Biz Tam Olarak Ne Yaşadık Şimdi?

Son zamanlarda izlediğim sinema ya da TV prodüksiyonlarında, “ne yaşadık biz şimdi?” diye anlamsız bir soru formatı sık sık tekrarlanıyor. Karakter, sorarken siz taraflardan hangisi alık acaba diye düşünüyorsunuz… Aynı tuhaf-tutarsız tat ve hissi yaratan “güncel gerçek”lerle karşılaşmaya başlayınca sorudaki hikmeti anlamaya başladım.

 

“NATO Putin’e müteşekkir” temalı iletişim hikayesini aktaracağım; Rusya neden saldırdı? Ukrayna gelen tehdidi kime güvenerek yok saydı? NATO, madem neredeyse dakika dakika olacakları biliyordu neden durdurmadı? Neden bu kadar insan öldü ve neden bir bu kadar daha ölecek?… Zelenski her konuşmasında daha fazla silah, daha fazla para, hatta savaş süredursun ülke inşası için para istiyor… Bu silahlanma kimin işine yaradı? Yeniden yapılanma hangi ülke firmalarına kısmet olacak? Ne yaşadık biz şimdi?

 

Türkiye’yi yakından ilgilendiren bir konu ve yine yeniden “ne yaşadık biz şimdi?” sorusu; NATO’ya üyelik başvurusu yapan Finlandiya ve İsveç’in başvurularını, bırakın dış düşmana karşı birlik olmayı teşkilatın iç güvenlik uyumunu bozacak diye “one minute” yaklaşımıyla revize etme mantığını anlayabilirim. Anlayamadığım; ifadelerde kullanılan üslup. İletişimde ne kadar hoyratsan o kadar etkili olursun denklemini kim kurmuş olabilir… Tehdit, milli sporumuz. Bir başka versiyonu; ittifak ortağı tarafından yapılan açıklamalar… “NATO’dan çıkalım” diyor, örneğin… bunu söylediği noktadan değil de karşı taraftan bakmanızı rica ederim; bizden biri mi söyletiyor diye muhatapların da kafası karışıyor olmalı. Türkiye’nin dünyaya verdiği ses ile görüntü, hafta içinde Kapalıçarşı’nın göbeğinde pervasızca birbirine kurşun sıkan esnafın yaptığı gibi hedef gözetmeden sağa sola ateş etmeye benziyor.

 

Sahadaki aktörlerin kendilerini neden bu kadar zor durumda bıraktıklarını anlamlandırmak giderek zorlaşıyor. Tam tersine tereyağından kıl çeker gibi vaktiyle içine düştükleri durumdan profesyonelce çıkanları izlerken de soruyoruz, “ne yaşadık biz şimdi?”.

 

Aralarında NATO’nun da yer aldığı, köhne kuruluşların, bugünün sorunlarına cevap veremedikleri için kapatılma tartışmaları sürerken ansızın “İyi ki varlar” konumuna yükselmeleri acaba başarılı algı çalışması ürünü mü? Astronomik savunma harcamalarının adresi olan NATO, yıllardır “ben ne işe yararım” sorusuna yanıt bulmaya çalışıyordu. Kuruluş amacını unutup Rusya’ya üyelik daveti çıkarmışlığı dahi var… Okyanuslarda korsan kovalama misyonu üstlenmeye uzanan yaratıcı aktivitelerle hayata tutunma mücadelesi, Ukrayna topraklarında Dünya Savaşı denemesiyle hayat öpücüğüyle final yaptı. Yakında görevi devredecek NATO Genel Sekreteri Jen Stoltenberg büyük bir iletişim fırsatı yaşıyor. Dünya Ekonomik Forumu’ndaki konuşmasını “NATO, Rusya’ya müteşekkirdir” diye özetlemek isterim. Nasıl olmasın ki, Rusya; pusulası şaşmış örgütü hızla toparladı. O NATO ki, Donald Trump bir dönem daha Başkan kalsa, kapısına kilit vurulma tehlikesi yaşıyordu.

 

Bakın Stoltenberg, çok önemsediğini söylediği Davos iş çevrelerine hitap ederken nelere vurgu yaptı; “(…)Rusya’nın acımasız işgali, bugüne kadar en iyi tahmin yürüttüğümüz askeri saldırganlık eylemlerinden biriydi… Grozni’nin yıkımı. Gürcistan’ın işgali. Kırım’ın ilhakı. Halep’in bombalanması ve Ukrayna’daki savaş… İttifakımızın doğusuna tarihimizde ilk kez savaşa hazır asker grupları yerleştirdik. Uzay ve siber uzay dahil olmak üzere yeni savunma alanları kurduk… Baltık’tan Karadeniz’e kadar çok uluslu muharebe gruplarının sayısını iki katına çıkardık ve NATO topraklarının her karışını savunmaya hazır 100.000 askerimiz yüksek alarmda (…)

 

Bu sözlere karşın, savaşın kahramanı Zelenski her gün bir NATO ülkesinin parlamentosuna ve hatta Davos’daki iş insanlarına bu hikayeyi farklı anlattı: “NATO askeri Ukrayna topraklarına ayak basmadı, hava sahasını kapamadı, uçak vermedi”. Özetle neden NATO “gelirsem fena olur” konuşması dışında bir şey yapmıyor diye, sordu durdu.

