Beni Hasta Etme

Midem ağrıyor, migrenim tutuyor… İçim bulanıyor, canım sıkılıyor… Korkularım var, tedirginim. Yiyorum yiyorum, şişiyorum şişiyorum… Ben bunu sürekli yapıyorum. Kendimi hep kötü hissediyorum. Peki, bana ne oluyor?”;”

Yaz geldi, havalar  ısındı, kazakları ceketleri attık. Soyunduk dökündük, hafifledik, rahatladık… Herkes gibi o da soyundu dökündü. Ama o soyunup dökününce  dirseklerindeki kızarıklar ortaya çıktı. “Nedir bu halin?” dedim. Biraz yavaş konuşayım diye yüzünü eğdi büktü: “Sedef” dedi. Bilirsiniz sıkıntı hastalığıdır. “Neye sıkıldın bu kadar” dedim. Sanırsınız ki, ben otorite o da hastam. Sanırsınız ki ben sıkıntıya karşı mucizevi bir formül biliyorum da o bilmiyor… “İki yıl önceydi, bir olaya çok üzüldüm, ardından bir başka üzücü olay daha başıma geldi. Sonra da bu…” “Değer mi üzmeye canını” deyince, “Bilsem üzmezdim, ama artık iş işten geçti. Geç öğrendim” dedi.

Kendisini yemekten alamıyor. Kilosu vücudunun taşıyabileceği yükü çoktan aştı. Yemek yemesi herkesi rahatsız ediyor. O yiyor insanlar ondan kaçıyor. Ne yazık ki önleyemiyor. Aklında hep yemek var. Buna “Obezite” deniyormuş. Batı’da yaygın. Hatta derhal önlem alınması gereken hastalıklar arasında. Bazı ülkeler şişmanlık vergisi çıkardılar. Bazı hava yolları koltuklarını bu şişman insanları taşıyabilecek şekilde ayarladılar. İşe alınmaları sorun oluyor. Sosyal hayata adapte olmaları da… Ama onlar yiyor, yiyor ve yiyor.

Sürekli midesi ağrıyor. Sürekli midesi yanıyor. Bilip bilmeden, olur olmadan ilaçlar alıp duruyor. Patron bir şey söylediğinde yüzü gözü bembeyaz kesiliyor. Son zamanlarda arada bir ortadan kayboluyor. Meğer kendini tuvalete zor atıp sürekli kusuyormuş. Ülser deniyor. Büyük olasılıkla stresten kaynaklanıyor. Çaresini bulmak için doktor doktor dolaşıyor. Verdikleri ilaçlar bir süre iyi geliyor. Sonra… Yine aynı şeyler.

Yüzünden sivilce eksik olmuyor. Aslında onunki artık sivilce değil. Başka bir şey… Ne denir bilmiyorum. Sürekli eli yüzünde, oynuyor da oynuyor. Bir de sürekli o doktor senin bu doktor benim dolaşıyor. Son zamanlarda bu turlara güzellik salonları, ehil olan olmayan bir sürü uzman da eklendi. Çare bulamadılar. Zaman zaman evden çıkmayacağını çok utandığını söylüyor. O kadar sorun ediyor ki… O sorun ettikçe yüzündekiler daha çok azıyor.

İkide bir kalbi sıkışıyor. Ya da o öyle sanıyor. Kalp krizi geçirdi geçirecek geçiriyor diye panik halinde. Kalbi ağzından çıkacak kadar düzensiz ve seri çarpabiliyormuş. O an dünya duruyor. Gitmediği doktor, aramadığı çare kalmadı. Kalp çarpıntısının onu nerede yakalayacağını, ne o ne de başkaları bilmiyor.
Başta Çin, tüm Uzakdoğu, hatta Batı dünyasının önemli coğrafyaları SARS yüzünden kabus yaşıyor. Neden olduğu, neden şimdi ortaya çıktığı, daha ne kadar süreceği, niye ve nasıl bulaştığı tam olarak bilinmiyor. Ama o can almaya devam ediyor. Ölümlerin yaşanmadığı günler sevinçle karşılanıyor, ama ertesi gün, o açığı doldurmaya yetiyor.

