Ben çok kaliteyim şekerim

 

Kaliteli bir hayat sürme…
Kaliteli yerlere gitmek…
Kaliteli şeyler giymek…
Kaliteli okullarda okumak…
Kaliteli şeyler yemek…

Aşağıdakileri içinizden de olsa mümkün olduğunca sesli okumanızı istiyorum.

Lütfen deneyin.

Çocuk çok kalite canım…
Kız da öyle, kaliteli kız…
Çok kaliteli bir ailesi var…
Üzerinden kalite akıyor…
Utanmayın!
Aynen böyle konuşuyoruz.
İlişkimiz çok kaliteli…
Birbirine saygı ve sevgi beslediğimiz çok kaliteli bir ilişkimiz var…
Çok kaliteli ayrıldık…
Ben kaliteyi çok severim…
Hep kaliteli insanlarla birlikte olurum…
Bizimkisi çok kaliteli bir yönetim…
Ben hep kaliteli şeyler alırım…
Kaliteli bir yaşamım var!

Zınk (!)

Duruyorsunuz burada
Burası çok önemli!
Bu aralar çok moda olan bir kavramla karşı karşıyayız; yaşamda kalite…
Yaşamda kaliteyi buldunuz mu?
Hayatınız ne kadar kaliteli?

Tanımı olan öne çıksın

“”Kalite”” nin tanımı var mı?

En azından ortak bir noktada buluşabilir miyiz?

Türk Dil Kurumu’nda KALİTE: Bir şeyin iyi veya kötü olma özelliği, nitelik. (Sıfat olarak ise) üstün nitelikli anlamında kullanılıyor.

Yönetim otoritesi Peter Drucker şöyle diyor; “”Dünya çapında bir kaliteye dönüşüm, vizyon sahibi, kendini adamış, elini kirletmeye hazır bir liderlik anlayışı olmadan mümkün değildir.””

Ömür boyu düşünecek kadar çok soru sordum size…
Hiç hafife almayın lütfen. Gerçekten de ömür boyu düşünecek kadar büyük ve çok sayıda soru…

Keşke önceden düşünmeye başlasaydık. Böylece sorgulayacaktık.
Keşke düşünüyormuş gibi yapmasaydık yıllarca, bugün belki de yaklaşmış olacaktık. Geçtiğimiz hafta kalite ile yattım kaliteyle kalktım. Gelecek hafta da böyle olacak. Hem çok mutlu, hem çok mutsuzum. İkisi bir arada nasıl oluyor demeyin bal gibi oluyor.

Kalite konusunda programlar hazırladım, çok değerli konuklar davet ettim, kaliteyi konuştuk, tartıştık.
Hiç bir somut sonuca ulaşamadık. Ama çok yol kat ettik ve en azından tartışmayı binlerce insanın gözü önünde yapmış olmak, hem keyifli hem de önemli bir adımdı.

Yine de itiraf etmeliyim ki, midemin üzerinde bir yerlerde hazımsızlık yaşıyorum. Güzel güzel konuşuyoruz da güzel güzel yaşamıyoruz çünkü.

Bu hafta da kalite haftası olacak. Malum 11′ inci Ulusal Kalite Kongresi, “”Kalite”” kaliteli bir şekilde tartışılacak. Önemli konuklar gelecek, kalite tariflerini yapacak…

Özünde galiba iyi bir şey

Benim gördüğüm ve ulaştığım nokta şu; herkesin kalite kavramı farklı.

Özünde kalite iyi bir şey,

Türk Dil Kurumu’nun tarifinden gidersek “”iyi”” bir şey. Ama sizin iyinizle benimkisi uyuşmuyor. Bu uyuşma noktasında sizinle benim aynı dili konuşuyor olmamız gerekiyor. Bunun için eğitimlerimizin benzer ve aşağı yukarı aynı düzeyde olması gerekiyor.

Kalite konusunda uyuşmak ortak bir tarifte birleşmek için ihtiyaçlarımızın da aynı olması gerekiyor.

