Çok Okuyan mı Çok Gezen mi?


Dünyayı döne döne dolaşan birisi ile tanıştıracağım sizi, “Ödüllü rehber”, “Tarihçi” “Gezi yazarı” … Turizm, uluslararası ilişkiler, tarih ve ekonomi okuduğu alanlar… Rehber olarak anlattıklarının fark yaratması da buradan kaynaklanıyor şüphesiz. Türkiye’nin en iyi profesyonel rehberi ünvanlı Saffet Emre Tonguç, 193 ülkeden 118’ine gitmiş.

Madlene Albright, Oprah Winfrey, Colin Powell gibi isimleri gezdiriyor. Ünü kulaktan kulağa yayılmış, Türkiye’yi gezmek isteyenler bir şekilde buluyorlar onu. Kimiyle günlük, kimiyle uzun turlar yapıyor. Bakıyorsunuz bir gün Edirne’de, öbür gün dünyanın diğer ucunda… Gezmediği zamanlara kitap çalışması sıkıştırıyor; nereye gidilir, nerede ne yenir, nereleri görmeli…  Sorun söylesin! Çok ünlü konukları getirmesi, özel yerlere götürmesi ve kültür turu yapması onu farklı bir kategoride çalıştığı için turizm sektörünün gerçeklerinden ayırıyormuş gibi duruyor… Ama yanılıyorsunuz, Türkiye’nin pek çok yerinde uygulanan “her şey dahil” sisteminin genel olarak turizme zarar verdiğini özellikle söylüyor. Tonguç’un anlattıklarından rehberlik mesleğinin motivasyon işi, hoşgörü ve sabır işi olduğunu anlıyoruz… Bunlar kişisel özellikler. Bir de profesyonel olarak geliştirilecek eğitimle biriktirilecek özellikler ve günlerce aylarca yıllarca özenle biriktirilen anılar olmalı… Rehberlik sanıldığı kadar zevkli ve kolay değil; birlikte olduğunuz kişilerin sevincini üzüntüsünü, heyecanını ve hatta kavgalarını paylaşıyorsunuz. Tonguç deneyimlerini paylaştı…

 

Yaprak Özer: Şimdi hemen sorayım; Dünyada kaç ülke var? Siz kaçını gezdiniz?

Saffet Emre Tonguç: 193 ülke var, ben 118 tanesini gezdim

Yaprak Özer: Daha çok yolunuz var. Çok üzüldüm…

Saffet Emre Tonguç: Evet, maalesef.

Yaprak Özer: Peki, “Ödüllü Rehber” deyince ne anlamamız gerekiyor?

Saffet Emre Tonguç: 14 bin tane rehber var Türkiye’de.14 bin tane rehber arasında, halka açık bir oylamada, daha sonra profesyoneller tarafından ikinci kez oylanan bir oylamada, Türkiye’nin en iyi profesyonel rehberi seçildim. Aynı zamanda Türkiye’nin en çok seyehat eden rehberi de seçildim; çünkü sizin de dediğiniz gibi, 118 tane ülkeye gittim bugüne kadar ama hala bayağı yolum var. Önümde daha 75 tane ülke var.

Yaprak Özer: 118 tane ülkeyi ne kadar bir zamanda gezdiniz?

Saffet Emre Tonguç: Seyahat etmeye 1981 yılında başladım. İlk yurtdışı ziyaretimde Almanya’ya gitmiştim. Ondan sonra demek ki, 31 senemi almış ki, son yıllarda daha sık seyahat ediyorum.  Ama şöyle bir problem var; ilk 50-60 tane ülke çabuk geziliyor, lakin ondan sonra yeni ülkeler ilave etmek bayağı zor bir iş.

Yaprak Özer: Niye?

Saffet Emre Tonguç: Çünkü hep aynı yerlere gitmeye başlıyorsunuz. Ben, mesela bir rehber olarak, 60 kere Amerika seyahati yaptım. Amerika’nın neredeyse her köşesine gittim geldim; ama farklı ülkelere gitmek, mesela, Togo, Papua Yeni Gine gibi ülkelere gitmek çok kolay olmuyor. O yüzden de, ben şöyle yeni bir hedef belirledim; her sene beş tane yeni bir ülkeye gidip bu rakamı sürekli arttırmaya çalışıyorum ama gittikçe de zorlaşıyor.

Yaprak Özer: Bunun bir rekoru var mıdır?

Saffet Emre Tonguç: Bu işin rekoru, tabi 193 ülkeyi gezmiş olmak; ama Türkiye’de bildiğim kadarıyla böyle biri yok. Türkiye’de çok fazla ülkeye gittiğini söyleyenler var ama bunun da ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum; çünkü sonuçta bunu ispatlamak çok kolay bir şey değil. Ama ben en azından, kendi sayımı biliyorum. Açtım haritayı ve tek tek işaretledim gezdiğim ülkeleri, sonunda da ulaştığım rakam 118 oldu.

Yaprak Özer: Kaç pasaport eskittiniz?

Saffet Emre Tonguç: Şu anda, yaklaşık olarak evde küme halinde duran 18 tane pasaportum var. Her sene, en az 28 tane ülkeye gidiyorum iş için ve bunların bazılarına aynı yıl içerisinde dört kere gidiyorum. Ayrıca onları tek bir ülke olarak sayıyorum. Yani farklı bir ülke olarak, geçen sene 28 tane ülkeye gitmişim.

Yaprak Özer: Ama çok çalışıyorsunuz.

