Irak’a asker göndermek ya da göndermemek Demokles’in kılıcı gibi tepemizde sallanıyor. “”Daha önce göndermedik, günümüzü gördük”” diyenlerle, “”ayağımıza gelen bir fırsatı tepmeyelim”” diyenler tartışıyor.”;”
Irak’a asker göndermek ya da göndermemek Demokles’in kılıcı gibi tepemizde sallanıyor. “Daha önce göndermedik, günümüzü gördük” diyenlerle, “Ayağımıza gelen bir fırsatı tepmeyelim” diyenler tartışıyor. Hükümetle muhalefet birbirine giriyor. Döviz inip çıkıyor. Dış politikada goller yeniyor… Bu yazı üzerinde çok tartışılan bir kurumu, BM’yi ve onun eksenindeki tartışmalara bir pencere açıyor.
Bu haftaya damgasını vuran önemli olaylardan bir tanesi sanırım Irak’ın başkenti Bağdat’ta yerleşik olan Birleşmiş Milletler(BM) binasının saldırıya uğramasıydı. Saldırı sonucunda BM üst düzey bir yöneticisini ve aralarında yıllardır BM için çalışan Iraklıların da bulunduğu, farklı milletlerden pek çok mensubunu yitirdi…
Neden önemli BM’ye yapılan saldırı?
Her gün dünyanın değişik bir bölgesinde bir saldırı meydana gelirken, başka bir coğrafyada önemli insanlar ölürken, başka ülkelerde de masum insanlar öldürülürken…
Neden önemli?
Aynı gün birkaç saat sonra İsrail’de havaya uçurulan bir otobüsün gelmiş geçmiş en kuvvetli patlayıcıya sahip olduğu haberi neden o kadar önemli değil? Otobüste ölenlerin sayısı ben bu yazıyı yazarken 18 idi. Aralarında da 5 çocuk vardı.
Çok mu kanıksadık İsrail’de neredeyse her gün patlayan otobüsleri. Parçalanan insanları…
Yanlış anlaşılmasın can yitirilen her olay, ister bir kişi ister yüzlerle ifade ediliyor olsun, dünyanın en önemli olayıdır. Şüphe yok.
BM’yi seçmemdeki neden daha sübjektif.
Çünkü bir süre sonra Türk askerleri Irak’ta güvenliği sağlamak üzere devriye geziyor olacak.
Bir süre sonra, Türkiye’ye de, pek de yabancısı olmadığı, ama hızla unutmaya çabaladığı acı ve acılı haberlerle çalkalanacak. Pek çok aile nedenini ve niçinini tam anlayamadan çocuklarını yolladıkları Irak’tan nefretle söz edecek.
Bunların hepsi kaçınılmaz.
Yukarı tükürseniz bıyık, aşağı türseniz sakal.
Ülkede kuvvetli ve sağduyulu bir dış politikanın bulunmadığı düşünülecek olursa, başkalarının, kendi çıkarlarına endekslenmiş sağduyulu politikalarına tabi olduğunuzu görebilirsiniz.
Doğrusunu isterseniz bu yazının ana konusu olan BM, çok uzun yıllardır hemen hemen her noktadan ateş altında. BM, Türk insanı tarafında kısaltılmış hali BM, uzatılmış hali Birleşmiş Milletler olarak epey şey ifade ediyor. Çok sık duyuyor, sık karşılaşıyoruz. Ancak ne kadar tanıdığımız şüpheli.
Halen gerekliliği ve etkinliği tartışılan örgütün gelecekteki kaderi ne olur bilinmez, ancak BM’nin savaş ve barış temalarının dışında da yaptığı çalışmalar var.
BM’nin geçerliliğine ilişkin en şiddetli tartışmaların yaşandığı ülkelerin başında ABD geliyor. ABD’nin, en büyük maddi destekçisi olduğu kuruluşun kendisini zaman zaman, hatta çoğu zaman yarı yolda bırakmasına tahammülü olduğu söylenemez.
Üzerinde fırtınalar kopan bu “modası geçmiş” örgütü tanımanın bir başka yolu yok mu?
Bütçesi 1.25 Milyar Dolar
Merkezi New York’da bulunan Birleşmiş Milletler’in Cenevre, Nairobi ve Viyana’da ofisi var. BM’nin yıllık bütçesi 1.25 milyar dolar.
