Biraz yukarı biraz aşağı, biraz sağa biraz sola

İnsanlar da kurumlar da zenginliklerini farklı kriterlerin bir araya gelmesiyle ölçer. Düşünsel boyutunu dikkate almazsak, zenginliğin en somut ölçüsü tabii ki maddi varlık. Zenginlik iş dünyasında değişik kriterlerle ölçülür oldu. İnsan kaynakları açısından en anlamlı ölçüm kriteri, insanın kendisi. Yakın zamana kadar kelle sayıp çalıştırdığı adam sayısıyla övünenler, artık kafaların içine bakıyor, zenginliği nitelikle ölçüyor. Kafa karıştıran kriterlerden biri de güven. Güven kimilerine göre hiçbir şey, kimilerine göre her şey. İş dünyasında güven duygusu yaratan şirketlere itibarlı, itibarlı şirketlere zengin gözüyle bakılıyor.

Güven bir kez kırılınca tamir edilmesi zor oluyor. Bazen devletleri şirkete benzetmek, olup biteni anlamakta yardımcı olabilir. Çalışanlar ve yönetenler, mavi ve beyaz yaka diye ayrımlar yapmak zor değil. Genel müdür, müdür yardımcıları, CEO…

Geçtiğimiz günlerde Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK), çalışmalarında temel aldığı rakamlarda sorgulanmaya müsait değişiklikler yapması üzerine kuruma karşı gelişen güvensizliği aşmak, Merkez Bankası Başkanı’na düştü. Başkan “Biz itibarımızla varız. Aynı hususun TÜİK için de geçerli olduğunu düşünüyorum” diyerek manipülasyon olmadığını ifade etmeye çalıştı. Kim inandı bilemem…

Eğri oturup doğru konuşmak gerekir, Türkiye’de hangi istatistiğe gözü kapalı inanıyorsunuz? Dikkat edin, devletin “resmi” rakamlarının yanına, “gerçekleşen” rakamları koymak adet haline geldi. Örneğin, TÜİK’in işsizlik rakamı ile sokaktaki işsizlik rakamı nedense birbirini tutmuyor… Enflasyon farklı mı? Bu yıl başında enflasyon rakamının iki haneden tek haneye terfi etmesi kimseyi sevindirmedi. Çalışana iki haneli zam yapıldı. Ürün ve hizmetlere yansıyan yıllık zamlar tek haneye inmedi. Herkes devletin hazine bonosuna işlettiği faiz oranını kendisine baz aldı, o yapıyorsa ben de yaparım dedi, iki haneli zam yaptı.

“Kime inanacağız?” diye sormaya başladığınız zaman, bırakın zenginliği, sizden daha fakiri yok, meğer itibar gitmiş haberimiz yok! Bugüne, “bir kereden bir şey olmaz” diyenlerle ve diyerek geldik. Biraz sağa biraz sola, biraz yukarı biraz aşağı…

Her şirketin kurum değerlerini içeren bir belgesi olur. İdeali budur. Anayasa gibi… Burada vizyon/misyon, kurallar, strateji haritası yer alır. Başarılı şirketler bu belgeye sahip olanlar değil, yazılanları hayata geçirebilenlerdir. Bunun yolu çalışanları bilgilendirmek ve inandırmaktır. Ülkelerin en temel belgeleri ise anayasalarıdır. Burada yazanlar hepimizin davranış kodlarını ve uyulması gereken kuralları belirler. Anayasa tek, net, yorumsuzdur. Fakat o da ne, bizim anayasa maddeleriyle ilgili yapılan yorumlar, TÜİK’in verilerine benziyor.

Bir kereden bir şey olmaz diyerek anayasayı delmekle ömür geçirenler, yeni nesilleri de bu doğrultuda yetiştirdiler. Bugün televizyonda konuşuyor da konuşuyorlar… Anayasa maddelerinin ne dediğini okumak yerine, ne demediğini ve boşlukları arayıp bulmak esas oldu.

Her şirketin net bir stratejisi olmak zorunda. En iyi olmayı istemek bir strateji değil, hedeftir. Strateji takım oyunudur, tek başına oynanmaz. Strateji kurgulamak yetmez, uygulamak gerekir. Her 10 şirketten 9’u strateji uygulamasında başarısız oluyormuş. Devletlerin böyle başarısızlıkları kaldırma lüksü var mı acaba?…

İstatistikler dünü, biteni gösteriyor. Onlarla övünmek yanlış olmasa da boş. İçinde bulunduğumuz gün, bugün. Bugün anlamlı olan en önemli şey paydaşlarınızla ve onlar için yarattığınız değer. Türkiye yalnızca siyaset ve demokrasi sınavından geçmiyor. Türkiye bir yönetim sınavından geçiyor. “Paydaşlar için yönetim” anlayışını benimsemediği sürece anayasayı kapan konuşacak. Korkarım anayasaya güven kalmadığı an, ortada yönetecek paydaş da bulunmayacak.

Paylaş