Tuhaf ama gerçek. Siz aç ben toksam kusura bakmayın ben yönetimde kaliteden konuşurken siz midenizde öten zilleri söndürmeye çalışacaksınız. Sizin için kalitenin kriteri açlık ve tokluk arasındaki mutluluk olacak. Her insanın tok olması gerektiği konusunda söylemler atacaksınız.

Ben iyi bir evde oturuyor olacağım, benim hayattan beklediğim kalite belki daha iyi bir çevre düzenlemesi olacak.

Siz her sabah gecekondu benzeri bir evden çıkıp işe gidiyorsanız, ben çevre düzenlemesi istediğimde gözümün üzerine bir yumruk indirecek ya da indirmek isteyeceksiniz.

Yüce bir kavram

Kaliteyi ulvi bir kavram olarak tartışmaya ve elitlerin tartışacağı bir konu olmaya mahkum ettiğiniz sürece hiç birimiz hiç bir noktada kalitede buluşamayacağız diye korkuyorum.

Türkiye’nin önde gelen işadamlarına, sanatçı ve bilim adamlarına sordum, sizin kalite anlayışınız ne diye; kimisi, Kalite Derneği’nin jargonuyla teknik bilgi verdi. Verdiği bilgilerin hepsi doğruydu. Bir sorun vardı anlamakta güçlük çekiliyordu. Kendi hesabıma konuşuyorum. Ben anlamıyorsam, söyleneni içimde hissedemiyorsam algılayamıyorum demektir. Böyle diyorsam halk ne diyecek bilmiyorum.

Bazıları, kalite anlayışını, hayata katma değer üretmek diye tarif buldu. Ben bunun, kalitenin, çok evreden geçip süzülmüş ve bir noktaya gelmiş haline benzettim.

Ununu elemiş eleğini duvara asmış vaziyeti…

Neden diyecek olursanız, topluma bir şeyler vermek dürtüsü, toplumdan zaten alındığını ve doyumda olunduğunu hissettiriyor insana.

Sözü edilen kişiler herkesin hayranlıkla izlediği kariyerlerden geçmiş, önemli başarılar elde etmiş, sözü değişik çevrelerde dinlenen kişiler.

Bazıları “”benim kalitem”” diye söze başlıyor ve insan çok mutlu oluyor. Düşünülmüş bir kalite kavramı var. Özümsenmiş. Ne yapıyorsam yapayım, yaptığım hayata katma değer sağlasın diyor. Sağladığı ölçüde kalitenin artacağına inanıyor. Ben de onun diğer adımları attığına inanıyorum.

Korkuyorum, kalite tepeden inme bir kavram olarak mı kalacak. Pek çok şeyde olduğu gibi.
Korkuyorum, onu da tartışa tartışa tüketeceğiz diye…

Korkuyorum, pek çok kavramı moda yapıp öldürdüğümüz gibi bunun da boynuna bir ilmek mi dolayacağız acaba…

Bu endişelerimi ifade ederken, farklı yanıtlar alıyorum.

Kimi diyor ki, “”Ne kalitesi be abla, benim elime asgari ücret geçiyor, iki çocuk bir eş dört kişiyiz, yetmiyor””

Kimi diyor ki, “”Peki tartışmayalım mı? Tartışmamakla elimize ne geçecek. Tabii herkesin kaliteden beklentisi ve herkesin kaliteye koyduğu anlam birbirinden farklı. Böyle diye gündeme getirmemek mümkün mü?””

Hepsi haklı… Ne dersiniz.

Siz ne düşünüyorsunuz?

Peki ya siz, siz ne düşünüyorsunuz?
Aslına bakarsanız sizin düşüncelerinizin bir bölümünü biliyorum.
Yaptığımız anketler sizin kalite konusundaki düşüncelerinize ışık tuttu.
Çok önemli bir soru sorduk sizlere;

“”Kaliteli yaşam”” kavramından nasıl bir anlam çıkarıyorsunuz?

