Bir Dil Bir İnsan

Dünya üzerinde 4 bin adet yaşayan dil var. Bunlardan biri de Türkçe. Bu, yeryüzünde 4 bin değişik kültür olduğunu gösteriyor.

Dil bir iletişim aracı mıdır?

Dil bir fonetik ve kültür harikası mıdır?

Dil doğal mıdır, organik midir yoksa duygusal bir oluşum mudur?

“”Anadilde öğrenim davaları düşüyor. Avrupa Birliği uyum yasalarının ardından, anadil öğrenimi için verilen dilekçeler nedeniyle açılan davalar düşmeye başladı.””

Haberin girişi böyle.

İlk paragrafla devam ediyoruz:

“”Üniversitelerde başlayan, anadil öğrenimi seçmeli ders olsun istemli dilekçeler nedeniyle, onlarca öğrenci hakkında dava açılmıştı. Ankara DGM Savcısı, verilen dilekçelerin ülkeyi bölmeyi amaçlamadığı görüşünü savundu. Avrupa Birliği uyum yasaları ve ardından çıkan anadil öğrenimi genelgeleri nedeniyle bu öğrenciler de bir bir beraat etmeye başladı…””

Dil üzerine yaşadıklarımızdan biri. Son dönemin popüler konularından biri.
Daha önce pek çoğumuzun dikkat etmediği, pek çoğumuzun bu uğurda inanılmaz ve onarılmaz acılar çektiği bir durum.

Artık hiç bir şey olmamış gibi yaşamaya devam edebiliriz.
Anadil konusu yakın zamana kadar farklı duygu ve düşünceleri temsil ederken bundan sonra daha farklı bir yaklaşıma kaynak olacak.

Benim bugün üzerinde durmak istediğim nokta ise işin siyasal boyutu değil. Dilin bir iletişim aracı olarak temsil ettikleri.

Yabancı Dil

Gazeteciliğe başladığım günlerde meslektaşlarımla aramdaki en önemli fark benim dil bilgimdi.

Yabancı dil bilmek çok önemliydi. O zaman dil bilgisinin, gerek ifade yeteneği ve gramer, gerekse yabancı dil yönüyle üzerinde taşıdığı önemi pek de fark etmemiş olduğumu bugün daha iyi anlıyorum. Aslına bakarsanız hem dil bilgim, hem farklı dilleri konuşuyor olmam da iyiymiş.

Neyse ben farkında olmasam da yabancı dile hakim olmam başkalarının işine yarıyordu ve ben çok hızla önemli adımlar kat ettim. Mesleki başarılar elde ettim. En önemli nedeni dil bilgimdi.

Ne demişler bir dil bir insan.

Tarihten söz etmiyorum. Bir süre öncesinden… O dönemde, görevi iletişim kurmak olan, haber almak haber vermek olan pek çok kişi Türkçe’den başka dil konuşmaz ve yazmazdı.
İngilizce bugünkü gibi evimizin dili, ailemizin iletişim aracı değildi.

Dil, avantaj sağlıyordu bir gazeteci olarak bana, başkalarının düşüncelerini öğrenmek, anlamak ve aktarmakta. Bunun müthiş bir özgürlük olduğunu da o zamanlar kavradığımı hiç sanmıyorum. Hiçbir şeyle ölçülemeyecek bir servet olduğunu da.

Yıllar geçti, ben ve benim gibilerin dil bilme avantajları kağıt üzerinde sona erdi. Neden derseniz, birçok insan ikinci dili hatta üçüncü bir dili konuşmaya ve yazmaya başladı. Ülkede yabancı dil bilenlerin oranı arttı.

O zamanlar farkında olmadığım bir şey daha varmış.

Yıllar sonra anladım. Biliyorsunuz bazı şeyler tecrübeyle geliyor. Bir yabancı dili bilmek, söyleneni anlamadıktan, anlam kazandırmadıktan ve anlamlı bir şekilde aktaramadıktan sonra hiçbir işe yaramıyor.