Saffet Emre Tonguç: Çok çalışıyorum. Hayatımın bir kısmı yurtdışında seyahatlerle geçiyor, aynı zamanda yurtiçinde de turlar yapıyorum. Mesela, dün Edirne’deydim,  günübirliğine bir grup ile beraber Edirne’ye gittik. Ondan önce Güney Amerikada’ydım. Arjantinli, Brezilyalı bir tur yaptım. Beni dünyanın her köşesinde görebilirsiniz, hatta günün birinde rehberlik anılarımı yazmak istiyorum. Şimdiden adını bile düşündüm; “Ofisim Dünya Sokakları”… Çünkü ben dünya sokaklarında dolaşan birisiyim.

Yaprak Özer: Rehberliği 31 yıldır mı, yapıyorsunuz?

Saffet Emre Tonguç: 118 ülkeyi 31 yılda gezdim; ama rehberliği 25 yıldır yapıyorum. Boğaziçi Üniversitesi’nde okurken başlamıştım.

Yaprak Özer: 25 yıllık bir kariyer… Boğaziçi’nde okurken başlanmış bir kariyer; ama sanki biraz tesadüfi ya da biraz “öğrenci şartları” dediğimiz sebeplerden dolayı, belki de sadece harçlık için yapılmış bir işti. Yani nasıl başladınız bu işe?

Saffet Emre Tonguç: O kadar doğru bir noktaya temas ettiniz ki, Boğaziçi’nde çok bölümde okudum. Turizm ve Otel Yöneticiliği bölümünü okurken, cep harçlığı için girdim bu mesleğe; fakat bu meslek bir virüs gibi, bir kere başladın mı dönüş yok… Çünkü bana artık, bir kariyer, bir şirkette çalışmak, kravat-ceket, ofiste kapalı kalmak imkansız gibi geliyor.

Yaprak Özer: O günün şartlarında böyle bir iş yapmak, hem gezmek tozmak hem de üzerine para kazanmak güzel bir şey.

Saffet Emre Tonguç: Kesinlikle çok güzel. Şöyle düşünüyorum; insanlar seyahate gitmek için bütün bir yıl bekliyorlar, bazen iki hafta bir tatilleri oluyor. Ben, dolayısıyla her daim seyahatteyim.

Yaprak Özer: Bu, harikulade bir şey, hepimizin aslında öykündüğü bir durum.

Saffet Emre Tonguç: Evet, okurken rehberliğe başladım, fakat benim amacım kariyer yapmaktı.

Yaprak Özer: Hangi alanda kariyer yapmak istiyordunuz?

Saffet Emre Tonguç: Aslında, aile şirketimiz vardı. Babam, o şirketi bir holding haline getirmeyi düşünüyordu, bende onunla ve ağabeylerimle çalışacaktım fakat öyle olmadı. Çünkü ben, o işten pek de keyif almadığımı gördüm.

Yaprak Özer: Rehberlik çeldi akılınızı.

Saffet Emre Tonguç: Rehberlik çeldi aklımı; ama ben eğitimime gene devam ettim. Boğaziçi’nde turizmi bitirdikten sonra “Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler” bölümüne geçtim ve orayı da bitirdim, onun ardından yüksek lisans yaptım, hatta iki tane farklı alanda yaptım yüksek lisansımı. Bir tanesi “Osmanlı Sosyal Tarihi” idi. Onu da bitirdikten sonra yurtdışına gittim; çünkü hala kariyer var ya kafamda… Viyana’da çok iyi bir ekonomi üniversitesinde, Wirtschafts Universitat’ta işletme üzerine doktora yaptım, fakat sonra dedim ki; “ Ben, bunları yapmak istemiyorum ki… Ben dışarda, sokakta olmak istiyorum” ama şimdi, ailem benim için o kadar para harcadı, bir eğitim almamı sağladı ve bu çerçevede, iki sene babamla çalıştım ama o iki sene bana yetti.

Yaprak Özer: Babanız mı sizi gönderdi, yoksa siz mi kaçtınız? “Oğlum, olmadı bu iş istersen yollarımızı ayıralım” da demiş olabilir.

Saffet Emre Tonguç: Aslında öyle olmadı. Ben babama bu fikrimi açtım; ama korkarak konuyu açtım, hani “Seninle çalışmayacağım” diyerekten ve şöyle bir tepki bekliyorum; “ Nasıl yaparsın, nankör evlat? Ben seni okuttum!” falan diye, ama babam dedi ki; “Senin hayatın, git”  ve ben bir anda çok sevindim ama babamın aklından geçen başka bir şey varmış; “Bunun burnu nasılsa sürtülecek ve geri dönecek”.

Yaprak Özer: Ne oldu?

Saffet Emre Tonguç: Yaklaşık 20 yıldır kendi ayaklarımın üzerinde duruyorum.

Yaprak Özer: Peki, ağabeyler çalışıyor mu?

Saffet Emre Tonguç: İki ağabeyim de çalışmıyor, babam çok zor bir insan olduğu için onlar da vazgeçtiler. Ama ben kısa yoldan, iki yılın ardından koşar adımlarla uzaklaştım.

Yaprak Özer: Eyvahlar olsun! Bir aile faciası yaratmak üzereyiz… Okuduğunuz alanlar birbiriyle uyumlu aslında.

Saffet Emre Tonguç: Ben bilinçli okudum.

Yaprak Özer: Çünkü siyaset ve uluslararası ilişkiler temeli olmuş turizmin. Sonuçta bu disiplini bilmek lazım ve tarih okunmadan herhalde rehber olunmaz.

Saffet Emre Tonguç: Çok haklısınız, hele Türkiye gibi bir ülkede. O kadar inanılmaz bir coğrafyada, o kadar çok kültürle iç içe yaşıyoruz ki, bunların tarihlerine vakıf olmak çok önemli benim mesleğimde. O yüzden de tarih eğitimi almanın bana çok büyük katkıları oldu.

