Çanakkale 1915

Bir kahramanlık destanı Çanakkale. Her Türk’ün öğrenmesi gereken… Genelde ezberletilen ya da klişelerin arasına sıkışan, anlamadan okuduğumuz bir ders tarih. İnancım o ki, tarihini bilmeyen geleceğini yaratamaz. Yine inancım o ki, tarih de bugün gibi pek çok doğru ve hatanın evi… Akıllı olanlarımız onu sloganlaştırmayanlarımız, övmeden ve sövmeden anlayarak okuyoruz. Bunu yapabilmek için okumak, dinlemek, seyretmek gerek. Önyargısız! Vizyona giren tarih filmlerinden biri Çanakkale 1915 oldu. Öncekilerden farklı bir çalışma. Senaryosunu Turgut Özakman yazdı. Türkiye’de ilk kez bir savaş filmini bir kadın yönetmen çekti. Filmde Atatürk kendisi gibiydi. Kadın yoktu… Başrolde Çanakkale durdu.

Filmin yönetmeni Yeşim Sezgin ve iki oyuncusu Mert Karabulut ile Emre Özcan Başarı Hikayeleri’nde Çanakkale başarısını film karelerine sığdırarak aktardılar.

Yaprak Özer: Yeşim Sezgin reklam kökenlisiniz, bu sizin ikinci filminizmiş. Nasıl oldu?

Yeşim Sezgin: Turgut Beyle yapımcımız Serkan Balbal projeye karar veriyorlar üç yıl önce… Üzerinde çalışmaya başlıyorlar. Ben zaten Serkan’ı tanıyorum. Beraber çalıştığımız, yaptığımız işler vardı. Projeye ben ara ara fikir veriyordum, hatta yönetmen arayışlarında da faydam oluyordu.

 

Yaprak Özer: Turgut Bey bunu olsa olsa bir kadın yapar diye kaptı mı?

Yeşim Sezgin: Evet, aynen öyle. Kadın rejisör istiyorum dedi Serkan’a. Serkan da tuttu elimden beni götürdü.

 

Yaprak Özer: Size eziyet etti mi? Çok disiplinliymiş.

Mert Karabulut: Asla. Disiplin bizden de vardı orda da vardı. Bir işin disiplini vardı, Çanakkale çekiyoruz.

 

Yaprak Özer: Size arkadaşlarınız Android diyormuş, neden?

Yeşim Sezgin: Evet. Çok yakın arkadaşlarımın taktığı bir lakaptır o bana. Çok yorulmam çünkü ben uyumam.

Mert Karabulut: Yeşim’le ilk tanıştığımda açıkçası korkuyordum. İyi midir, kötü müdür, sert midir? Yeşim gayet rahat, “nasıl düşünüyorsun” dedi, “ne istiyorsun” dedi ben oynadım, “tamam, çok güzel” dedi. Fikirleri dinliyor, hiç… direkt “hayır benim dediğim olacak” gibi bir şey demiyor. Oyuncuyu çok rahat bırakıyor. Ortak noktada buluşabiliyorsunuz. O Yeşim’in çok büyük bir artısı.

 

Yaprak Özer: Onun için mi Turgut Bey size “Bir kadın ve Yeşim yapsın” dedi acaba?

Yeşim Sezgin: Kadın yapsın demesindeki maksadı daha sonra da açıkladı bana… “Çanakkale Savaşı çok vahşi bir savaş, bu savaşı vücutların parçalandığı, vahşet içerisine getirirler, ben onu göstermek istemiyorum bu filmde. Yani bizim senaryomuz bir diriliştir, halkın yeniden dirilişini göstermek gerekiyor. Ajitasyon yapılmasın fazla, biraz da işin duygusal yanı olması gerekiyor, bir kadın bakış açısı…” dedi. Onun düşünce tarzı buymuş, bunun için istemiş. Ben Turgut Bey’e gitmeden önce aslında üç haftalık süre istedim, hemen gitmedim. Kitabı çalıştım, senaryonun o anki mevcut versiyonunu çalıştım ve bütün senaryosunu parçaladım, paramparça kestim. Benim bir defterim var hala saklıyorum onu, o deftere senaryoyu kendime göre yeniden yerleştirdim. Aralara fotoğraflar koydum, haritalar koydum, çeşitli planlar koydum, kitaptan sahneler kestim ve onunla gittim. “Benimle çalışmak istiyorsanız hocam böyle bir şey olmalı” diye. Aslında ben giderken Serkan da korktu çünkü Turgut Bey bir duayen, sen senaryosunu kesip parçalayıp götürüyorsun. Ama daha biz beşinci sayfaya geldiğimizde Turgut Bey, “tamam” dedi ve o andan itibaren çalışmaya başladık.

