Cilalı taş devri

Geleceği birlikte kuralım mı, ne dersiniz yapabilir miyiz?…  Siz ben o, hepimiz… İstanbul Sanayi Odası (İSO) çağrı yapıyor; aslında, her yıl düzenlenen Sanayi Kongresi’nin bu yılki konu başlığı ‘Geleceği Birlikte Kuralım’*. Kongre’nin ana teması ise vasatlık!..

Geleceği kurmak ve vasatlık… Vasat bir bakış açısıyla “ne alaka” diyebilirsiniz. Hatta ilk bakışta saçmalık diye düşünebilirsiniz… Bana bir konferans ya da toplantı temasından çok, bir çığlık sesi gibi geldi. Sanayi Odası resmen haykırıyor. Tercüme etmek bana düşmez ama şöyle anlıyorum: “Arkadaş, biz vasat bir performans sergiliyoruz, geleceği bu halimizle kuramayız. Vasat performansla gelebildiğimiz yer zaten ancak bu kadar. Geleceği kuracaksak, ki el ele verip geleceği birlikte kurmalıyız, o zaman silkelenip vasatlıktan çıkmalıyız… Bunun için de formül belli ‘insan ve kültür’.”

Kongre’nin açılış oturumunu yönetmekle görevlendirildim. Daveti alınca saniye düşünmedim. “Bu çağrıya ben de katılmak istiyorum” dedim. Yöneteceğim oturumun başlığı ‘Finlandiya nasıl başardı?’ Aman haaa… Yeni bir moda yaratmıyoruz. Modalara karşıyız! Gelen geçen her şeyi vasat buluyoruz! Oturumda, Finlandiya  Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Risto E.J. Penttila ile Helsinki Üniversitesi Öğretim üyesi Prof. Hannele Niemi olmak üzere iki konuk konuşmacı var. Amaç Finlandiya’da ne yaptıklarını, nasıl yaptıklarını dinleyip öğrenmek. Bu arada, Finlandiya, ekonomik açıdan dünyanın en zengin ülkesi değil. Buna karşın en gelişmiş ülkelerden biri. Paradoks değil, yanlış değil… Eğitim sistemi ve buna bağlı olarak insan kaynakları dünya sıralamasında tepede. Buradan hareketle, iki konuğun bize anlatacakları arasında saraylar, hanlar, hamamlar, katmerli titre’ler, kat kat-top top elbiseler yok… Ama şunlar olacak; Finli çocuklar matematikte neden bir numara, kültür edebiyat yorumda neden hep yukarıda… Yaratıcılık nasıl teşvik ediliyor, girişimciler ve teknoloji nasıl destekleniyor…

Bizde işler nasıl yürüyor?

Biz?!… Biz, hayatı kiloyla satın alıyoruz. Ne kadar paran varsa o kadar kıymetlisin. Ne kadar büyük araban varsa o kadar şahanesin, ne kadar çok sevgilin varsa o kadar cazipsin, ne kadar çoksan o kadarsın!…
Son 15 yılımızın simgesi: Zarf. Zarf var da mazruf yok! Bunun adı Cilalı Taş Devri. Büyüttüğümüz nesillere teknoloji hediye ettiğimizi sandık, ettiğimiz şey ekmek arasıymış. Sosyal medya da simgesi! Ekmek arası köfte (Fast Food) gibi, bilgiyi de ekmek arası yapınca hızlı tüketmişiz. Biz tüketmekle tükenmeyi karıştırmışız. Pardon, dediğimiz anda vasatlığımızla yüzleştik. Korkunç olan çocuklarımız sosyal medyada yaşadığı için yazıyı unuttular, ne zarf biliyorlar ne mazruf… Google’lamaları gerekiyor. Şimdi düzelt düzeltebilirsen.

Son 15 yılın özeti şu; sıcak para girişi sayesinde zarf bir süreliğine göz boyadı. Para var içerik yok tarzını kimse dert etmediği gibi, otomobillerin tamponuna  yazacak ve buna da gülecek kadar ileri götürdü; “kıroyum ama param var”. Para bitti, şimdi ne olacak?… Kaldık mı ortada? Bari içeriğimiz olsaydı…

Vasat; ‘fena değil’, ‘orta’ anlamına gelen bir kelime… Vasat’ı anında milli düşman ilan etmemize gerek yok. Vasat olmak kötü bir şey de değil, iyi bir şey de değil. İngilizce’de vurgusu daha kuvvetli: ‘mediocre’/’undistinguished’/ ‘average.’

Vasat, sıradan bir şey… ne o ne bu, biraz o biraz bu… Yaşatacak kadar… Anlayacağınız. Mazruf, muhteviyat, yani içerik… diğer ifadeyle düşünce, ruh, bilgi demek. Vasat ile mazruf’un arası yok… Vasat’ın gözü zarftan başkasını görmüyor.