Gördüm ki insanlar kendi dillerinin dışında başka dilleri de konuşuyor ama bir türlü iletişim kuramıyor.

Şimdi sizin aynı dili konuşan insanlar arasındaki iletişim zorluklarını düşünüp, benim bir fantezi üzerine yazı yazdığımı düşünüyor olabilirsiniz.

Dört Bin Dil

Dünya üzerinde 4 bin adet yaşayan dil var. Bunlardan biri de Türkçe. Bu, yeryüzünde 4 bin değişik kültür olduğunu gösteriyor.

Dil bir iletişim aracı mıdır?
Dil bir fonetik ve kültür harikası mıdır?
Dil doğal mıdır, organik midir yoksa duygusal bir oluşum mudur?

Bazı dil bilimcilere göre iletişim kurmak dilin ikinci fonksiyonu. Bu görüşü savunanlar dünya üzerindeki her canlının, hayvanlar ve bitkiler de dahil olmak üzere iletişim kurabildiğine dikkat çekiyor. Dil bir fonetik yapısı; evrim teorisinin bir parçası ve doğanın bir harikası. Çünkü iletişim kurmak için şu anda bize melodik gibi gelen bir ses çıkartmak yerine başka ortamları da çok rahat kullanabilirdik.
Aslına bakarsanız kullanıyoruz. Ama ya kullandığımızı bilmiyoruz, ya yeterince kullanamıyor, ya da yanlış kullanıyoruz.

Dünya bir iletişim devrimi yaşıyor. Ama bu devrimin diğer devrimlerden bir farkı var dilde her gün bir devrim yaşanıyor.

Ve doğruyu isterseniz bu beni müthiş etkiliyor.

Biraz önce bitki ve hayvanların iletişiminden söz ettim. Bazılarınızın burun kıvırdığını biliyorum. Doğrudur bitki ve hayvan türü canlıların iletişim kurma yöntemleri bizimki kadar sofistike değil.
Ama bana söyler misiniz, kaç insanımsı canlının iletişim kurmak için kullandığı yöntemler ile kurduğu iletişimin içeriği, bitki ve hayvanlardan daha sofistike.

İşte ben burada biraz durup düşünmek isterdim doğrusu.

Yalan Makinesi

1966 yılında New York polis teşkilatında görevli memur Cleve Backster çiçeklerin konuşabildiğini kanıtladı. Backster suçlularda yalan tespiti ve yalan testleri üzerine çalışıyordu ve bu konuda uzmanlaşmıştı. Bir gün canı çok sıkılmış olmalı ki yalan makinasına masasının yanı başında duran çiçeği bağladı.

Komiklik olsun diye herhalde.

Çiçeğin tepki verdiğini fark ettiğinde, literatüre bitkilerin dili olduğunu bulan adam olarak geçeceğini bilmiyordu.

Hayat tesadüflerle dolu.

Daha sonra daha anlamlı ve bilimsel araştırmalar yapıldı. Gerçekten de bitkilerin stres karşısında tepki verdikleri görüldü.

Hayvanlar dünyasının sözel iletişimde en başarılı elemanı maymunlar. Uzun süreli ve yoğun çalışmalar sonunda konuşabildikleri hatta 100 kelimelik bir hafızaya sahip olup, bu kelimelerle cümle kurdukları tespit edilmiş.

Ama bir şey daha var; onlar dillerini yalnızca eğitmenlerinden kendilerine yiyecek vermelerini istediklerinde kullanıyorlar.

Eminim bazılarınız evinizdeki çiceklerinizle, bazılarınız da beslediğiniz hayvanlarınızla konuşuyorsunuz. Size yanıt verdiklerini düşünüyorsunuz. Çiçeklerinizin onlarla konuştukça gelişip serpildiğini görüyorsunuz, köpeğinizin siz üzüldüğünüzde üzüldüğünü, sevindiğinizde sevinçli olduğunu gözlüyorsunuz.

Doğru. Böyle oluyor.