Yaprak Özer: Bu işletme doktorası konusunda ne diyeceksiniz?

Saffet Emre Tonguç: O, aileyi mutlu etmek için yapılmış bir şeydi. Aslında çok iyiydi; çünkü bir yurtdışı tecrübesi edindim. Almanca öğrendim, dolayısıyla Almanca rehberlik yapma şansım da oldu. Asla yaptıklarımdan pişman değilim.

Yaprak Özer: Niye duyasınız ki zaten.

Saffet Emre Tonguç: Evet, beni çok güzel yerlere bu aldığım eğitimler getirdi.

Yaprak Özer: Kaç dil biliyorsunuz?

Saffet Emre Tonguç: İngilizce ve Almanca dillerinde rehberlik yapıyorum; ama onun dışında Fransızca, İtalyanca ve İspanyolca öğrendim. Fakat Amerikalıların söylediği bir şey var; “Kullan ya da unut” diye… Kullanmazsanız unutuluyor diller; ama benim yurtdışı seyahatlerimde en azından, az da olsa kullanma imkanım var.

Yaprak Özer: Ama faydası oluyordur mutlaka değil mi?

Saffet Emre Tonguç: Kesinlikle, çok faydasını görüyorum. Hatta mesela, ben lisedeyken bu Latince’yi öğrenen, özel okulda okuyan arkadaşlarım vardı ve “Latince’yi neden öğrenirler? Ölmüş bir dil ne işleri yarayacak ki?” derdim fakat çok faydalı bir şey, keşke Latince eğitimi almış olsaydım.

Yaprak Özer: İlk turist rehberleri meğerse Mısır’daki rahiplermiş, doğru mudur? Anadolu’da doğup büyüyen tarihçi, coğrafyacı Herodot’un bir rehber misali dolaşması… Çok gerilere giden bir meslek rehberlik değil mi? Thomas Cook, Avrupa’daki ilk tur organizasyonunu düzenlemiş, 1851’de ilk günlük tren gezisini düzenlemiş.

Saffet Emre Tonguç: O yüzden de Thomas Cook hala bir acente olarak varlığını sürdürüyor. Türkiye’de de çok enteresan, sizin dediğiniz gibi; Herodot zaten “tarihin babası” olarak geçiyor ve Halikarnas’ta, yani Bodrum’da doğmuş ve Halikarnas’ın havasından mıdır yoksa suyundan mıdır Türkiye’de “rehberlik” deyince, ilk akla gelen isimlerden bir tanesi de Halikarnas Balıkçısı, yani Cevat Şakir Kabağaçlı ve bazı insanlardan onun rehberliğinde Efes’i gezdiklerini duydum; çünkü olağanüstü bir kültüre ve bilgiye sahip, çok iyi de bir eğitimi var. Dolayısıyla da, turizm ile birlikte rehberlik de Türkiye’de yavaş yavaş gelişmiş; ama özellikle 1980’lerden sonra ciddi bir ivme geçirdi. Çünkü Turgut Özal ile birlikte biliyorsunuz ki, Türkiye’ye gelen turist sayısında ciddi bir artış oldu. Bu çerçevede de, turizm rehberlerine daha fazla bir ihtiyaç oluştuğu için çok sayıda kurslar açıldı ve bu kurslardan da yeni rehberler yetişti.

Yaprak Özer: Rehberlikte merdiven altı çokmuş ama değil mi?

Saffet Emre Tonguç: Merdiven altı, aslında günümüzde nispeten azaldı. Bir dönem özel kurslar açılmıştı ve o kursların kalitesinin çok yüksek olduğunu söyleyemem.

Yaprak Özer: Akreditasyon mu gerekir? Yani “Rehberim” diyen herkes bu işi yapabilir mi? Belki dosta ahbaba yapabilir, bir yere birlikte gidelim, gezelim ama siz ne yapaıyorsunuz? Bir tane kimlik mi çıkartıyorsunuz?

Saffet Emre Tonguç: Öncelikle; eğer bakanlığın açtığı kurslar varsa – ki bunun için sınava girmek gerekiyor ve  kişiler, bu sınavları geçtikten sonra kurslara gidip rehber olabilirler. Aynı zamanda son yıllarda yönetmeliklerde değişiklikler oldu ve üniversitelerde “Rehberlik” bölümleri açıldı.

Yaprak Özer: Bu bölümler dört yıllık mı?

Saffet Emre Tonguç: Evet, dört yıllık. Bu bölümde okuyan öğrenciler rehber olabiliyorlar; ama sadece rehber olmak ile iş bitmiyor.

Yaprak Özer: Ne olması lazım?

Saffet Emre Tonguç: Bir rehber odasına kayıtlı olup her sene vize yaptırmanız lazım; çünkü bizim kokartlarımız var ve kokartlarımız ile giriyoruz ören yerlerine. Kokartımız olduğu takdirde insanları, turistleri gezdirebiliyoruz ve bu kokartların da vizesini yaptırabilmek için her sene üç tane seminere gitmemiz gerekiyor.

Yaprak Özer: Yani bu kadar gezerken bir de seminere gidiyorsunuz.

Saffet Emre Tonguç: Aynen öyle; çünkü sürekli kendimizi geliştirmekle yükümlüyüz. Ben meslek içi eğitime her zaman sıcak bakmış bir insanım.

Yaprak Özer:Anladığım kadarıyla bir imaj sorunu vardı. Sorun mevcut değil mi?

Saffet Emre Tonguç:İmaj sorunu var, evet.

Yaprak Özer: Neden?

