Bir Adım İleri İki Adım Geri

Hem çok yakın, hem çok uzak…

Bir adım ileri, iki adım geri…
Tünelin ucundaki ışık hep yeni bir kriz kadar uzakta…
İşte size Türkiye
Ekleyeceğiniz bir şey var mı?

“ …Türkiye 1990’ların başından bu yana, cesaret verici büyüme atılımları ile güven sarsıcı daralmaların gölgesinde görünmez hale gelmiş bir ülke. Uluslararası kuruluşların ülkeye yardım etmek için aktardıkları enerji ve kaynaklar bir borç tuzağı tarafından yutulmuş bir ülke… Yatırım düzenlemeleri açısından dünyanın en yatırımcı dostu ülkelerinden biri olmasına rağmen, doğrudan yabancı sermaye yatırımları sıralamasında 90’ncı sıranın etrafında dolanan bir ülke… Potansiyel bakımından, gelişmekte olan ülkeler arasında sürekli ilk 10 arasında yer aldığı halde, 1990-2000 arasında kişi başına düşen gayri safi yurtiçi hasılasını (GSYİH) yılda ortalama yüzde 2’nin altında büyütebilmiş bir ülke… Son on yılda lise ve yüksekokullardan mezun olanların yüzde 40’ından fazlası kadın olduğu halde, kadınların işgücüne katılım oranı karşılaştırılabilir ülkelerin neredeyse tamamının gerisinde kaldığı bir ülke…”
Okuduğunuz paragraf McKinsey and Company tarafından “Türkiye; Verimlilik ve Büyüme Atılımının Gerçekleştirilmesi” başlıklı raporunun “Eylem Çağrısı” adlı giriş bölümünden alındı.

Verimlilik Düşük

“Türkiye; Verimlilik ve Büyüme Atılımının Gerçekleştirilmesi” başlıklı çalışmadan çıkan belki de en önemli sonuç şu; Türkiye ekonomisi verimsiz! Çalışmada Türk ekonomisine farklı bir perspektifle bakılıyor. Sektörler inceleniyor ve hepimizin bildiği ekonomik sorunlarımızın temelinde yatan problemlerden birinin hayata katma değer üretmemek olduğunu vurguluyor.

İşin özü şu, bir kısmımız ciddi çalışıyor, başarılı oluyor ancak onun kadar çalışmayan, çalışmaya da niyeti olmayanların performansı yüzünden ayaklarından aşağı çekiliyor. Bir kısmımız çalışmak için teşebbüs dahi etmiyor. Sanıyorum ki, çalışmaktan hoşlanmıyor. Önemli bir kısmımız çalışıyor gibi yapıyor ama aslında ya çalışmıyor ya da yeterince çalışmıyor. Sonuç olarak rakamlara baktığınızda, diğer ülkelere kıyasla daha az insan çalışma hayatında aktif, bu çalışanların çoğu da diğer ülke çalışanlarına göre verimli çalışmıyor. Sonuç olarak Türk ekonomisi cepten yiyor. Bunu yıllardır yapıyor.

Türkiye ekonomisinin verimliliği, ABD ekonomisinin bugünkü verimliliğinin yüzde 40’ı seviyesinde. Türkiye ekonomisinin verimliliği, kendi potansiyelinin yarısının biraz üzerinde.

Bu çok önemli bulgu bir başka gerçeği gözler önüne seriyor. Türkiye’de ikili bir yapı söz konusu: Modern ve geleneksel kesim.

Çalışma sırasında incelenen sektörlerde işgücünün yaklaşık yarısını istihdam eden ve verimlilik seviyesi ABD’deki verimlilik seviyesinin yüzde 62’sine ulaşan bir modern kesim söz konusu.

Aynı çalışma sırasında incelenen sektörlerde ortaya çıkan bir başka gerçek de, iş gücünün diğer yarısını istihdam eden ve ABD’deki seviyenin dörtte birinden düşük verimlilik seviyelerinde çalışan geleneksel kesimin varlığı.

Sermaye yoğun sektörlerin dışındaki tüm sektörlerde, modern operasyon ve pazarlama tekniklerinin çok az tanındığı bir geleneksel kesim bu. Bu geleneksel oyuncular, gıda perakendeciliğinde bakkallar ve açık pazarlar, süt ürünlerinde mandıralar, demir çelikte ise haddehaneler olarak karşımıza çıkıyor.