Hep Konuşuyoruz, Ne Diyoruz

Biz insanlar sürekli konuşuyoruz. Her an her yerde. İki kişi biraraya geldiğimizde konuşuyoruz. Hiç kimseyi bulamazsak kendi kendimize konuşuyoruz.
Biz konuşurken her türlü eylemi yapıyoruz. Güldürüyoruz, üzüyoruz, kandırıyoruz, yalvarıyoruz, ikna ediyoruz, bilgi veriyoruz…

İletişim çok geniş bir terim. Birden fazla aktiviteyi temsil ediyor. Biz bunun yalnızca dille sağlanabildiğini sanıyoruz.

Nasıl bir ilkellik değil mi?

Siz neler hissediyorsunuz bilmiyorum ancak ben bırakın diğer yöntemleri dili bile yeterince kullanamıyor olmamıza çok içerliyorum. Yabancı dilden de söz etmiyorum. Kaçımız kendi dilimizin hakkını veriyoruz. Ondan melodik, şiirsel, bilgi yüklü, anlamlı, unutulmaz eserler yaratıyoruz?
Dil bilgimiz daha çok olayları rakamsal boyutlarıyla ya da somuta indirgediğimizde algılayabildiğimizi gösteriyor.

Örneğin yeryüzünde 4 bin adet dil olması demek, bunların yakın gelecekte aynı sayıda devam edecekleri anlamına gelmiyor. 4 bin adet dilin önümüzdeki yıllarda birer ikişer tarihe karışacağı tahmin ediliyor. Yeryüzünde 4 bin değişik dilin kullanılıyor olması bizim iyi birer iletişimci olduğumuzu da göstermiyor. Üstelik, iletişim kurmakta inanılmaz başarısız olduğumuzu hepimiz biliyoruz.

Kelime ve İçindeki Düşünce

Oysa değişik diller değişik düşüncelerin de üretilmesi için önemli bir ortam. İngiliz filozof Francis Bacon’a göre her kelime bir düşünceyi temsil ediyor.

Her gün yaşadıklarımız, sanki bu durumu doğrulamıyor değil mi. Gazete sayfaları, televizyon haber bültenleri ve seçim arifesindeki Türkiye… Verilen vaadler için kullanılan kelimelerin ardında yatan düşünce nedir sizce? O kelimenin ifade ettiği mi yoksa kazanma tutkusu mu?

Bence şüphe yok, ikincisi.

Ruhumuz Hapis mi?

Dil iletişim araçlarından yalnızca biri.

Vücut dili bir diğeri.

Plato vücudumuzun bir hapishane olduğunu, ruhumuzun da bu hapishanedeki mahkum olduğunu söylemiş.

Sizce de doğru mu?

Vücudumuzun dili yok mu? Duygularımızı, yani, sevinçlerimizi, sevgimizi, acımızı vücudumuzla anlatamıyor muyuz?

Elele tutuştuğumuzda, olduğumuz yerde hırstan zıp zıp zıpladığımızda, birini okşadığımızda vücudumuz konuşuyor gibi geliyor bana.

Yorgunluktan çöken omuzlar, yılları anlatan kambur sırtlar… anlatmıyor mu bir şeyler?
Kahkaha atarken kafayı geriye doğru fırlatmak, elleri sağa sola, yukarı aşağı oynatmak…
Yeryüzünde kaç adet vücut dili olduğunu hesap etmek mümkün değil çünkü vücut dilini kullanan herkes kadar çok.

Vücudumuz bir anlamda görsel iletişim şöleni sergiliyor.

Gelmek istediğim nokta; görsel iletişim. Bir resmin iletişimi, bir sembolün iletişimi… Düşünmediğimiz noktalar değil mi? İletişim bir bilim. Artık daha farklı bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Tarih boyunca pek de benim ifade ettiğim şekliyle algılanmadığına şahit oluyoruz tabii.

Michelangelo mu, Coca Cola mı?