Saffet Emre Tonguç: Öncelikle şunu söyleyeyim; rehberliğe meslek gözüyle bakmıyor insanlar. Oysa biz Türkiye’ye gelen turistler için büyük elçileriz. Biz, ülkemizi tanıtıyoruz onlara ve bizim anlattıklarımız o kadar önemli ki, onların ülke ile ilgili imajlarını değiştirebiliyor ya da Türkiye’den çok kötü düşünerek ayrılmalarına da sebep olabiliyor.Öncelikle imaj sorunu ile ilgili şunu da ilave etmek istiyorum; “rehber” deyince, insanların aklına “Oh ne güzel sürekli geziyor” diye bir fikir geliyor. Evet, geziyorum ama çok ciddi bir sorumluluğu omuzlarıma bindirerek geziyorum.

Yaprak Özer: Peki, o sorumluluk ne?

Saffet Emre Tonguç: Mesela; en son yaptığım Güney Amerika turunda 30 kişi vardı ve o 30 kişinin bütün sorumluluğu benim omuzlarımda, başlarına herhangi bir şey gelmesi durumunda.

Yaprak Özer: Başlarına bir şey gelebiliyor mu?

Saffet Emre Tonguç: Tabi, gelebiliyor ki bunca yıldır, bir sürü olay ile karşılaştım. O insanların beklentileri çok yüksek; çünkü tatile gelmişler, güzel zaman geçirmeye gelmişler ve turu rezil de edecek olan, vezir de edecek olan benim ve bu yüzden de ciddi bir efor sarfetmem gerekiyor. Artı olarak, o turu yaparken buradan Sao Paulo’ya uçtuk. 14 saatlik bir uçuştan bahsediyorun ve ardından Rio’ya uçtuk, gecenin bir yarısında otele vardık ve sabah erkenden kalkıp benim güleryüzle, dinç bir şekilde turu anlatmam gerekiyordu. “Jet lag” dedikleri, saat farkından kaynaklanan ve vücudun yeni saat dilimine alışma problemleri ile ilgili durumu yaşama lüksüm yok; “Ben çok yorgunum, dün gece de uyuyamadım. Dolayısıyla siz etrafa bakın, ben anlatamayacağım” diyemem.

Yaprak Özer: Kızamazsınız değil mi? Yani sinirli olamazsınız herhalde.

Saffet Emre Tonguç: Sinirli olamazsınız, hep pozitif olmak zorundasınız. Neden pozitif olmak zorundasınız? Çünkü o insanlar, güzel zaman geçirmeye gelmişler, benim asık suratımı görmeye gelmediler ki…

Yaprak Özer: Ama onlar asık suratlı ve uykusuz olabilirler değil mi?

Saffet Emre Tonguç: Onlar olabiliyorlar ve hatta bazen insanlar turlara sadece fiziksel bagajları ile gelmiyorlar. Bazen beyindeki kirli çamaşırları ile geliyorlar ve arada bu bagajı açıp içindeki kirli çamaşırları farklı bahaneler altında, projeksiyon yaparak size atıyorlar.

Yaprak Özer: Size mi yoksa diğerlerine mi?

Saffet Emre Tonguç: Yok, size atıyorlar. Mesela, turla ilgili bir şeyi bahane ederek onu size fırlatıyorlar.

Yaprak Özer: Neler yaşıyorsunuz? Ne tür şeyler başınıza geliyor?

Saffet Emre Tonguç: Mesela, karı-koca kavga ediyor, birbirlerinden hırslarını alamıyorlar ve bana saldırıyorlar. Bu, çok yaşadığım bir olay.

Yaprak Özer: Siz ne yapıyorsunuz?

Saffet Emre Tonguç: Benim de, tabi ki; yıllar çerçevesinde kalkanlarım gelişti.Valla, tehlikeyi farklı şekilde eleştirme-savurma metotlarım var. Geçtiğimiz yıl İstanbul’da basın dünyasının yurtdışındaki çok önemli bir ailesini gezdiriyordum; ama gerçekten çok önemli bir aile.

Yaprak Özer: Sır mı?

Saffet Emre Tonguç: Adını söylemeyeyim; çünkü ciddi bir aile kavgası yaşandı. Ailenin fertleri Sultanahmet Cami’nin önünde birbirlerine girdiler.

Yaprak Özer: Nasıl? Fiziksel olarak mı?

Saffet Emre Tonguç: Evet, fiziksel olarak. Çünkü abla, bir adam ile beraber fakat aile adamı tasvip etmiyor ve adam, kadını maddi olarak suistimal ediyor, aile bunun çok farkında.

Yaprak Özer: Ve siz bütün bunları öğreniyorsunuz.

Saffet Emre Tonguç: Öğreniyorum ve kendimi aile kavgasının içerisinde buluyorum. Ben orada hala iyi niyetle; “Bakın şu karşıda gördüğünüz Ayasofya olup 1537 yılında yapılmıştır” gibilerinden işimi yapmaya çalışıyorum.

Yaprak Özer: Ne oldu peki?

Saffet Emre Tonguç: Valla, ayırdım ama çok da zorluk yaşadım.

Yaprak Özer: Barıştılar mı peki?

Saffet Emre Tonguç: Yok, barışmadılar. Allah’tan son iki güne girildiğinde oldu kavga; çünkü olay yavaş yavaş yukarıya doğru tırmandı ve en sonunda da patlak verdi.

Yaprak Özer:Peki, seminerlerde size insan psikolojisini öğretiyorlar mı? Yoksa seminerler sadece yeni öğrenilen yerler, tarih vb. şeylerle mi ilgili?

Saffet Emre Tonguç: Farklı seminerler var, siz istediğiniz seminerleri seçebiliyorsunuz. Daha önceki yıllarda bununla ilgili çalışmalar da yapıldı; çünkü bizim işimizde insan psikolojisi çok önemli; ama ben çok şanslı görüyorum kendimi. Boğaziçi Üniveristesi’nde ilk başta iki yıl psikoloji bölümünde okudum ve o insan psikolojisinin getirdiği artıları ve eksileri bildiğim için bunun çok faydasını gördüm.