Bu rakam, Amerikan Savunma Bakanlığı’nın, her 32 saatte bir yaptığı harcamaya eş değer. BM’nin tüm harcamalarının New York şehrinin bütçesinin dörtte birine eşit olduğu yine Amerikalı kaynaklar tarafından ifade ediliyor. Dolayısıyla BM, ABD için, ne o kadar pahalı ne o kadar müsrif. Ama önemli bir araç…
BM, bir sekreterya ve 29 değişik organizasyonunda oluşuyor. Dünyaya yayılan organizasyonu bünyesinde 50 bin kişiyi istihdam ediyor. Aslında ülkeler kadar BM de kemer sıkıyor. Çünkü gelirleri kısıtlı. En büyük kaynağı ABD, kızdığı her an muslukları kapıyor. Bu yüzden BM son 20 yıl içinde istihdam ettiği kişi sayısında yüzde 25 azalmaya gitti.
BM kuvvetleri bugüne kadar Namibya, El Salvador, Kamboçya, Mozambik ve Kıbrıs’ta barış gücü olarak görev yaptı. Bu coğrafyalar BM askerini daha yakından tanıyor.
Bizim tanışıklığımız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Rum kesimini birbirinden ayıran yeşil hat üzerinde konuşlanmış BM askerlerinden kaynaklanıyor. Ancak geçtiğimiz haftalarda Türk Genel Kurmay’ından sızdırılan gazete haberlerine bakılacak olursa, BM mevcudiyetini Kıbrıs’tan sonra Türkiye’nin kuzeyinde Irak’la sınır bölgesinde de görebiliriz. Burada bir tampon bölge oluşturulması, kontrolünün BM’ye verilmesi söz konusu olması tartışılıyor.
BM’nin Gücü
BM’nin gücü, üye ülkelerinin gücü olarak özetlenebilir. BM bir hizmet teşkilatı. BM’nin kendine ait ve kendi kontrolünde bir silahlı kuvvetleri yok. BM’nin hiç kimseyi tutuklamak; hiç bir bölge, kurum, kişiden vergi toplama yetkisi yok. Ele geçirme, el koyma, yönetmek, anlaşmaların ötesine geçmek gibi hakkı yok.
Adını haber bültenlerinde sıkça duyduğumuz BM Genel Kurulu’nun ise sınırlı sayıdaki görev, yetki ve güçlerinden bir tanesi BM bütçesini onaylamak.
Buna karşılık Güvenlik Konseyi’nin gücü olduğu söylenebilir. Ancak burada da ABD’yi çiğneyip bir şey yapmanın ne kadar güç olduğunu dünya alem gördü.
Diğer bir ifadeyle, BM’de ABD atlanıp Genel Sekreter seçilmiyor, dünyanın hiç bir bölgesine asker gönderilmiyor…
Son dönemlerde izlediğimiz farklı bir fotoğraf var. Güvenlik Konseyi’ndeki güç mücadelesi. Bunun adı, Konsey’in ABD dışında kalan üyelerinin de dengeleri bozma pahasına aldıkları kararlar ile ABD hegemonyasını tehdit etmeleri.
Başarılı Oldu mu?
BM’nin bugüne kadar, görev yaptığı her coğrafyada başarılı olduğunu söylemek mümkün değil.
Aslında BM’nin sorunlu coğrafyalara yardım eli uzatmakta başarılı olduğu söylenemez. Karar almada eli kolu bağlı, yavaş, modası geçmiş, çağın gerekliliğinden uzak…
Son döneme ilişkin, uluslararası siyaseti şekillendiren çatışmalardan bir tanesi Avrupa’nın göbeğinde Bosna’da yaşandı. Somali’de Ruanda’da yaşananlar da farklı değildi.
BM Barış gücü, komuta kontrolü ele geçirmek üzere gerekli uluslararası güce sahip değil. Bu yüzden çatışmaların tüm şiddetiyle yaşandığı, sivil ve masum insanların boş yere öldüğü, kan kaybının haftalarla ifade edilemediği, günlük ve saatlik katliamların yaşandığı coğrafyalara müdahale etmek konusunda geç, yetersiz ve etkisiz kalan bir teşkilat. Böyle bakıldığında, uluslararası siyasetin bugünkü ihtiyaçlarına cevap vermekten uzak.
İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası ilişkilerin köşe taşı olarak gösterilen BM, etkisiz ve yaptırımdan uzak bir organizasyona dönüştü. 1994 yılında ABD’nin Haiti’ye, 1999’da Avustralya’nın Doğu Timor’a, 2000’de İngiltere’nin Sierra Leone’ya yaptığı müdahale, güvenlik konseyinin etkisiz ancak sözü edilen müdahaleci devletlerin başarılı çıkarmaları olarak değerlendirildi.
BM’nin karizmasını çizen en önemli olay ise İkinci Körfez Harekatı. Kuruluşundan bu yana varlığı tartışılan örgüt sağlı sollu saldırıya uğradı. Şahinler, BM’yi Irak’a yapılan müdahaleye sahip çıkmamakla, destek vermemekle, arkasında olmamakla suçladılar.