Bizim hayvanat bahçemiz

İşte böyle. Durum parlak sayılmaz.
İnsanlardan oluşan “hayvanat bahçemize” hoşgeldiniz.
Çok yiyoruz, hareket etmiyoruz, sürekli stres altında yaşıyoruz, çok içiyoruz, sigara tüketiyoruz.
Vücudumuzun dengesini bozuyoruz. Biyolojik açıdan olmamız yerlerde gitmemiz gereken mekanlarda bulunuyoruz. Sonunda hasta oluyoruz.
Aslında kendimizi tüketiyoruz.
Ve evet çoğumuz hasta.
Hastalıkların hemen hepsine tıp gözlüğüyle bakıyoruz. Tıptan medet umuyoruz. Doktorlara başvuruyoruz.
Doğru tabii, başvurulması gereken nokta onlar. Çarenin aranması gereken adres orada…
Ama onlar da bilmiyor ki çoğunlukla.

Son yıllarda hastalıklarımızın önemli bir bölümünün nedeni biziz. Biz kendi kendi kendimizi hasta ediyoruz. Ya da bırakıyoruz başkaları bizi hasta ediyor.
Yukarıdaki örnekler yetmez biraz daha saymamı ister misiniz?
Günde kaç saat bilgisayar başında oturuyorsunuz? Ekran koruyunuz da yok Allah bilir.
Size bu satırları yazarken, benim bir laptop kullandığımı, en olmayacak pozisyonlardan birinde oturduğumu itiraf etmeliyim. Hatırladıkça, sırtımı dik tutuyorum, doğanın tüm kurallarına karşı koyup hafif öne doğru, kollarım garip bir şekilde duruyor kafam aşağıdaki laptop ekranını görecek şekilde ayarlanmış. Ama bu duruş normal değil. Sonra sırtım ağrıyor, belim sertleşiyor. Zaman zaman oturup kalkmakta zorlanıyorum.

Bazı günler kaç saat bu koltukta oturduğumu ben de bilmiyorum. Bilsem ne olacak yapmayacak mıyım? İş bekliyor diye oturmayacak mıyım? Hani aleme verir talkını kendi yutar salkımı derler ya. Böyle olmasın diye biraz da kendime vurayım dedim…

Hayvanlar ve Biz

Bilim adamları bir süredir bizi neyin hasta ettiğini araştırıyor. Bu araştırmayı yaptıkları yer ise genel anlamıyla hayvanlar dünyası. Yapılan araştırmalar sonucu, bazı hayvanların diğerlerine göre daha çabuk hasta oldukları görülüyor.

Örneğin, genç olanlar diğerlerine göre daha çabuk hastalanıyor. Bağışıklık sistemleri henüz yeterince yerleşmediği için. Yaşlı olanlar da en az gençler kadar çabuk hastalığa yakalanıyor. Üçüncü olarak en sık hastalanan ya da hastalığa yakalananlar genetik özellikleri anormallik gösterenler. Dördüncüsü, herhangi bir şekilde tesadüfen vücudunun bir yerinde bir kırık, çıkık ya da yarası olanlar, o an bir hastalığa yakınmaları daha yüksek bir olasılık.

Uzmanların hastalığa yakalanması daha kolay diye tanımladıklarının listesi burada son bulmuyor. Beşinci grup belki de en önemlisi. Bu kategoridekiler sosyal sisteme uyum sağlayamayanlar.
İnsanların da aynen doğadaki diğer canlılar gibi olduğu söyleniyor. Hayvanat bahçeleri aslında insanoğlunun yaşadığı  pek çok sorunu anlayabilmek için mükemmel bir laboratuar. Her yeni hayvan türü bir hayvanat bahçesine getirildiğinde ciddi sorunlarla karşılaşırmış. Doğal olmayan bir ortama, bilmedikleri bir yere geldiklerinde hastalıktan kurtulamazmış. Yapılan araştırmalar hayvanları hasta edenin, yeni girdikleri ortamda onlara musallat olan ya da tanımadıkları bazı parazitler olmadığını ortaya koyuyor. Hayvanlar da stres yaşıyor. Tabii bizden farklı oldukları pek çok yönleri var. Bazı hayvanlar kendi doğal ortamlarında üzerlerinde onlarla birlikte yaşayan parazitlerle yaşıyor. Ancak aynı hayvanı kendi doğal ortamından çıkardığınızda her şeyden önce doğal ortamda denge içinde yaşadığı parazitlerin ona savaş açtığı ortaya çıkmış.

Bizim bahçemiz

Düşünecek olursanız, bizim hayatımız da hayvanat bahçesindeki bu zavallı hayvancıklara benzemiyor mu?

Kendimizi çalışmak için tıktığımız küçük hücreciklerimiz.
Yeni iş yerinize adım attığınız ilk günü hatırlasanıza… Kimse kimseyi tanımaz. Bir masa, boş duvarlar… Herkes bakar, siz bakamazsınız. Midenizde sıkıntı, baş edemiyorsanız bir ağrı… Ama yüzünüzde hep o tebessüm ve merakla bakan gözlere karşı sizin saklamaya çalıştığınız korkularınız.
Küçük bir örnek. Sıradan ve hatta yaşanan diğer Bizans oyunlarının yanında hoş ve boş… Ama stres yapmaya yetiyor. Siz bir de diğer halleri düşünün.