 

Yaprak Özer: Tarihi merakınız var mı?

Yeşim Sezgin: Var, çok var. Hep vardı.

 

Yaprak Özer: Sizlerin var mı?

Emre Özcan: Çok yok, yalan söylemeyeyim. Tarih ve rakam aklımda tutamadığım için hani.

Mert Karabulut: Benim okulda yoktu, okul bittikten sonra oldu çok ilginç. Yani herhalde ders gibi anlatıldığından dolayı sevmiyorum ama tarih tarih ezberletilmesi.

 

Yaprak Özer: Ajitasyon yoktu ama ben sonuna doğru ağlamayı başardım.

Yeşim Sezgin: Çocuklar bile ağlıyor, gençler de ağlıyor. Bence o içine girmekle ilgili bir şey. Bir süre sonra insanların yaşadıkları hayata giriyorsunuz filmde, onlarla birlik olmaya başlıyorsunuz çünkü zor günler yaşamışlar. Bence o yüzden insanlar ağlıyor. Ben bu kadar ağlamalarını beklemiyordum, şaşırdım.

 

Yaprak Özer: Yüzbaşı Faik, hangi tabur, hangi bölüğe komutanlık yaptınız?

Mert Karabulut: 27’nci Alay, 8’nci Bölük. Düşman ilk karaya çıktığında karşısında bu bölüğü buluyor ve Yüzbaşı Faik bütün askerlerini kaybediyor alay yetişene kadar. Çok garip bir psikolojiydi, gerçek bir karakter; onu oynamak çok zor bir şey. Hani o kadar iyi oynamanız lazım ki, adamın kemikleri sızlamasın. Zaten bunun sorumluluğu her şeyin üzerine geçiyor. Gerçek bir karakter ve vatanı için o an hepsi canını vermeye razı. Kahraman desen herkes kahraman, vatansever desen herkes vatansever. Benim oradakilerden bir farkım yok.

 

Yaprak Özer: Siz bölükteki bütün askerlerinizi mi yitirmiş bulunuyorsunuz?

Mert Karabulut: Evet. Bir belgeye göre 15 kişi kalıyor, bir belgeye göre 7-8 kişi kalıyorlar, net değil.

Yeşim Sezgin: Birkaç kişi kalmış ama çünkü savaşmaya devam ediyorlar. Yani onlar için o an tutulacak bir kayıt değil o. Çünkü o askerler yeni alayın içine kanalize olup devam ediyorlar.

 

Yaprak Özer: Nedir Çanakkale’deki kayıplarımızın rakamı?

Yeşim Sezgin: Şimdi ben de çok yanlış bilgi vermeyeyim ama 100 binin üzerinde. Ama 250 bin de değil. Tabii savaş sırasında ölenler var, savaşta yaralanıp sonra ölenler var, dizanteri olup ölenler var, bulunamayanlar var. Belki de hiçbir zaman kesinleşmeyecek.

 

Yaprak Özer: Peki siz nasıl hayatta kaldınız?

Mert Karabulut: Zaten savaş öyle, yaralananlar tekrar savaşa devam ediyor. Askerler de bu şekilde. Benim gerçek karakterim Yüzbaşı Faik, Kurtuluş Savaşı’nda şehit oluyor.

 

Yaprak Özer: Çekimde gerçek kişiler, akrabalar ya da tanıdıklar geldi mi, onlarla buluşma şansınız oldu mu?

Yeşim Sezgin: Bu iki karakterin değil ama diğer karakterlerden gelenler oldu.

 

Yaprak Özer: Siz asteğmen Muharrem’siniz.

Emre Özcan: Ben Yüzbaşı Faik’in Asteğmeniyim aslında. O yaralandıktan hemen sonra ben de yaralanıyorum. Arıburnu Cephesi’ndeyiz, düşmanla ilk karşılaşan küçük bir birlik. Çatışma sonucunda çok az kişi kalıyorlar, daha sonra ben de yaralanıyorum ama Kurtuluş Savaşı’nda Asteğmen Muharrem’i görüyoruz. Kurtuluş Savaşı’na katılıyor.

