoruz. Dikkatimizi nereye vermemiz gerektiğini iyi bilmeliyiz. Türkiye’de “”içerik”” devrimi yaşanacak. Bilgi üreten binlerce küçük şirket, sayısız bilgi… Bilgi, bir ülkenin milli serveti. Üstelik paylaşıldıkça çoğalıyor.
“”Dikkat””inizi toplayın. “”İçerik”” devrimine siz de katılın.

 

Paylaş