Biliyor musunuz, ben çoğunluğun, “”cebimde ne kadar çok para olursa, o kadar kaliteli bir hayatım olur”” demesini beklerken, gelen yanıtlar arasında en az prim verilen paraydı.

Demek ki kalitenin para ile satın alınamayacağı yaygın olarak inanılan bir durum.

Sevindirici değil mi? Memleketin televole gibi olmadığının işareti.

En fazla oy, “”Eğitim, sağlık, hukuk gibi kamu hizmetlerinin kusursuz olması”” konusunda yoğunlaştı. Yaklaşık yüzde 70.

İkinci ortak noktamız, bu kalite denen şeyin eğitimle mümkün kılınabileceğine duyulan inanç… En azından önemli bir bölümümüz. Yaklaşık yüzde 15, toplumun tüm üyelerinin eğitimli olması gerektiğini aksi takdirde kaliteli yaşamdan söz edilemeyeceğini söylüyor.

Ve önemli bir kriter daha, çoğumuz, kaliteli bir yaşam sürmek istiyorsak, bunun ancak dünyada saygınlığı olan bir ülkede mümkün olabileceğini düşünüyoruz.

Bu işin özet tercümesi şöyle; Türk halkı kalite istiyor, bunun şartı olarak eğitimin topluma yayılması gerektiğini, milli gelirin artmasının şart olduğunu söylüyor. Halk kamu hizmetlerinin düzelmesini ve eksiksiz verilmesini istiyor. Talep ediyor. Kaliteyi, akmayan su, yanmayan ampul, çukur yollar, ulaşılamayan semtlerle yakalayamayacağımızı söylüyor.

Hangisinde kalite daha fazla

Şimdi şaşıracağınız bir başka soru ve yanıtları…

“”Sizce Türkiye’de yaşamın hangi alanında daha çok kalite var?”” diye sorduk.

Yanıtların, sizi şaşırtmayacağı bölüm şöyle başlıyor. Siyasette neredeyse sıfır. Toplum yaşamımızda çok az…

Ama çok önemli ölçüde var olduğuna inanılır olan kültür ve sanat dünyamız.

Televizyon programındaki konuklarımdan biri ünlü bir sanat eleştirmeniydi. Sonuçları aktardıktan sonra “”Memnun olmalısınız”” dedim.

Yüzünde güller açtı.

Ama ağzından bal damlamadı;

“” Evet, halk sanattan ve kültürden çok şey bekliyor bu doğru. Sanat ve kültür alanında bizlerin çok çalışıp, çok şey vermeye çabaladığımız da ortada… Çalışmalarımız meyvelerini veriyor. Çünkü bu alanı diğerlerine tercih ediyorlar.

Her ilçeye bir tiyatro salonu açmak, her adım başı bir galeri görmek çok güzel. Ama sayıların ne kadar çok olduğu önemli değil, içlerinin nasıl dolduğu önemli. Bizde en büyük eksik de bu…””

Bu yaklaşım bana toplumun diğer kesimlerinde yaşadıklarımızı anımsattı. Her ile bir üniversite…
Kulağa çok hoş geliyor. Ama öğrencisi olup, eğitmeni olmayan okulun kime ne faydası olabilir. Pek çok okul var, ama okulun uzmanlığı yoksa, burada minimum dört yıl dirsek çürütmenin kime ne faydası olabilir.

Kalite Kongresi

Gelecek hafta Ulusal Kalite Kongresi’nin 11′incisi düzenlenecek.

İşin yalnızca bu yönü bile takdir edilecek boyutta. Demek ki 11 yıldır kalite konusu bir kongrede enine boyuna tartışılıyor. Büyük bir çıkarım yapılmalı.