Yeşim Sezgin: Bu birliğin özelliği sadece 270 kişi olmaları. 270 kişi bir avuç insan demek, karşıdan gelen binlerce Anzaklı var. Oraya Anzak’lar çıkartma yapıyor. 270 kişi, arkadan 27nci Alay yetişene kadar ortalama 6 saat gibi bir süre dayanıyorlar. Son 10 kişi kalana kadar dayanıyorlar. Anzak’ları sürekli geri çekilerek oyalıyorlar.

 

Yaprak Özer: Seyit hakikaten enteresan bir karakterdi. Herhalde cımbızla seçtiniz karakterleri, hepsini kullanmak mümkün olmasa gerek. Belki de senaryoda bazı değişiklikler yaptınız?

Yeşim Sezgin: Seyit en baştan beri vardı. Seyit çok Çanakkale’ye mal olmuş gerçek bir karakter. Heykelleri, anlatıları var. Şimdi Deniz Savaşları dediğimiz 18 Mart Savaşları’nda büyük zırh delici toplar var. Bu zırh delici toplar özel Alman topları ve bunların mermileri de özel; 270 kilo. Mermiyi taşıyan bir ray sistemi var, Seyit de bu ray sistemini iten, “itici er” aslında bütün görevi o. Bombalama sırasında, donanma bombalıyor ve bizim toplarımızın mesafesi yetmediği için bizim askerlerimiz sığınakta beklerken çok hasar görüyor toplar. Ve o bölgede sadece iki tane top ayakta kalıyor, diğer topların hepsi patlıyor Seyit’in bulunduğu Mecidiye Tabyası’nda. Toplardan birinin taşıyıcı mekanizması arızalanıyor, diğer topun arızası daha büyük onu da tamir etmeye çalışıyorlar bir yandan. Taşıyıcı mekanizmanın arızalanıyor olması cephanelikten o büyük topa ulaşamayacağı anlamına geliyor.

 

Yaprak Özer: Seyit ölüyor mu?

Yeşim Sezgin: Seyit savaşmaya devam ediyor. Hiçbir şey olmuyor. Seyit oduncu. Savaştan sonra yaşıyor.

Mert Karabulut: Köyünde yaşıyor, kör olduğu söyleniyor.

Emre Özcan: Hatta soruyorlar, “Görmüyorsunuz?”. Ben göreceğimi gördüm diyor.

 

Yeşim Sezgin: Şöyle anlatayım Seyit’le ilgili: Oradaki tek top bizim bahsettiğimiz topun dışında bir de 210 kiloluk toplar var. 210 kilolukları çok rahat kaldırıp taşıyabilen bir er. Bu biliniyor. 270 kiloluk topu ilk defa savaş sırasında kaldırıyor. Yani o vatan sevgisi, Allah sevgisi, adrenalin nasıl adlandırırsak o an onu kaldırıyor ve taşıyor. İlk taşıdığı an herkes şok oluyor, burnundan kanlar geliyor, kemikleri çatırdıyor.

 

Yaprak Özer: Biraz teknik şeylerden söz edelim mi. Böyle bir savaş filmi çeken ilk kadın yönetmensiniz Türkiye’de değil mi? 

Yeşim Sezgin: Evet, doğru. Dünyada da 2 veya 3.

 

Yaprak Özer: Evet ama onların çektiği filmlerin herhalde bütçeleri çok daha iyidir. Sizinki ise 11 Milyon TL. Bizim için gerçekten büyük bir rakam ama ben imkansızlıkla bu işi yaptığınızı izleyici olarak gördüm diyebilirim.

Yeşim Sezgin: Türkiye için yüksek ama aslında dünya çapında düşündüğünüzde bizim sektör için çok düşük bütçeler bunlar. Ama Türkiye gerçeği bu, bizim seyircimiz de bu kadar, sinemamız bu kadar. Türkiye’de bu filmle birlikte gördük 11 ilimizde sinema salonu yok bizim.

 

Yaprak Özer: 400 kopyayla çıkmışsınız.

Yeşim Sezgin: 400 küsur evet. 600’e yakın salonda çıktık.