Yaprak Özer: Rehberliğe geri dönecek olursam, şu an Arapça’da çok talep varmış sanıyorsam, değil mi? Bir de o alanda “çok kaçak var” diye okudum. “Rehber olmayan” rehberlerden mi söz ediyoruz? Arapça bilen herhangi birisi kalkıp, “Madem talep var” deyip bir şekilde bu mesleği yapıyor.

Saffet Emre Tonguç: Çok doğru. Şimdi, Allah’tan bunun için çok sıkı kontroller var. Bunu hem Rehberler Odası yapıyor, hem de Kültür ve Turizm Bakanlığı yapıyor. Bazen de ikisi iş birliği içinde oluyorlar ve bu çerçevede de ören yerlerinin girişinde rehberlerin kokartlarını kontrol ediyorlar. Sadece rehberlerin kokartları önemli değil, gizli acentecilik ya da kaçak acentecilik da var Türkiye’de. Bu da çok yaygın bir sorun. Mesela, bizim ören yerine ya da bir müzeye turistle beraber gidebilmemiz için eğer bir araç kiralanmışsa, bunu bir acentenin gerçekleştirmesi gerekiyor. Yani TÜRSAB üyesi bir acentenin bunu yapması gerekiyor ve elinizde bütün dökümanların olması lazım. Acentenin belgeleri, acenteden yazılı kağıt, aracın kimden kiraladığına dair bir belge, yolcu listesi ve bunları kontrol etme hakları var.

Yaprak Özer:Ben, bir sürü ünlü konuk gezdirdiğinizi biliyorum. Bunları artık bir iki anekdotla bizlerle paylaşırsınız. Mesela, Oprah Winfrey, bu ünlü konuklardan bir tanesi değil mi?

Saffet Emre Tonguç: Evet, dünyanın talk show kraliçesi olarak geçen Oprah Winfrey, bu ünlü konuklardan birisiydi.

Yaprak Özer: Sonra Madeleine Albright, Amerika Birleşik Devletleri’nin eski Dışişleri Bakanı.

Saffet Emre Tonguç: Evet, kendisi Amerika’nın ilk kadın Dışişleri Bakanı’ydı.

Yaprak Özer: Bir de Colin Powell, bu ünlü isimlerin arasında değil mi?

Saffet Emre Tonguç: Evet, Madeleine Albright’ın sonrasında gelen Amerika’nın Dışişleri Bakanı’ydı kendisi.

Yaprak Özer: Sonra, ünlü modacı Calvin Klein’ı gezdirmişsiniz.

Saffet Emre Tonguç: Evet, daha Micheal Kors var, Guess’in sahibi Paul Marciano var.

Yaprak Özer: Micheal Kors nasıldı?

Saffet Emre Tonguç: Çok şeker bir adamdı. Yeni evlendiği eşi ile birlikte gelmişti buraya. Çok da güzel zaman geçirdiler İstanbul’da ve bu gezdirdiğim insanlardan Türkiye ile ilgili çok pozitif geri bildirimlerin gelmesi beni inanılmaz mutlu ediyor.

Yaprak Özer: Nereden buluyorlar sizi?

Saffet Emre Tonguç: Beni bulmalarının farklı yolları var.

Yaprak Özer: Birbirlerine mi söylüyorlar? Ne yapıyorlar?

Saffet Emre Tonguç: Kulaktan kulağa yayılma durumu çok önemli; ama bunun dışında, benim hayatımı değiştiren olaylardan bir tanesi Bill Fisher ile tanışmam oldu. Bill Fisher, dünyanın en enteresan acentecisi bana göre ve çok yüksek profilli işler yapıyor. Bill Fisher ile seyahat edebilmeniz için şirketine 100 bin dolar giriş aidatı ödemeniz gerekiyor ve birisinin de sizi şirkete önermesi lazım, hakkınızda referans mektubu yazması lazım. Yani bir form dolduruyorsunuz, sadece 100 bin doları ödemekle de kalmıyorsunuz.

Yaprak Özer: Bu bahsettiğimiz acente sahibi bir kişi, değil mi?

Saffet Emre Tonguç: Evet, çok burnu havada bir şahıs.

Yaprak Özer: Nerede yaşar?

Saffet Emre Tonguç: Amerika’da, New York’ta yaşıyor.B u bahsettiklerimin üstüne bir de, servis alabilmek için senelik 20 bin dolar aidat ödüyorsunuz. Ben sadece “hizmette sınır yoktur” çerçevesinde rehberlik hizmeti veriyorum.

Yaprak Özer: Gerçekten veriyorlar mı bu paraları?

Saffet Emre Tonguç: Veriyorlar ve çok ciddi müşterileri var. Zaten müşterilerinin büyük bir kısmı buraya özel uçakları ile geliyorlar.

Yaprak Özer: Siz o nedenle bu kadar ünlüyü gezdiriyorsunuz.

Saffet Emre Tonguç: Evet.

Yaprak Özer: Peki, Oprah Winfrey’de buna mı dahildi?

Saffet Emre Tonguç: Oprah Winfrey, tamamen farklı bir kanaldan geldi; çünkü dediğim gibi, bir süre sonra insanlar zaten sizi bulmaya başlıyorlar. Oprah Winfrey’nin beni tercih etmesinin birkaç sebebi vardı; kendisi yanında çalışan 300 kişiyi ve onların ailelerini yani toplamda 1750 kişiyi çok lüks bir gemiye doldurdu.

Yaprak Özer: Niye böyle bir şey yaptı?