Plato, Republic adlı eserinde kahramanların mutlaka müzik eğitimi alması gerektiğine değiniyor. Çünkü bu eğitimin matematik bir kafaya sahip olmak için gerekli olduğunu söylüyor. Buna karşılık görsel konulara dalmalarını tavsiye etmediğini belirtip, kahramanların kafalarını hayal ürünleriyle yormamaları gerektiğini yazıyor.

Oysa görsel her türlü obje bugün iletişimin önemli bir parçası. Michelangelo’nun Yaradılış tablosu da Coca Cola’nın logosu da. Birisi insanoğlunun tanrıyla ilişkisini anlatıyor; diğeri “”gel beni iç”” diyor. Hangisi sizce iletişim açısından daha kuvvetli ya da zayıf. Karar vermek mümkün mü?

Her resmin bir hikayesi var. Her resmin anlattığı, yansıttığı mesajlar var.

Hayatımızda o kadar çok resim var ki, hiçbirimizin bunların tam anlamıyla farkında olduğunu sanmıyorum. Her şeyden önce inanılmaz sayıda sembollerle çevrilmiş vaziyetteyiz. Renkler deseniz yine öyle.
Bugün sizden bir ricam var, nasıl olsa zamanınızın önemli bir bölümü trafikte geçiyor. Yapacak şey de az. Etrafınıza biraz daha alıcı gözüyle bakıp, size almanız için atılan sinyalleri, etrafınızdaki sembolleri, çıkan gürültüleri, gördüğünüz resimleri içinize çekmenizi istiyorum.

Trafikteki Adam

Bizim trafik ışıklarımızda ne yazık ki insan silüeti yok. Yakın zamana kadar bunun farkında bile değildim. Kırmızı yanar dururum, yeşil yanar geçerim. Dil üzerine okuduğum bir makale bana diğer ülkelerde trafik ışıklarının zengin bir iletişim gücü olduğunu hatırlattı.

Dünyanın pek çok ülkesinde kırmızı ve yeşil renkler aynı zamanda üzerindeki insan silüetiyle trafiği yönlendiriyor.

Örneğin Norveç’te yeşil ışıkta karşıya geçebilirsin sinyali veren silüet, yapılı ve asker gibi dimdik. Rusya’da sanki biraz çocuksu… Çek Cumhuriyeti’ndeki bana biraz hantal geldi. Polonya’daki uzaylı gibi duruyor.

Fransa’daki ise havasından mı suyundan mı bilinmez, ne kadar mekanik olursa olsun estetik içinde yüzüyor. Nedense Fransız kırmızısı da yeşili de tek değil. İki silüet yanyana. İletişimin de böylesi.

Kırmızı ışıktaki silüet Almanya’da hazır ol vaziyetinde. Her halde şaşırmadınız.

Çek Cumhuriyeti’nde biraz yana kaykılmış duruyor, anlaşılan “”rahat”” diyor. Hollanda’daki duruyor, ama o ne duruş öyle. “”Bir çarparım bir de yer çarpar”” der gibi… Azametli.

St. Petersburg’daki kırmızı trafik lambaları elini beline koymuş hesap sorar gibi.

Belki de anlamsız buluyorsunuz her şeyin altında iletişim kurulacak bir mesaj bulma çabamı. Kültürler o kadar zengin ve hayat o kadar karmaşık ki. Kuramadığımız her iletişim kaçırılmış dakikalar, aylar, yıllar… Yanlış anlaşılmalar.

Dil bilgisiyle doğuyoruz. Bütün çocuklar ıgıl dugul bir şeyler söylüyor ve hayatlarının ilk günlerinde hep aynı tarzda ses çıkarıyor.

Her geçen gün birbirlerinden uzaklaşıp, farklılaşıyorlar. Sonra bir gün asla iletişim kuramadıklarını görüyorsunuz.

Israrla söylüyorum, iletişimin tek aracı dil değil. O kadar çok değişik yöntem ve kullanılabilecek alet edevat var ki.

Bir deneyin, göreceksiniz çok zevkli.
Dil küreselleşmenin ilk adımı.
İletişim kurmaktan korkmayın. Herkesi iletişim kurmaya teşvik edin.

 

 

Paylaş