 

Yaprak Özer: Nasıl, memnun musunuz?

Yeşim Sezgin: Memnunuz.

 

Yaprak Özer: Tarihi dokular kullanılarak 3 bin metrekare alana dekor inşa edilmiş. Siz bazı savaş zırhlılarının iç odalarına kadar orijinaline uygun inşa etmişsiniz. Bir sürü siper orada kazılmış. Galiba kostümlere çok önem verilmiş.

Yeşim Sezgin: Çok. Birebir aynısı yapıldı, kostümler birkaç yerden teyit edildi. Zaten Turgut Bey de yönlendirdi, Genelkurmay zaten destek oldu.

 

Yaprak Özer: Askeri danışmanlar ne yaptılar?

Emre Özcan: Yardımcı oldular bize. Selam duruşu, ast üstün yanında ne yapar, üst astın yanında ne yapar.

 

Yaprak Özer: Bu arada ne kadar sürdü çekimler?

Yeşim Sezgin: İki ay.

 

Yaprak Özer: İki ay kısa bir zaman değil mi?

Yeşim Sezgin: Kısa tabii, çok kısa. Ön hazırlık sekiz ay gibi bir şey. Turgut Beyle senaryo çalışma kısmımız hariç. Bir yıl falan git-gel oldu.

 

Yaprak Özer: Gerçek askerlik mi zor, filmdeki mi?

Mert Karabulut: Çanakkale’deki daha zordu. Yaşamış bir karakteri oynamak ve karakteri canlandırmak zordu. O duyguyu vermek, o sorumluluğun altına girmek zordu.

 

Yaprak Özer: Ne kadar zamanınız oldu çalışmak için?

Mert Karabulut: Film başlamadan bir ay önce anlaştım. Bir ay boyunca, ilk 20 gün zaten sadece o dönemi araştırmakla, okumakla geçti. O dönem insanlarının yaşadıkları, mektuplar, asker mektupları, gazi mektupları. Bir de ondan öncesi ben bir tarih kursuna gittim hatta hızlandırılmış. Daha hakim olmak için Osmanlı’nın başından başladım. Zordu yani gerçek askerlik gibi değildi.

Emre Özcan: Oraya gittiğin zaman zaten rolün de her şeyin de çıkıyor. O siperler gerçek, elindeki tüfek gerçek. Genelkurmayın özel izinle verdiği tüfekler, maket değildi. Bombalar patlıyor, gerçekten orada siperler var, yetiyor zaten.

 

Yaprak Özer: Yeşim Sezgin bütün bu top, tüfek ne varsa hepsini ben bilirim diyorsunuz.

Yeşim Sezgin: O kadar iddialı konuşamam. Baya biliyorum ama… Evet çok biliyorum.

 

Yaprak Özer: Bütün atış talimlerine de katılmışsınız.

Yeşim Sezgin: Katıldım, zaten meraklıyım.

 

Yaprak Özer: Hanginiz daha iyisiniz atışlarda?

Yeşim Sezgin: Ben baya top kullanabilecek kadar biliyorum. Kara toplarında, deniz toplarında mekanizmaları biliyorum. Tüfekleri de denedim. Bir subay tabancalarını denemedim. Tüfekleri denedim, çok sert tepiyorlar. Ama ben de Karadenizliyim çocukluğumda köyde denemişliğim vardı zaten alışkınım o tepmelere. Atışı ben onlar kadar yapmadım tabii.

 

Yaprak Özer: Sizler attınız mı?

Mert Karabulut: Benim zaten ilgi alanım. 4 yıl boyunca poligonda atış yaptım. Seviyorum yani.

 

Yaprak Özer: Fetih 1453, Çanakkale’nin Çocukları, Çanakkale 1915 hepsi daha değişik havadan çalıyor. Memleket havaları ama hepsi ayrı havadan. Ne oluyor yani yönetmen olarak bu gayretinizi sizin nasıl değerlendirdiğinizi de öğrenmek isterim doğrusu. 