Geleneksel kesimin işgücü verimliliği kıstas alınan ülkelerin verimlilik düzeylerinin yalnızca yüzde 20’si kadar. Buna karşılık, bu kesim çoğu örnekte, sektördeki işgücünün yarısından fazlasını istihdam ediyor.

Modern kesim, girdi birim başına geleneksel kesimden neredeyse iki buçuk kat daha fazla katma değer yaratıyor. Yaşanan bu dengesizlik yüzünden Türkiye’deki toplam verimlilik ABD’deki seviyelerin yarısının altında kalıyor.

Geleneksel kesimin son derece düşük olan verimliliği ve aynı zamanda toplam çıktı içerisindeki yüksek payı, modern kesimin elde ettiği sonuçları bastırıp Türkiye’nin toplam performansını hayal kırıklığı yaratacak seviyelere çekiyor.

Peki neden?

Bu çelişki, büyük ölçüde, geleneksel kesimin kayıt dışı faaliyet göstererek, yani kayıt altına girmesi halinde önemli maliyetler getirecek olan kanuni yükümlülüklerini yerine getirmeyerek, adil olmayan önemli avantajlar elde etmesinden kaynaklanıyor.

Çalışmada, verimli oldukları, kendilerinden büyük, modern rakipleriyle aynı kurallara uydukları sürece, gelişmiş bir ekonomide küçük işletmelerin çok önemli rolü olduğuna dikkat çekiliyor. Örneğin, ABD ekonomisinde küçük ve orta boy işletmelerin (KOBİ) ekonomideki payının yüksek olduğunu görüyoruz.

Buna karşın Türkiye’de KOBİ’lerin çoğunun kayıt dışı ekonomi içinde faaliyet gösterdikleri saptanıyor. Bu saptamanın tercümesi şu; katma değer vergisi ya da gelir vergisi ödemeyen, sosyal güvenlik yükümlülüklerini yerine getirmeyen, ürün sağlık ve güvenlik standartlarına uymayan bir kesimle karşı karşıyayız.

Araştırmaya göre bu kesim, kayıt dışı ekonomide faaliyet göstererek ayakta kalabiliyor. Ancak madalyonun diğer yanında bu kesimin, yükümlülüklerini yerine getirmeme özgürlüğü yüzünden, gelişmiş ekonomilerde görülen mekanizmalarla modernleşmeye yöneltecek teşviklerden yararlanamadığına dikkat çekiliyor. Geleneksel kesimin sorunları olduğu kadar modern kesimin de verimliliği artırmakta yaşadığı sorunlar var.

Modern kesimde verimin düşük olmasının nedeni makroekonomik ve siyasi istikrarsızlığın, yüksek reel faiz oranlarına ve ekonomik dalgalanmalara yansıması… Türkiye’deki toplam verimlilik eksikliğinin en az yüzde 50’si bu etkenden kaynaklanıyor.

Yüksek faiz oranları, özellikle nakit akışı yüksek iş alanlarında, yöneticilerin operasyonel verimlilik artışından çok nakit değerlendirme yöntemiyle kar etmeye odaklanmalarına neden oluyor.

Ne yapılması gerekiyor?

Her şeyden önce, siyasi karar vericilerin modern ve geleneksel kesimlerin iç dinamiklerini ve aralarındaki ilişkileri anlamaları, Türkiye’deki verimlilik artışını azamiye çıkarmak için adım atmaları gerekiyor.

Çalışmada, siyasi merciler tarafından, 24-36 ay içinde bu doğrultuda atılması gereken ve “bakanlar kurulu” düzeyinde üç adımdan söz ediliyor:
Birincisi, siyasi karar mercileri, kanuni yükümlülüklerin yerine getirilmesini sağlayarak kayıt dışı faaliyetleri önemli ölçüde azaltacak olan hem caydırıcı hem de ödüllendirici mekanizmalar geliştirmek zorunda.

İkincisi, hükümet tekelci piyasaların, verimliliğin en üst düzeye çıkması için gerekli zemini yaratacak olan açık ve net bir düzenleme ve kanun çerçevesi içinde serbestleşmesini güvence altına almak zorunda.
Üçüncüsü, hükümet makroekonomik ve siyasi  istikrarı sağlamak zorunda. Çünkü, istikrar, verimlilik artışı üzerinde olumlu ve doğrudan bir etkiye sahip.