Sosyal çevre ve sosyal ilişkiler insanları en fazla hasta eden durumlar.
Bizim hücrelerimiz hayvanat bahçesindeki hayvanların yaşam alanlarından daha dar. Bizim dünyamız onlarınkinden daha kalabalık. Onların hayatta kalmak için verdiği mücadele, bizim hayatta ve ayakta kalmak için verdiğimiz mücadeleden ne yazık ki daha yalın ve sevecen. Bizim yarışımız daha acımasız.
Eminim hiç düşünmemişsinizdir ama hayvanlar alemindeki hiyerarşi bizimkinden daha az. Kıskançlıklar daha basit. Duygular daha az karmaşık. Hiçbir hayvan türü, bizim kadar hırslı değil. Hiçbir hayvan grubu bizim kadar kalabalık değil. Hiçbir hayvan topluluğunda mutlaka bir kazanan ve binlerce kaybeden olmak zorunda değil. Hiçbir hayvan topluluğunda aile içi ilişkiler bizimkisi kadar karmaşık değil.

Büyücü doktorlar iş başında

Bu yazıya okuyanlarınızın hemen hepsi kentte yaşıyor. Hemen hepiniz gün içinde başta kendi çalışma ortamlarınız olmak üzere, mikrop yuvası başka ortamlara giriyor, orada çalışıyor, yemek yiyor, sosyalleşiyorsunuz. Çevremiz mikroplarla dolu. Modern hayat bize bu mikropların kafasını ezecek değişik türde ilaçları sunuyor.

Sonbahar geldiğinde olduğunuz grip iğneleri, her hapşırık ya da tıksırıkta elinizi attığınız kafa koparan nezle grip ilaçları… Mideniz her ağrıdığında onu rahatlacak şurup ya da haplar.
Çocuğunuz her gün okuldan hem kendisine hem de size hediye edilmiş pek çok mikropla dönüyor. Onların da çaresi var… Yerli ve ithal ilaçlar. Daya çocuğa, daya kendine. O rahat, sen rahat.
Modern tıp sayesinde ortaya bir grup tuhaf hasta insanlar çıkmış. Buna inanmayacaksınız ama büyük olasılıkla siz ben çevrenizdeki pek çok kişi bu kategoriye giriyoruz. Bizim girdiğimiz kategorideki insanlar hastaneye gitmiyor, doktor yüzü görmüyor.

Onlar, kendileri bir büyücü doktor. Hastane ve doktor yüzü görmedikleri için istatistiklere girmiyorlar. Ama sayılarının çok olduğu sanılıyor.

Bu büyücü doktorların bütün işi eczanelerde. Onlar ne alacaklarını, nasıl alacaklarını çözmüşler. Gerekirse eczacıya akıl danışıyorlar. Zaten modern hayatın hediyesi olarak ortaya çıkan yeni vitamin, mineral ve türevleri neredeyse süpermarketlerde satılacak. Belki o zaman eczane derdi bile ortadan kalkacak.

Peki, bu büyücü doktorlar nelere çare buluyorlar dersiniz. Örneğin nezle grip onların uzmanlık alanı. İshal, baş ağrısı, kızarıklıklar kaşıntılar… Ülser bile…
Çok mu şaşırdınız?

Bence haksızlık ediyorsunuz. Çantanızdaki o vitaminler ne? Ecza dolabınızdaki tüm ilaçları rutin olarak gittiğiniz doktorunuzun vermediğini hepimiz biliyoruz.
Canım ayıp bir şey değil, ne yapacağını, nasıl yapacağını bil yeter.
Yapılan bir araştırmaya göre hastalıkların üçte ikisi doktor gerektirmeyecek düzeye inmiş. Büyücü doktorlar kafi geliyormuş.

Nazar etme, çalış senin de olur

Gelelim işin en önemli kısmına… Hepimiz, atalarımızın fiziki olarak bizden çok daha hareketli olduğunu biliyoruz.

İçinizden kıs kıs gülebilirsiniz ama yemek bulmak için avlanmak, pişirmek için ateş yakmak ciddi fiziki hareketlermiş. Ben, yemek bulmak için artık zorlanmıyorum. Bir iki adım kafi. Yemek pişirmek üzere ateşi yakmak için yalnızca bir düğmeye basmak yeterli. Hadi bilemediniz bir kibrit çakmak… Daha fazla bir hareket istemiyor.