Yeşim Sezgin: Bence seyirci istiyor. Seyircinin iki olasılığı var: ya genelde Amerikan menşeli film seyredecek. Türk filmlerinde de sadece genelde baktığımızda ya komedi ya da romantik gidiyor. Genelde de komedi seyrediliyor ama sinema anlamında kendi tarihini seyretmek bence seyircinin istediği bir şey. Bu zaten dizilerle başladı, dönem dizileri mesela neden bu kadar seviliyor çünkü biraz nostaljiyi seviyoruz hep beraber o geçmişi görmeyi seviyoruz bir de tarihimizi seviyoruz gibi geliyor bana.

 

Yaprak Özer: Sizinki neydi dönem filmi mi, ne diyeceğim ben ona?

Yeşim Sezgin: Hem savaş hem dönem. Sadece adlandırmak, tek kelimeye sığdırılamıyor. dönem ve savaş filmi.

 

Yaprak Özer: Başrol yok. Rahatsız oldunuz mu oyuncular olarak?

Mert Karabulut: Ama o zaman Çanakkale olmayacaktı ki mevzuu. Çok afedersiniz Ahmet’in oynadığı Çanakkale filmi. O zaman Çanakkale’nin o büyüsü gidecek gibi geliyor bana.

 

Yaprak Özer: Yani birinizden biri aşka düşseydi?

Mert Karabulut: Aşka vakit yok ki.

 

Yaprak Özer: Sizin böyle bir kaygınız oldu mu başında?

Yeşim Sezgin: Olmadı. Biz en baştan bu kararı vermiştik, Turgut Beyin bana verdiği ilk senaryo da buydu. Hiçbir zaman ben ona aşk ekleyelim demedim çünkü belliydi bu filmin gitmesi gereken hedef. Biz bütün savaşı anlatmak istiyorduk ondan hiçbir zaman sapmadık, hep de arkasında durduk. Bundan sonra yapılanlarda olsun biz hep öyle söylüyoruz.

 

Yaprak Özer: Eksik kaldığını düşündüğünüz bir tarafı var mı?

Yeşim Sezgin: Çok var.

 

Yaprak Özer: Çok eleştirilmişsiniz, demek ki dikkate alınıyorsunuz. Buna pozitif bir noktadan bakacak olursak. Siz kendiniz şöyle bir dönüp bakın, bugün bu tecrübeyle ne yapardınız?

Yeşim Sezgin: Biraz daha zamanım olur mu diye onu zorlardım herhalde. Ama Türkiye’de çok zor. Biraz mantıklı düşünmek gerekiyor Türkiye’de. Ne kadar zorlayacaksınız, daha ne kadar aşabilirler bütçelerini, ne kadar riske girebilirler diye. Onun haricinde ise, içerik olarak kara savaşlarındaki karakterleri belki filmin başında bir iki sahne daha girebilirlerdi.

 

Yaprak Özer: Filmin sonunda ilave ettiğiniz o fotoğraflar etkileyiciydi.

Yeşim Sezgin: Benim çalışma fotoğraflarım onlar hep. Gerçek dönem fotoğrafları ama filme çalışırken, setleri kurarken o fotoğraflarla çalıştım.

 

Yaprak Özer: Savaş sırasında bir bölük kaybolmuş, izine rastlanılamamış. Gerçekten okuduğum şeyler ne kadar doğru bilmiyorum ama, çok kısa olarak anlatır mısınız.

Yeşim Sezgin: Onlar bataklıkta kayboluyorlar aslında. Bizim çekim yaptığımız alan Kumkale, bir bataklık bölgesi, oraya çıktıklarında bilmiyorlar tabii belli bir nokta sonrası sazlık ve bataklık. Bütün birlik bataklıkta kayboluyor. Özel bir birliktir üstelik, Kraliçe’nin Birliği’dir. Seçkin bir birlik. Çanakkale’nin efsanesi çok.

Emre Özcan: Bir siperden beş film çıkar neredeyse.

 

Yaprak Özer: Sizin en çok etkilendiğiniz ne oldu?

Emre Özcan: Namaz sahnesi. Ertesi gün savaşa gidecek herkes ve hatta orada Celil arkadaşımız var, bir şey söylüyor: “Şehit olmak için geldikleri topraklarda Allah’ın huzuruna tertemiz çıkmak için hazırlanıyorlar” diye. Gerçekten beyaz iç çamaşırlarını giyip o şekilde savaşa çıkıyorlar. Bu çok duygusal bir şey. İnsan olanın bundan etkilenmeme şansı yok.