Araştırma ne yazık ki ortaya içimizi güldüren ve ferahlatan sonuçlar bulgular çıkarmamış. İçinde bulunduğumuz durumun parlak olduğunu iddia etmek mümkün değil. Ancak çalışmanın bütününde özellikle beğendiğim bir yaklaşım söz konusu. Veriler ve gerçekler ortaya konduktan sonra, çözüm yollarına ilişkin ipuçlarının paylaşılması ve atılması gerekli görülen adımların birer birer gerçekleştirilmesi halinde ortaya çıkacak sonuçlar da kapsama alınmış.

6 milyon iş

Çalışma, toplam faktör verimliliğindeki ve girdi seviyelerindeki potansiyel artış göz önüne alındığında, 2005-2015 yılları arasında üretimde yılda yüzde 8 buçuk büyüme sağlanabileceğine ve bu sayede 6 milyon kişiye yeni iş temin edilebileceğine işaret ediyor.

Bu gelişme hızı Türkiye’nin bugün AB (AB) ortalamasının yüzde 30’u seviyesinde olan kişi başına düşen GSYİH’sini 2015 yılında AB’ne girecek olan 10 ülkenin ortalamasının üzerine çıkarmasını sağlayacak.

Gözlemler, verimlilik artışı ile üretim artışı arasındaki ilişkinin ötesinde, verimlilik artışı ile istihdam arasında da kuvvetli bir bağlantı bulunduğunu gösterip, işsizlik artışıyla ilgili endişelerin yersiz olduğuna işaret ediyor.

Yalnızca Türkiye’de değil, dönemsel inceleme altına alınan diğer ülkelerde de verimliliğin arttığı yıllarda istihdamın da ona paralel olarak arttığı gözleniyor.

Çalışmada son derece çarpıcı olduğuna inandığım bir nokta da şu; 1980 ile 1990 yılları arasındaki 10 yıllık dilim ele alınmış Türkiye, İspanya, Kore ve İrlanda incelenmiş. Bu ülkelerin hepsinde istihdam edilen kişi sayısı elde edilen verimliliğin altında kalmış.

Tabloları bozan bir tek ülke var: Türkiye. Bizim ülkemizde istihdam edilen insan sayısı çok yüksek, ancak bu insanlardan elde edilen verimlilik hem diğer ülkelerin altında hem de istihdam edilen insan sayısının altında.

Toplam işgücüne katılım oranı son 40 yılda sürekli azalmış ve bu azalış kadın nüfusta çok daha çarpıcı bir seyir izlemiş. Ülke genelindeki işgücüne katılım oranının bu kadar düşük olmasının ana nedeni kadın nüfusundaki katılımın düşüklüğü. Son on yıldaki azalmanın üç önemli nedeni var; birincisi, kırsal kesimlerden, kadın nüfusun işgücüne katılım oranlarının nispeten düşük olduğu kentlere göç; ikincisi, orta öğrenim kuruluşlarına ve üniversitelere kayıtların artması ve üçüncüsü,1992 ile 1999 yılları arasında yeniden tanınan erken emeklilik imkanı.

Yüzde 8.5 büyüme

Çalışmada, Türkiye’de kişi başına düşen GSYİH’nin 2015 yılı itibariyle iki katına çıkarılabileceği görüşüne yer veriliyor.

Bu, kişi başına düşen GSYİH’nin 2002-2004 yılları arasında ki, bu dönem reformların başlatılması için gereken süre olarak tanımlanıyor, yılda ortalama yüzde 5.0, sonraki 10 yıl boyunca da yani 2005-2015 arasında yüzde 8,5’lik bir hızla büyümesi mümkün olabilecek.

On yıllık bir süre içinde yüzde 8,5’lik bir büyüme oranını tutturabilmek zor bir hedef gibi görünse de Türkiye’nin ekonomik gelişme düzeyi ve Kore ve Şili gibi ülkelerin yakaladığı büyüme hızları göz önüne alındığında, sıra dışı bir performans olarak değerlendirilmiyor.