Saffet Emre Tonguç: Çünkü onlara teşekkür etmek istedi. 2009 yılında yanında çalışan insanlara bir teşekkür amacıyla onlara bu şekilde sürpriz yaptı.

Yaprak Özer: Nasıl biriydi peki?

Saffet Emre Tonguç: Ben kendisinden çok etkilendim.

Yaprak Özer: Nesinden etkilendiniz?

Saffet Emre Tonguç: Onu anlatayım; Oprah’ın başarısının sırrının aslında kendisi olmakta olduğunu gördüm.

Yaprak Özer: Ne demek bu?

Saffet Emre Tonguç: Oprah, o kadar kendisi neyse o ki, kesinlikle rol yapmıyor ve insanların yüreklerine dokunuyor. Bu çerçevede insanlar Oprah’ı çok seviyorlar. Biliyorsunuz Oprah, dünyanın en güçlü insanı seçildi yıllarca. Yani bir Obama değil bu, bir Angela Merkel değil, Sarkozy zaten kesinlikle değil, o liste dışı, ama Oprah, dünyanın en güçlü kadını ya da insanı seçilen kişi ve hatta biliyorsunuz, Amerika’da programlar yayımlanıyor “Oprah Effect” diye, yani “Oprah’nın etkisi ile neler yapılır?” diye.

Yaprak Özer: Peki, ne yaptınız, ne yediniz, ne içtiniz, nereye götürdünüz?

Saffet Emre Tonguç: Ben onunla 15 gün geçirdim. Bu gemide aynı zamanda “Port lecturer” dedikleri, gittiğimiz limanlarla ilgili bilgileri veren, slayt gösterileri yapan kişiydim.

Yaprak Özer: 15 gün kalmaları çok güzel bir şey, değil mi? Ama siz burada mı kaldınız, yoksa onlarla birlikte dolaştınız mı?

Saffet Emre Tonguç:  Evet, onlarla birlikte dolaştım. Barcelona’dan başladık ve değişik limanlara uğrayarak Efes üzerinden İstanbul’a geldik, sonra da tekrar geri döndük.

Yaprak Özer: Efes ve İstanbul maceralarından aklınızda kalan bir şeyler var mı?

Saffet Emre Tonguç: Öncelikle, Oprah Winfrey çok beğendi, hatta ben onu Şirince’ye götürdüm ve Şirince’yi “Türkiye’nin Toskana’sı” olarak nitelendirdi ve İstanbul’da çok büyük bir parti verdi. Partide şunu söyledi insanlara; “Ben bu geziyi bir hafta yapabilirdim; ama özellikle iki hafta yaptım; çünkü sizi dünyanın en muhteşem ülkelerinden birine getirmek istedim. Burası, Saint Paul’ün üzerinde yürüdüğü topraklar, onun doğduğu topraklar. Türkiye’yi ve bu güzel şehri görmeniz için 15 günlük bir tatil hediye ettim size” dedi.

Yaprak Özer: Oprah Winfrey ne seviyor? Benim gibi bir sürü insan merak ediyor böyle şeyleri. Mesela hafif tombul, çok mu yiyor?

Saffet Emre Tonguç: Hafif tombul bir kadın. Defalarca rejim yapmış, fakat her seferinde kaybettiği kiloları geri almış ve en sonunda kendi ile barışmış.

Yaprak Özer: Peki, ne sevdi Türkiye’de?

Saffet Emre Tonguç: Türkiye’de sevdiği yemekler arasında kebap vardı, bunu söyleyeyim. Ayrıca Türk tatlılarını çok sevdi ve Türkiye’de alışverişi çok sevdi.

Yaprak Özer: Çok mu alışveriş yaptı?

Saffet Emre Tonguç: Çok fazla alışveriş yapmadı; çünkü Kapalı Çarşı’ya gitmek istemedi rahat gezemeyeceği için. Mesela Efes’te yürüdük ve herkes peşinden geldi.

Yaprak Özer: Siz, ona Kapalı Çarşı’yı getirseydiniz. Bazen öyle şeyler oluyor değil mi?

Saffet Emre Tonguç: Aynen öyle. Mesela ben onu küçük bir dükkana götürdüm ve dükkan sahibine dedim ki; “Bak, bu kadınla bir fotoğraf çektir, sonra bana çok dua edeceksin” dedim, adam baktı zenci bir kadın “Allah allah ne yapacağım ben bu kadınla da fotoğraf çektireyim” ama en sonunda fotoğraf çektirdi ve ertesi hafta dükkanın hemen girişinde koskocaman adamın Oprah ile fotoğrafı vardı.

Yaprak Özer: Peki, Madeleine Albright anladığım kadarıyla alışverişi seviyor. Hatırlarım ben, hep böyle bir broşları falan vardı.

Saffet Emre Tonguç: Onun bana hikayelerini anlattı.

Yaprak Özer: Onları buradan mı almış?

Saffet Emre Tonguç: Evet, Kapalı Çarşı’dan almış bir kısmını. Hatta bana sonra kitaplarını yolladı; çünkü ben ona “İstanbul Hakkında Her Şey” kitabımı hediye etmiştim ve Madeleine Albright “Kitabın muhteşem, ben de sana kitaplarımı yollamak istiyorum” diyerek kendi kitaplarını yolladı. Bir tanesi “Read My Pins”. Normalde “dudaklarımı oku” derler ya bu, “Benim Broşlarımı Oku” anlamına geliyor.

Yaprak Özer: Nereden almış onları?