Orta karar mazruf ile şahane zarf olmuyor. Problem de bu. Vasat olup yaşayabilmek için örneğin petrol gibi yer altı kaynağına ihtiyaç var. Bas çıkart, bas harca… Bizim topraklarımız bereketli olsa da yer altı zenginliği yok. Zenginliğimiz toprak ve üzerindeki insan. Üretmemiz gerekiyor. Üretmek için bilgi gerekiyor. Bilgi için eğitim.

Bereketli toprakları inşaatla tükettik, insanları da AVM’lere tıkıştırdık… Baktığınızda son 15 yılda kilometrelerce yol, sayısız bina, alt geçit üst geçit, tüp geçit köprü geçişi yaptık. Bakınca resim hoşumuza gidiyor ama buralardan geçen insana sıra gelmedi. Unutmuşuz…

Yaptıklarımızı alt alta koyup toplayıp çıkarınca hele bir de rakamları yukarı yuvarladıkça zarf iyi duruyor. Fakat bizim çocuklar, ne matematik ne fen, ne sosyalde iyi. Anne babaları onlardan beter. Sorun şu ki, abarttıkça abarttık, vasatlıkta master-doktora yaptık…Biz, rakamları yuvarlayıp cilalarken, dünya uyumuyordu. Yer almak istediğimiz kulüpler sıralamalarında kriterleri değiştirdiler. Ölçüm kriterlerine mazruftan rol çaldılar. Başka değerlere bakar oldular; İnsani değerlere… Biz rakamları yukarı çektikçe, küme düşüyoruz.  Ve nedenini bir türlü anlayamıyoruz!

Vasat mıyız?

Birleşmiş Milletler İnsani Kalkınmışlık Endeksi (UNDP 2014) verilerine göre Türkiye’nin vasat olup olmadığının değerlendirmesi: Türkiye’deki tahmini yaşam süresi 1980-2013 yılları arasında 16.6 yıl artmış, aynı dönemde ortalama öğrenim görme süresi 4.7 yıl, öğrenim görme süresi beklentisi 6.9 yıl yükselmiş… Kişi başına düşen milli gelir yaklaşık yüzde 112.5 artış göstermiş.  Diğer bir ifadeyle, Türkiye Gayri Safi Milli Gelir’de, 8 bin 656 USD’den 18 bin 391 USD’ye terfi etmiş. Bu endekse göre; internet kullanım oranımız yüzde 45.1, okur-yazarlık oranımız yüzde 94.1, istihdam oranımız yüzde 48.5 değerlerinde.

Diğer ülkelerle Türkiye’yi kıyaslayacak olursak; İnsani Gelişme Endeksi’nde (İGE) 187 ülke arasında ilk sırada Norveç. Takiben Avustralya, İsviçre, Hollanda, ABD, Almanya geliyor… Yunanistan 29, Türkiye 69’uncu sırada yer alıyor. Ekonomik büyüme ve gelişme insani gelişmişliğe doğrudan yansımıyor. Örnek vermek gerekirse; Türkiye, eğitimde eşitsizlikte kıyaslandığı bölge ve ülkelere göre “en eşitsiz ülkelerden biri”. “Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği”, Türkiye’nin en zayıf olduğu gelişme alanlarından biri.

Taze bir haber; Londra merkezli yükseköğretim derecelendirme kuruluşu The Times Higher Education (THE), ‘2015-2016 Dünya Üniversiteleri Sıralaması’nı açıkladı. Bu sene değerlendirmede yapılan değişiklikler nedeniyle, ODTÜ, Boğaziçi, İTÜ, KOÇ, Sabancı gibi gözbebeğimiz sayılan Türk üniversiteleri büyük bir düşüş yaşadı. Endeksin baş editörü “Türk üniversiteleri için çok üzgünüm” diye demeç vermiş. Gerekçesini okuyunca ben daha çok üzüldüm: “Türkiye’de bazı üniversiteler özellikle fizik alanında yapılan deneylerdeki varlıkları ile konumlarını yükseltiyordu. Bu sene bu tarz makalelerin etkisi sınırlandı. Bu, buradan gelen artı puanların kaybına yol açtı.” Kriterler değişmiş, dünya durmuyor…

Vasat’ın TDK’daki karşılığına ilave olarak, vasat bana göre ‘konfor’ demek. Vasat, durumundan memnun olma hali. En kötüsü de bu. Vasatız, halimizden memnunuz. Vasatlar konfor alanlarını neden terk etmek istemezler dersiniz; vasatlıktan çıkmanın bir formülü var ki çalışmak demektir, o da ‘acı’dır.

*İstanbul Sanayi Kongresi, “Vasatlıktan  Çıkış İçin İnsan ve Kültür; Geleceği Birlikte Kuralım” 08 Ekim 2015, Perşembe, Haliç Kongre Merkezi

Paylaş