Verimlilik artışı hedefine ulaşılması için gerekli olan işgücü girdileri sermaye girdilerinden daha da pozitif bir görüntü sergiliyor.

Birincisi, Türkiye’deki işgücü pazarının esnek olduğu ve istihdamın işgücü arz yokluğu nedeniyle kısıtlanmadığı gözleniyor.

Türkiye’de işgücünün ekonomiye katılımı oldukça düşük, bu durum özellikle de  kadınların iş bulma imkanları olsa da işgücü piyasasından çıkmayı tercih etmelerinden kaynaklanıyor.

Az gelişmiş ülkelerde kadınların tarımda çalışması nedeniyle kadın nüfusun işgücüne katılım oranı yüksek seviyelerde seyrediyor. Bu oran gelişmekte olan ülkelerde görece düşük. Gelişmiş ülkelerin deneyimleri incelendiğinde, ülkelerin refah düzeylerinin yükselmesiyle beraber kadın nüfusun işgücüne katılım oranı da artıyor.

Hizmet sektörü büyüyecek

Yapılan analizler istihdamın ağırlıklı olarak hizmet sektörleri kanalıyla artacağına ve imalat sanayiinde de bir istihdam artışı yaşanacağına işaret ediyor. Bu sonuç, Türkiye’nin kadınları işgücüne çekerek toplam işgücü girdisini artırması gerektiği saptamasıyla tutarlılık gösteriyor.

Türkiye özellikle hizmet sektöründe kadınların katılımını sağlamak konusunda geride kalıyor. Kore’de yaşanan deneyimler de hizmet sektörlerinde yaratılan iş imkanları ancak belli bir noktaya ulaştıktan sonra kadınların işgücüne katılımının ivme kazandığını gösteriyor.

Türkiye’de 16,7 milyon kadın çalışma yaşında ancak işgücüne katılmıyor. Kadın nüfusun yüzde 8’i hasta yaşlı ya da özürlü; yüzde 7’si öğrenci; yüzde 4’ü aile ve kişisel nedenlerden dolayı çalışmıyor; yüzde 3 emekli; yüzde 1 iş aramıyor ancak çalışmaya başlamaya hazır; yüzde 72 ise ev kadını.

Yapılan projeksiyonlarda Türkiye’de artan eğitimle birlikte kadınların işgücüne katılımının 2015 yılında somut bir şekilde artması bekleniyor.

Diğer önlemler
Rapor, Türkiye AB ilişkilerine de ışık tutuyor. Bu başlık altındaki gözlemler şöyle özetlenebilir;
Türkiye bugünkü haliyle AB için sindirilmesi zor bir lokma. AB’ye 2004 yılında katılacak 10 ülkenin, AB’nin kişi başına düşen ortalama GSYİH’si üzerindeki toplam etkisi, Türkiye’nin tek başına yaratacağı etkiden sadece biraz daha fazla.

Türkiye’nin istihdamının yüzde 35’i tarımda. Bu rakam AB için yüzde 4.5. Yeni katılacak ülkeler için de yüzde 14 seviyesinde. Türkiye’de tarım işçisi başına yaratılan katma değer Avrupa’dakinin dörtte birinden daha az. Buna karşın Türkiye’deki tarım işçisi sayısı AB’deki toplam tarım işçisi sayasından fazla.

Rapor, verimliliği artırmak üzere ağırlıklı olarak istihdam çerçevesinde önlemler getiriyor. Verimliliğin önündeki engelleri kaldırmak üzere geliştirilen önerilerin bazıları şöyle;

Uzun vadeli konut kredisi pazarı kurulmalı,

Bireysel bankacılıkta alternatif kanalların kullanılmasını artıracak kanuni düzenlemeler getirilmeli,
Bireysel bankacılıkta kredi başvuru işlemlerinin verimliliğini artırmak için ortak bir kredi puanlandırma alt yapısı kurulmalı,

Mobil iletişim sektöründeki yüksek vergi oranları azaltılmalı,
Belediyelere arazi geliştirme teşvikleri sağlanmalı,
Kusurlu kiracılar karşısında mülk sahibi/yatırımcıların hakları korunmalı,
İş güvencesi yasası benimsenmeli,

Büyük ölçekli perakendecilerin şehir merkezlerine yerleşmelerini engelleyen kısıtlamalardan kaçınılmalı.

 

Paylaş