Karşıtlar da, BM’yi, Irak’a müdahaleyi önleyemediği, ABD’nin gerekçesiz saldırıda bulunması nedeniyle topa tuttular.
İkinci Körfez Müdahalesi öncesi BM’den herhangi bir karar çıkarmakta başarısız olan ABD ve yakın müttefiki İngiltere bir süre sonra BM’nin varlığını pek de diplomatik olmayan üsluplarla sorgulamaya başladı. Ancak her ne olduysa oldu, her iki devlet de Irak’a müdahale sona erer ermez soluğu BM’de aldılar. BM, Irak’a uygulanan ambargonun kalkması, Irak petrolünün satışına uygulanan yasağın kaldırılması için yeniden uğrak noktası oldu.
BM’de mutlaka önümüzdeki günlerde önemli değişikler olacak. Yaşayarak gördüklerimiz ile öğrendiklerimizi sıcağı sıcağına değerlendirmek kolay olmuyor. Tarih bir süre sonra daha anlamlı fotoğraflar veriyor.
Güvenlik Konseyi
BM’nin en sorunlu yapılarından biri şüphe yok ki Güvenlik Konseyi. Savaş sonrası savaş galiplerinden oluşturulan bu kurul, bugünü temsil etmediği gibi, güç dengesini ortaya koymaktan da uzak. Dengesizlik ne kadar etkilerse etkilesin, daimi üye statüsü hakkını alan Fransa, Rusya ve Çin gibi ülkelerin bu avantajdan muaf tutulmaları mümkün gözükmüyor. Bu platform son yıllarda ve olaylarda rakip devletlerin, ABD ile kozlarını paylaşabildikleri bir alan yaratması açısından önemli.
Güvenlik Konseyi’nin ABD- İngiltere, Fransa Sovyetler Birliği ile Çin’den oluşan beş daimi üyesinin veto yetkisi bulunuyor. Güvenlik Konseyi’nde beş daimi temsilcinin dışında kalan 10 koltuk için BM üyesi diğer ülkeler yarışıyorlar. Bu koltuklardan birine oturmaya hak kazanan ülke, iki yıl boyunca kalkmıyor.
BM’den beklenen değişim aslında dünyanın değişmesinden kaynaklanıyor. Kuruluşundaki üye sayısı ile bugünkü arasında fark var demek yeterli değil. Üye sayısı üçe katlandı. Dünyanın en kalabalık ülkeleri coğrafya olarak Güney Asya’da kümelendiler. Dünün sorunlarıyla bugünküler arasında önemli farklılıklar yaşanıyor.
Güvenlik Konseyi’nde yapılması gerekli görülen değişikler BM bünyesinde yapılan en hararetli tartışmaların başını çekiyor. Konuyla ilgili farklı görüşler var. Güvenlik Konseyi’nde temsilin İkinci Dünya Savaşı’nın galiplerini kapsamaması gerektiği, tam tersine bugünkü dünya coğrafyasını temsil etmesi gerektiği görüşler arasında başı çekiyor. Böyle bir argümanın geçerli olması halinde, Hindistan’ın daimi üye olması bekleniyor. Beklenen diğer şey ise örneğin ezeli rakip Pakistan’ın itirazı…
ABD tarafından bakıldığında ise, Washington yönetiminin gelecekte kendisine çizdiği “kötülerle savaşma” misyonu Güvenlik Konseyi’nin desteğiyle anlam bulacak. ABD yönetimi terörle mücadele ve teröre destek veren ülkelere savaş açmak konusunda hala BM’nin desteğine önemli ölçüde gereksinim duyuyor. Yeri geldiğinde ABD tarafından dövülen ve sövülen BM, yeri geldiğinde dostlar alışverişte görsün misali boy gösterilen bir podyum. ABD Başkanı George W. Bush ile Amerikan Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın Körfez Savaşı öncesi ve sonrası önemli konuşmalarını BM çatısı altında yapmalarının başka türlü bir nedeni olmasa gerek.
Gerekli Gereksiz··BM gerekli mi gereksiz mi, kaldıralım mı taşıyalım mı? Tartışmaları sürüyor. Tartışmalar demişken en büyük tartışmayı BM’nin en büyük destekçisi ABD ile yaşandığını ve tartışmanın ABD’de yaşandığını unutmamak gerek.