Hepinizin özel bir arabası olmayabilir. Ancak aracı olup olmamaktan söz ederken utandığımız ve dikkatli davrandığımız dönemler geride kaldı. O kadar çok kişinin kendi aracı var ki… Söylemek istediğim hiçbirimiz yürümüyoruz. Yine kendime batırayım iğneyi yürümüyorum. Arabadan inip arabaya biniyorum. Spor yapmaya giderken (eğer gideceksem tabii) arabaya binip arabadan iniyorum.
Sizin de kilo durumları mı arttı, akşam yemeklerini kes… Olmuyor değil mi… Günün en keyifli anları. Onu da alacağız elinden? Can boğazdan gelirmiş sen ye. Ben sana şimdi birkaç bitki çayı önereceğim. Acil ishal yapıyor, olmazsa mideni parçalıyor. Daha olmazsa pek moda olan zayıflama setlerinden al…
Sabahları o bulamacı yiyeceksin. Öğlen için de yanında götür. Kimselere göstermeden ye. Başkalarının da midesini bulandıracaksın.

Senin miden mi? Şimdi onunla ilgilenmiyoruz. Biliyorsun kilo vermen gerekiyor.
Bak sonra söylemedi deme… O kadar çabalayıp kilo vereceksin ya… Ben çok eminim hiç çabalamadan o kiloları geri alacaksın.

İstersen iddiaya girelim!

Nesine?

Ne yaparsan yap öldüresiye yap

Arkadaşım yurtdışında, iş seyahatinde. Türkiye’deki eşini arıyor. “Merhaba nasılsın” falan derken… Ortada bir tuhaflık. “Hastanedeyim.”
“Niye” diyor arkadaşım panik içinde…  “Ne oldu?”
Döndüğünde öğrendiğine göre, eş spor yapıyor. Ama öylesine abartıyor ki kaldırdığı ağırlığı ve yaptığı süreyi… Buz gibi dondurucu havada spor salonunda iki adım ötedeki arabasına binerken göğsündeki ağrının ne olduğunu anlayamıyor. Acaba ben kalp krizi mi geçiriyorum derken arabayı bırakıp bir taksiyle acile gidiyor. Doktorlar da ilk anda kalp krizi geçirdiğini sanıyor ama ortaya çıkan gerçek şu ki, kasları tutulmuş…

Bir başka tanıdığım kızını evlendirecek. Kendisini kilolu bulduğu için, düğünle ilgili hain planlar yapıyor. Bir anda zayıflamalı, düğünde güzel gözükmeli. O anne, ama olsun. Gelinin annesi o. Kimse, “Gelinin annesi de topluymuş canım, anasına bak kızını al” demesin. Acil diyetler bulunuyor, mucizevi Amerikan diyet setleri alınıyor. O iğrenç şeyler sabah akşam içiliyor. Kilo verilmeye başlandıkça, anne çok mutlu. Gözlerini aynadan alamıyor. Hakikaten çok daha hoş oluyor. Ama yakın çevresi de gözünü ondan alamamaya başlıyor. Anne söylediklerini, yaptıklarını unutmaya başlıyor. Tuhaf hareketler. Gelin evlenme derdinden annesinin derdine düşüyor. Çünkü yetersiz beslenme nedeniyle güzelleşen vücut, büzüşen bir de beyin hediye ediyor. Neyse yemin billah ediliyor anne diyetten vazgeçiyor. Herkes mutlu mesut evleniyor…

Türk’üz ya öldüresiye yapmayı seviyoruz.
Kısa yollara da bayılıyoruz.
Üstelik yaz gelmiş. Bütün kış yemiş içmiş ve şişmiş. Tabii hiçbir bikini ve mayo türüyle hoş değil. Biliyorsunuz şimdi moda olan ancak baktığınız zaman engizisyon aletlerine benzeyen vücut şekillendiriciler çok moda. Üstelik deli gibi korkutuyor. Çünkü bunlar vücuda elektrik veriyor. Sarıyorlar, bağlıyorlar, düğmeye basıyorlar aman yarabbi o ne tuhaf titreşimler. Öldürecek gibi. ‘Dayan’ diyor içinden. Şekle gireceksin. Bacakların bir o yana bir buyana dalgalanmayacak, popon hop hop oynamayacak, birilerine profilden karnını içine çekmek zorunda kalmayacaksın. Bu arada seans bitene kadar elektrik çarpmasın  diye dua etmeyi de unutmuyor.

Modern hayatlar… Yaşamasını bilmezsen o sana bildiriyor.

 

Paylaş