 

Sonuç; diplomasi, buğday tarlalarını mı liman kentini mi kapalım arasında yürüyen savaşta her gün yeni insanların ölmesine göz yumdu. 18 yaşında bir çocuğun tek başına savaş suçlusu olarak mahkemesi ise “ne yaşadık biz şimdi?” tadındaydı.

 

Baş aktörlerden Putin’in tarihe geçmek üzere Ukrayna’yı istediği ifade ediliyor. Sınırlarında daha az NATO istediği gerekçesiyle savaşa başlamıştı, savaş bittiğinde daha fazla NATO sınırıyla kalması an meselesi. Hatırlamak gerekirse; Rusya’nın Finlandiya ile kara sınırının yanı sıra İsveç’le de deniz sınırı var. Putin’in taktikleri beklenen sonucu verirse, Rusya, NATO ile 1340 kilometrelik ek bir sınıra sahip olacak.

 

Konuşmasında “Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine başvurmaları tarihi bir karardır…” diyen Stoltenberg kritik bir noktayı teşhis ediyor; “Üyelikleri, NATO ile Avrupa Birliği arasındaki yakın bağları güçlendirecektir. Avrupa güvenliği ve transatlantik güvenliği derinden iç içe geçmiş durumda. 600 milyona yakın Avrupalı, NATO bölgesinde yaşıyor ve AB nüfusunun yüzde 93’ü NATO tarafından korunuyor (…)”

 

Bize dönersek yine; kulüp üyeliklerini değerlendirme sorunu yaşadığımız ortada. Durumdan vazife çıkarmaya çalışırken iletişim kodlarının değiştiğini teşhis etmek gerekir. Askeri yöntemlerle bir yere kadar gidebildiğini idrak eden Batı, türlü iletişim taktiğiyle görülmemiş hızda ve etkinlikte özel sektör seferberliği yarattı. Ve neredeyse ilk kez sosyal vizyon askeri misyonu yuttu. Sürdürülebilirlik rüzgarı güzel bir ses, nefes ve renk kattı. Rusya’nın Ukrayna işgali başladığı günü milat sayın, birkaç hafta içinde yaklaşık 300 şirket Moskova’yla iş yapmama kararı aldı. Böyle bir dalga daha önce hiç yaşanmadı.

 

Rusya, kısa vadeli hedeflerle tek kişiden oluşan Oligarkların etrafında kurduğu zenginlik modeliyle, Batı’nın baş ağrısı pahasına yarattığı çoklu paydaş modeli karşısında çöktü. Batı’ya bu anlamda övgüler düzecek değilim, kapitalist düzenin türlü sömürüsüyle dünyanın sonunu getirdiğimizi hepimiz yaşayarak görüyoruz(!)

 

Mesele şu; bir taraf özel saraylar inşa ederken, teknelerinin boyutlarını büyütürken, bireysel zenginlikleri derinleştirip nepotizmin kitabını yazarken, halkı korkuyla sindirirken… diğer taraf, kâr ve sosyal amaç arasındaki ilişkinin tarifini yapmaya çalışıyor. Oyunun kuralları değişiyor.

 

Şirketler daha uzun yıllar var olmaya odaklanıyor. Gezegen yanıp tutuşurken başarılı olamayacaklarını, toplumlar bölünüp, siyasi düzen bozuldukça başarıyı elde edemeyeceklerine kanaat getiriyorlar. Siyasi liderlerin çoğu hızla dibi görürken CEO’ların güven endeksinde pandemi sınavını 3-5 puan da olsa pozitif algıyla kapaması bundan.

 

Mevsim, suskunluktan “eylem-konuşma tutarlılığı”na döndü. İletişim teknolojileri sayesinde balık hafızasına güvenmek de yersiz…

 

Bundan sonra ne var derseniz, bence kendisini soktuğu çıkmazdan çıkaracak yol arayanlara yardım etmek konusunda iletişimin meziyet ya da hezimetine tanık olacağımız günlere giriyoruz. Analistlere göre Putin’in masaya oturmamaktaki ısrarı, zayıf lider fotoğrafı vermek istememesinden. Tarih kendisini Stalin ya da Hitler kategorisine çoktan sokmuş görünse de belli ki, öylece çekip gidemeyecek. Geçen her gün, sahada ölenler ve yakınları için, dünyanın tahıl ambarı çöktüğü için açlıktan kıvrananlar, siyasette mahsur kalan Ruslar ve belirsizlikten beslenen ülkelerde yaşayan halklar için dozu artan cehennem. Durumdan vazife yerine ders çıkarmalıyız. “Ne yaşadık biz şimdi?”

 

 

 

 

Paylaş