Unutulmaması gereken bir konu da ABD’nin BM’nin kuruluşunu takip eden yıllarda tarihsel olarak bu örgüte, pek çok kez ciddi itirazlarda bulunmuş olması. Mücadele 1952 yılına kadar uzanıyor. Amerikan tarihine Komünist Avcısı olarak geçen Cumhuriyetçi Senatör Joseph McCarthy’nin başlattığı rüzgarla, BM’nin Amerikalı çalışanları kendilerini yargı önünde buldular. Bu kişilerden ne kadar iyi Amerikan vatandaşı olduklarını kanıtlamaları istendi. BM aleyhine ABD’de atılan tohumlar bu kadar erken bir zamana denk geliyor. 1970’ler ile 1980’lerin en önemli konusu ise doğu ile batı, güney ile kuzey arasındaki katı ayrılıklarda pinpon topuna çevrilmesi oldu. ABD’nin BM’ye uyguladığı ekonomik ambargoyu da unutmamak gerek…
ABD ile BM arasındaki en önemli fikir ayrılığı, özellikle Bush yönetiminin teröre ve terörü destekleyen ülkeler olarak tanımladığı coğrafya ve gruplara karşı alacağı önlem ve aksiyonu BM onayına gerek görmeden alabilmesi ya da bu onayı istediği zaman dilediği doğrultuda alabilmesi için zorlaması.
Aslına bakacak olursak ABD’nin bu konuda ciddi bir sıkıntı çekmediğini söylemek gerekir.
Peki, Neden
Böylesine ateş altında, bu kadar gereksiz bir kuruluş… Peki, öyleyse niye? diye sormak gerekiyor.
Aslına bakacak olursak, Güvenlik Konseyi’nin gölgede bıraktığı önemli BM kuruluşları var.
Son dönemde bu kuruluşların çalışmalarından bir iki küçük örnek vermek, ne demek istediğimi anlatacaktır.
Bu yıl içinde Atom Enerjisi Kurumu, İran’ın nükleer denemeler yaptığını ortaya çıkardı. Savaş suçlusu ilan edilen Yugoslavya eski lideri Slobodan Milosevic yine bu sayede Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nde yargı önüne çıkarılabildi. Geçtiğimiz aylarda bütün dünyayı saran ve hepimize korkulu anlar yaşatan SARS virüsü korkusuna karşılık Dünya Sağlık Örgütü aktif bir şekilde çalışmalar yaptı, Dünya Gıda Programı son beş yıldır her yıl ortalama 70 milyon kişiyi doyuruyor. BM Mülteciler Baş Komiserliği milyonlarla ifade bulan göçlere karşı belki de en önemli ilaç… BM Çocuk Fonu, dünyanın dört bir yanında çocukların ‘çocuk’ yaşta evlendirilmesinin önüne geçilmesi için çaba sarf ediyor. AİDS’LE savaşta çok ciddi katkısı ve çabası olan BM, anne sağlığı, bebek sağlığı, doğum kontrolü gibi konularda son derece aktif.
BM’nin en önemli sorunu, belki de en önemli şanssızlığı, savaş sonrası kurulan bir örgüt olarak savaşlarla ve tabii ki sınırlarla ifade edilip, hem savaş hem de sınır müdahalelerinde daha etkin davranmasının beklenmesi.
Oysa küreselleşen dünyada modası geçmiş gibi görünen savaş ve sınırlarının önüne diğer önemli küresel sorunların geçmesi gerekiyor. Yalnızca BM’nin değil, ama herkesin ikilemi bu noktada başlıyor.
Küreselleşmeyi istiyor ve sevdiğimizi söylüyoruz. Ama küreselleşme yalnızca mal ve insanların serbest dolaşımı anlamına gelmiyor. Ruhlarımızın da serbest dolaşması gerekiyor. Bu da sanırım pek çok ülkenin çıkarlarına engel oluyor.
Ölen çocuklar, katliamlar, adı sanı bilinmeyen virüsler, milyonları tehdit eden hastalıklar…
Görev tanımları, yetki ve sorumlulukların sınırlarının çizilmesi, varoluşun nedeni, yönetim ve yönetişim, reform gereği… gibi büyük kavramları konuşuyor da konuşuyoruz. Küreselleşmeye övgüler düzüyor ya da sövüyoruz. Sanırım hepimiz, her şeyi kafamıza göre algılıyor, çıkarlarımıza göre yorumluyor, gerisine de boş veriyoruz.
Gelecek günlerde Türkiye’de piyasaların kaderi yine Irak’a asker göndermeye endekslenecek. Gelecek günlerde Türkiye’nin kaderi bu konuya bağlanacak. Hükümet hop kalkacak, muhalefet hop oturacak.
Peki ya sonuçta ne olacak.
BM yapılan bu saldırı burada kalacak mı?
Karamsarım… Burada kalacağını sanmıyorum.
Bize gelince, payımıza düşen faturayı ödeyeceğiz. Üzgünüm!
Ama ne yaptığımızı bilerek gitmenin, bilmeden gitmekten daha iyi olduğunu düşünüyorum.