 

Yaprak Özer: Orada da eleştirmişler sizi… Biraz da oraya hafif İslam, Müslüman…

Mert Karabulut: Ama biz Yahudi değiliz ki. Hollywood filminde bir kilise müziği duyduğu zaman insanlar ağzı açık izliyorlar da niye bir ilahi duydukları zaman bu kadar tepki gösteriyorlar, biz Müslüman bir ülkeyiz. Bundan utanmanın bir anlamı yok ki. Filmde de kullanabiliriz biz bunu.

Yeşim Sezgin: Bir de şunu düşünmek lazım, biz 1915’i çektik. Yani 1915’te neyse orada insanların düşüncesi, duygusu onu çektik. Orada namaz da kıldılar, sürekli Allah’a da şükrettiler, vatan sevgisine de sahiplerdi. Neyse koşulları ona göre çektik. Buna göre düşünmek gerekiyor.

 

Yaprak Özer: Kadınlar çok az bir süre gözükebildiler filmde ancak bürokrasinin karşısına dikilen tarih yazanlar kadınları gördük.

Yeşim Sezgin: O kadınlar çok özel kadınlardır. Keşke vakit olsa hepsini anlatabilsem. Normalde o dönemlerin kadınlarının İstanbul’da peçesiz gezmeleri yasaktır, büyük günahtır. Peçelerini ilk açan, ilk hemşirelik yapan, sonra da ilk kadın örgütlenmesini başlatanlardır o dört kadın. Yani onlar gerçek karakterler. Filmde gerçek olmayan hiçbir şey yok, her şey gerçek.

 

Yaprak Özer: 57’nci Alay’ın filmde gördüğümüz yürüyüşü özelmiş, serbest yürüyüşmüş. Bu kadar detaya girmişsiniz.

Yeşim Sezgin: İki tür orduda yürüyüş vardır: Nizami yürüyüş ve serbest yürüyüş. Çok uzun mesafelerde ordular serbest yürür. 57. Alay da iki saatlik bir mesafede yürüyor. O mesafeyi serbest yürüyüşle yapıyor yani yakın ayak planlarında, ilk çıktığında insanlar “Ordu böyle yürümez” diye eleştiriler oldu ama serbest yürüyüştür ve 57. alay o şekilde yürümüştür.

 

Yaprak Özer: 57’nci Alay’dan da kalan çok az değil mi?

Yeşim Sezgin: Çok az. Hatta 57’nci Alay sürekli ayakta tutuluyor yani savaş boyunca yeni birlikler geliyor ve 57’nci Alay’a takviye oluyor ama savaşa ilk başladığı andan son anına 57’nci Alay’da ilk birlikten kimse kalmıyor.

 

Yaprak Özer: Asıl kahramandan, Atatürk’ten konuşalım ve karakterden konuşalım. Karakter de hiç ajitasyon yapmayan bir karakterdi, nasıl oldu?

Yeşim Sezgin: Gerek yok, Mustafa Kemal o zaman sadece bir yarbaydı. 57’nci Alay’ın komutanı Hüseyin Avni’nin arkadaşıydı. Kararları birlikte veriyorlardı. O, Hüseyin Avni’nin komutasındaydı. Mustafa Kemal’i biz olduğu gibi göstermek istedik yani insan olarak, genç bir yarbay olarak. Şimdi Mustafa Kemal daha önce hiç o yaşta oynanmadı hiçbir yerde. Daha 33 yaşında, delidolu, çok ateşli dönemleri. Zaten birkaç diyalogunda o var, “Gerekirse ben giderim vatanım için” diyor ya da “Az gelir” diyor. Onun kendi sözleri. Yine de İlker için zordu çünkü Mustafa Kemal çok bildik bir karakter.

 

Yaprak Özer: Makyaj neredeyse yok.

Yeşim Sezgin: Hiç yapmadık. Yani özelikle istemedim ben çünkü o zaman taklide giriyor, karakterden çıkıyor. Bundan kaçmamız gerekiyor yani Mustafa Kemal tarihi bir karakterdir, önemli bir karakterdir, onu da diğer karakterler gibi film içinde gösterdiğimiz süre değerli olacaktır. Bence çok güzel değerini buldu, onun da diğer kahramanlar gibi o savaşta nasıl yükseldiğini göstermiş olduk.