Saffet Emre Tonguç: Bir kısmını Türkiye’den almış. Özellikle bir tanesini Kapalı Çarşı’dan almış. Şimdi onun hikayesini anlatayım; bir yılan ve üzerinden kılıç geçiyor… Saddam Hüseyin, buna “Yılan” diyormuş ve kendisi de, yılan şeklinde bir broş takmış, “Evet, yılanım” diyerek. Ardından Saddam Hüseyin öldürüldüğünde, bu Kapalı Çarşı’dan aldığı yılanın üstünden kılıç geçen bir broş takmış, “Evet, yılandım ama artık yılan sensin ve seni öldürdüler” mesajı vermek için.

Yaprak Özer: Hiç bu siyasi şeylere girmeyelim ama şu fal konusuna gelelim, o size siz de ona bakmışsınız.

Saffet Emre Tonguç: Baktım.

Yaprak Özer: Siz fal bakmasını biliyor musunuz?

Saffet Emre Tonguç: Bilmiyorum; ama rehberler zaten güzel hikaye anlattıkları için güzel hikayeler anlatabilirim. Bunu da söyledim, bana dedi ki; “Saffet, bana fal bakar mısın?”, ben de dedim ki; “Valla, annem bilir bu işleri ama ben anlamam, isterseniz size güzel hikayeler anlatabilirim” dedim. Bunun üzerine kendisi “Tamam” dedi ve ben, ona aslında yaşadığı bazı problemleri gördüm, nasıl gördüğümü sormayın. İçime doğdu herhalde ve Madeleine Albright bana ne dedi biliyor musunuz? “Aman Allah’ım! İnanamıyorum! Nereden biliyorsunuz bunları?” falan dedi ve ben hatta kafamdan geçirdim; “Acaba ben bu rehberliği bırakıp fal üzerine bir kariyer mi yapsam?” diye.

Yaprak Özer: Ben okudum, o, sizin kadar yaratıcı değilmiş. “Tarihe meraklı birisisin”, ondan sonra “Seni bir gün, Washington’dan tanıdığın birisi Beyaz Saraya götürecek… Kongreye götürecek” demiş yani ben olsam, daha değişik bir şeyler bulurdum.

Saffet Emre Tonguç: Kadıncağız ne yapsın? Olabilecekleri söyledi; çünkü bana, “Eğer sen, Washington D.C’ye gelirsen seni Beyaz Saraya götüreceğim” diye.

Yaprak Özer: Peki, götürdü mü?

Saffet Emre Tonguç: Henüz fırsatım olmadı. Amerika’ya gittim ama başka bir sebeple.

Yaprak Özer: Gidince arayacak mısınız?

Saffet Emre Tonguç: Kesinlikle, hala görüşüyoruz, yazışıyoruz.

Yaprak Özer: Böyle bir takım ünlüleri arayabiliyor musunuz?

Saffet Emre Tonguç: Tabi. Çok enteresan, bazen arıyorum, bazen de ne oluyor biliyor musunuz? Zaten benim gezdirdiğim insanlar üç Bin kişi Amerika’da ya da gezdirebileceğim kitle ve bunlar birbirlerini tanıyan insanlar. Müşterilerimin yüzde 85’i Musevi ve gittikleri sinagog aynı, Central Sinagog’a gidiyorlar. New York’ta, çocuklarını okuttukları okullar aynı ve bir süre sonra ne oluyor biliyor musunuz? Ben diyorum ki; “Jares Spire’ın kızı sizin okulda mı okuyor? Kızınızın okulunda mı?” ve böyle bir sohbet başlıyor; çünkü benim enteresan bir hafızam vardır.

Yaprak Özer: Birden üç adım ileriye geçiyorsunuz.

Saffet Emre Tonguç: Aynen öyle ve bu insanların oturduğu yerlerde, New York’ta Central Park’ın East ve West tarafında kalan bu konsiyerjli lüks apartmanlardır. Aynı apartmadan üç tane aile gezdirdiğim oluyor. Mesela Yüzüklerin Efendisi’nin yapımcısını gezdirmiştim, Michael Lynne.

Yaprak Özer: Onu söyleyecektim; Yüzüklerin Efendisi’nin yapımcısı gelmiş ama ben bu Rusya Grand Düşesi’ni merak ettim.

Saffet Emre Tonguç: O kadın çok şekerdi, çok tombul bir teyzeydi. Onunla çok güzel bir vakit geçirdik.

Yaprak Özer: Nasıl birisi peki? O, kaç gün kaldı?

Saffet Emre Tonguç: O, zaten bir açılış için buraya gelmişti. Yaklaşık dört gün kaldı ve ona gezdirdiğim en ilginç yerlerden bir tanesi, bu “Boğaz Hakkında Her Şey” kitabında da yazdığım; Zarif Mustafa Paşa Yalısı’ydı. Boğaz’ın en eski yalılarından bir tanesi, yaklaşık 300 yıllık bir tarihe sahip. İçinde Bizans ayazmasından tutun da Türk hamamına, kahve odasına kadar çok ilginç bölümler var.

Yaprak Özer: Ama şu anda, bu yalılarda oturuluyor değil mi?

Saffet Emre Tonguç: Oturuluyor, tabii.

Yaprak Özer: Özel izinle mi giriyorsunuz?

Saffet Emre Tonguç: O aile çok önemli bir aile ve Türkiye’nin adeta büyükelçisi gibi çalışan bir aile. Evet, onlar izin verdi. Ben burada adını da söylemekte sakınca görmüyorum; Demet Sabancı Çetindoğan. Yurtdışından gelen yabancılar için her türlü fedakarlıkta bulunan bir insan.

Yaprak Özer: Evini açıyor.