 

Yaprak Özer: Bütün kahramanlar çok dengeli bir görüntüye sahipler. Kimsenin çok uzun sahnesi yok…

Emre Özcan: Hepimizin aynı. Aslında çok güzel bir şey söylüyor, keşke bu hallere hiç düşmeseydik. Yollar, okullar, fabrikalar, hastaneler yapsaydık, gerilikten cahillikten kurtulsaydık, bir öngörü aslında. Bütün komutanlar böyle. Asteğmen Muharrem de böyle. Mustafa Kemal, o kadar zeki bir adam ki, o kadar öngörüsü kuvvetli bir insan ki her şeyi kestirebiliyor. Çok iyi strateji yapabiliyor yani. Bizden tek farkı, biz de çok iyi yetişmişiz ama o çok zeki bir adam.

Yeşim Sezgin: Biz çekerken mesela hep beraber arkadaşlarla konuşuyorduk ; “Acaba burada gerçekten ne hissettiler, ne düşündüler” diye düşünmeye çalıştık. Aynı şeyi İlker’le de yaptık, Barış’la da.

 

Yaprak Özer: 3 bin tane köylü kullanılmış.

Yeşim Sezgin: Totalde evet.

 

Yaprak Özer: 200 de yardımcı oyuncu…

Yeşim Sezgin: O günlük. Sürekli değişiyordu. Ölüyorlardı ya da birlikler değişiyordu. Her birliğin kendi eri ayrı, yüzlerin aynı olmaması gerekiyordu. Bütün Çanakkale’yi kullandık biz.

Emre Özcan: O arkadaşların da ellerine sağlık demek istiyorum. Çok yoruldular. Açık arazide 45 derecede, keçe elbiselerle. Hepsinin ellerine sağlık.

 

Yaprak Özer: Silahların da hepsi gerçek  miydi?

Yeşim Sezgin: Evet, hepsi Genelkurmay’dan geldi. Bir kısmını özel müzeden çıkarttık o döneme ait silahlar, onların kalıpları çıkarıldı. Hatta bir iki sahnede direkt müzenin kendi silahları da var.

 

Yaprak Özer: Hangileri onlar?

Yeşim Sezgin: Kayalık çatışmasında mermi bitiyor falan bir sahne vardı, onlar gerçek silah hepsi.

 

Yaprak Özer: Beni etkileyen sahnelerden bir tanesi de silahsız, kürekle savaşanlar oldu…

Yeşim Sezgin: Bigalı Mehmet Çavuş insanların çok bilmediği bir karakterdir ama o günden itibaren askerlere Mehmetçik denmesinin sebebidir. Bigalı Mehmet Çavuş’tan sonra askerler, Çanakkale Savaşı bitmeden Mehmetçik’e dönüyor.

 

Yaprak Özer: Bundan bir dönem, tarih filmi düşünür müsünüz?

Emre Özcan: Tabii ki yani yıllarca Amerika’nın uydurma tarihini seyrettik. Yani böyle bir elimizde zenginlik varken bence bugüne kadar yapılmaması bile ayıptır. 1453 de, Çanakkale Çocukları da ve bizim filmimiz de… Hepsinin daha da yapılması gerekiyor bence ki sektör de hareketlensin.

Mert Karabulut: İnşallah tekrar gelecek nesillere örnek olacak bir rolde oynarım. Yani benim bu filmde oynarken dediğim bir şey vardı; “Çok güzel, ben geleceğe bir şey bırakıyorum.” O çocuklar izliyor ve gerçekten yaşamış karakterleri görüyorlar. Bütün arkadaşlarımın, yönetmenimin, Turgut hocamın da eline sağlık, çok güzel bir iş yaptık.

Yeşim Sezgin: Benim ruhum tarihte, dönemde ve savaşta atıyor bu kesin. Yani sette de gördü arkadaşlar, oradaki enerjimi nasıl verdiğimi. Bu yolda biraz daha devam edeceğim çünkü hazırda zaten bir sürü projeler var. Bir tanesi şu anda çok sıkı hazırlanıyor. Çok yakında açıklanır ama erken açıklamamak gerekiyor. Biri Kurtuluş Savaşı’na ait, biri daha ileri 1950’lere ait iki proje var ama hangisini önce yapacağımıza şu an karar veremiyoruz, ikisine aynı anda çalışılıyor.

Paylaş