Saffet Emre Tonguç: Evet, çünkü Türkiye’nin tanıtımına katkıda bulunmak istiyor ve bu çerçevede de Demet Hanım’ın evinde zaman zaman ünlü konukları ağırlama imkanımız oluyor. Mesela, MadeleineAlbright, OprahWinfrey ve ColinPowell geldiğinde Demet Hanım’ın evine gittim. Kendisi çom yardımcı oldu; çünkü onlar o kadar etkileniyorlar ki, kendi ülkeleri zaten 300 yıllık bir tarihe sahip değil ve düşünebiliyor musunuz? Onlarla 300 yıllık bir evde dolaşıyorsunuz.

Yaprak Özer: Şimdi, biz tabi ki çok ünlü insanlardan konuştuk bahsettiklerimiz çok “exclusive turistler” değil mi?

Saffet Emre Tonguç: Kesinlikle, çok üst düzey turistler.

Yaprak Özer: Bir de diğer kitle var ki, buraya “her şey dahil” sistemi içerisinde geliyorlar. Hollanda televizyon kanallarından birinde spiker soruyor orta yaş üstü bir bayana, “bu sene seyahate çıktınız mı?” diye, o da “Evet, İspanya’ya gittik” demiş. Spiker tekrar sormuş “İspanya’nın hangi bölgesine gittiniz?” “Antalya” demiş… Meğerse, bütün tatil boyunca İspanya’da olduğunu sanmış; çünkü hiçbir yeri görmemiş yalnızca tatil köyünde kalmış. Bu nasıl bir şey?

Saffet Emre Tonguç: Benim çok karşı olduğum bir şey ve ben, bunu her platformda dile getiriyorum. Maalesef Türkiye’de nitelikten ziyade, niceliğe bakılıyor. Her tarafta işte; 32 Milyon geldi, dünyanın yedincisi olduk, en çok turist gelen ilk 10 ülkeden birisiyiz… Peki, gelen turistler ne kadar para bırakıyor bize? Bakın bu rekorlar genellikle Antalya’da kırılıyor işte; “Antalya’ya şu kadar milyon insan geldi” diye. Antalya esnafıyla hiç sohbet ettiniz mi? Kaleiçi’ne girin, oradaki esnafa bir sorun, hepsi kan ağlıyor. Bir kere hepsi işlerin çok kötü olmasından şikayetçi; çünkü o insanlar, dışarıya çıkıp alışverişe gitmiyorlar. Bir barda içki içmeye gitmiyorlar, bir restoranda yemek yemiyorlar, ören yerlerine para verip gitmiyorlar. Gitseler bile ne yapıyorlar biliyor musunuz? Kaldıkları turistik tesisin açık büfesinden sandviçlerini yapıyorlar, içeceklerini pet şişelere doldurup öyle gidiyorlar. Şimdi, bu tür turistlerin gelmesi ne kadar lazım Türkiye’ye bilmiyorum. Ben, açıkçası “her şey dahil” sistemine son derece karşı olan bir insanım, keşke az sayıda insan gelse, 20 milyon insan gelse ama bu turistler nicelikli olsa.

Yaprak Özer: Değişiyor galiba değil mi?

Saffet Emre Tonguç: Değişiyor; çünkü kültürel turlar da artık ön plana çıkıyor. Kültür turu olması lazım, gurme turu olması lazım, tıp turizminin olması lazım ve turizmin 12 aya yayılması lazım.

Yaprak Özer: Ama bu, uzmanlık demek. Mesela siz, hangi turu yaparsınız? Uzman olduğunuz bir tur alanı var mı?

Saffet Emre Tonguç: Benim uzmanlık alanım kültürel turlar. Ben, kültürel turları yapıyorum.

Yaprak Özer: Biraz da kitabınıza dönelim, siz bir de kitap yazıyorsunuz. Kaç kitap oldu?

Saffet Emre Tonguç: Şu anda sekizinci kitabım geliyor. Sizin şu an elinizde olan yedinci kitabım, “Boğaz Hakkında Her şey”. Benim aslında kitap yazma olayım, 2007 yılında başladı. İlk önce Türkiye’de görülecek 101 yeri yazdım ki o, Türkiye’nin en çok satan kitabı oldu. 35 Bin sattı ve ardından da devam etti, hatta bir sonraki kitabım, Avrupa ile ilgiliydi. “Avrupa’da görülecek 101 yer” di ve Oprah’ın beni seçmesinin nedeni oydu; çünkü kitabım vardı ve gemide o şehirleri, o yerleri anlatabilecek biriydim.

Yaprak Özer: Peki, “ölmeden önce görülecek yer” diye bir soru geldiğinde bir cevabınız var mı?

Saffet Emre Tonguç: Cevabım var; fakat “ölmeden önce” lafını pek sevmiyorum ve o yüzden de o tarz kitapların adlarının değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Yaprak Özer: Peki, nereyi görmek istersiniz?

Saffet Emre Tonguç: Benim o anlamda çok yerim var; çünkü binin üzerinde şehre gittim ve bu şehirlerde rehberlik yaptım. En azından 10 tane şehri çok hızlı bir biçimde söyleyeyim size. İstanbul kesinlikle bir numaramda her şeye rağmen, onun dışında Sydney, San Francisco, Berlin, Saint Petesburg, Hong Kong, Rio de Janeiro, Buenos Aires, Cape Town ve son olarak da Floransa.

Yaprak Özer: Ama bilindik yerler değil mi?

Saffet Emre Tonguç: Ama zaten o yüzden onlar çok biliniyor, o kadar güzel oldukları için. Diğerleri o kadar güzel olsalar daha çok bilinirlerdi diye düşünüyorum; ama bilinmeyen küçük yerler de var. Mesela Portofino’yu çok severim, Amalfi Sahilleri çok güzeldir, Bilbao muhteşemdir, San Sebastian İspanya’da inanılmaz güzeldir, Madeira Adası’nı çok severim.

Paylaş