Ama sormadan edemiyorum, 11 yılda nereden nereye geldik? Ne öğrendik, nerede bir taş üzerine taş koyduk… Hangi alanlarda geliştik, nereleri iyileştirdik. Milli gelirimiz ne kadar arttı. Yoksulumuzun sayısı ne kadar azaldı. 11 yılda Avrupa birliği üyeliği konusunda nereden nereye geldik. Bundan geçtim, nerelerde iyileştirme yaşadık…

11 yıl önce siyaset nasıldı, neleri tartışıyordu, bugün seçim arifesinde olan Türkiye neleri tartışıyor.

Fark göremiyorum!

Ya siz?

Kalite Kongresi’nin bu yıl açılış konuşmasını ünlü gelecek bilimci Francis Fukuyama yapacak. İtibarı yüksek. Düşünür, toplumsal filozof. İnsani değer ve prensiplerini derinlemesine incelemeye tabi tutuyor.
Fukuyama ile çok sınırlı sayıda medya mensubunun bulunduğu bir ortamda, uydu aracılığıyla bir sohbet toplantısı yapıldı. Türkiye’ye gelmeden önce görüşlerini almak istedik.

Fukuyama kimdir?

Fukuyama 1952 doğumlu. İnsanlık Sonrası Geleceğimiz, Büyük Karmaşa, Güven; Toplumsal Erdemler, Tarihin Sonu ve Son İnsan başlıklarında kitapları var.

Eserleri, en çok satanlar listesinde.

Lisans diplomasını Cornell Üniversitesi’nde Klasik Edebiyat bölümünden almış. Harvard’da siyaset bilimi üzerine doktora yapmış.

İlgimi çeken nokta da burada… Türkiye’de hiç kimse edebiyat okuyup ardından siyasete ya da başka bir dala geçmeyi hayal edemez. Çünkü böyle bir eğitimin bizim ülkemizde geleceği yoktur. Ufuklarımızı belli noktalara fokusladığımız için, biz hep mühendis hep işletmeci ya da düz ekonomist oluruz…

Fukuyama, halen John Hopkins Üniversitesi Paul H. Nitze Uluslararası Siyasi Ekonomi profesörü ve ABD Başkanlık Biyoetik Konseyi 2002 yılı üyesi…

Uzun yıllar, RAND Corporation’da siyaset bilimi departmanında çalışmış. Dışişleri Bakanlığı Politika Planlama dairesinde görev yapmış. Ortadoğu ve Rusya uzmanlık alanları. Bu konularda resmi Amerikan heyetlerinde görev almış biri…

Biraz da düşünceleri

Biyoteknolojik devrim neticesinde gerçekleşmesi beklenen DNA manipülasyonu ve insanların çocuklarını “”mükemmelleştirme”” çabalarının siyasi düzenimizde derin ve korkunç etkiler yaratacağına inanıyor.

Fukuyama güven duygusu üzerinde önemle duruyor. Bunu çalışmasında kalitenin bir parçası olarak ya da olmazsa olmaz kuralı olarak getirmemiş belli ki ancak, güvensiz toplumlarda kalitenin ciddi şekilde sorgu altında olacağını söylüyor.

Herkesin güven duygusuna ihtiyaç duyduğunu, bunun ister bir şirkette, ister bir hükümette, isterse bir ülkede yaşayan insanlarda düşünülebileceğini söylüyor.

Samuel Huntington’ın öğrencisi ama onun kültürlerin çatışması tezine asla katılmadığını söylüyor. Fukuyama’ya göre kültürlerin çatışması yerine siyasi çatışma yaşanacak.

Pek çoğunuzun anımsayacağı gibi Huntington ünlü eserinde, Türkiye’den de söz ediyor ama ne yazık ki çok parlak bir gelecek çizmiyordu. Çünkü kültür çatışmalarından nasibini alan ülkeler arasında yer alıyorduk.

Bununla birlikte yapılan tüm araştırmalar dünya üzerinde güven duygusu erozyona uğramış ülkelerin başında yer aldığımızı gösteriyor. Kimseye güven duymuyoruz. Ailemize, arkadaşlarımıza, sınır komşularımıza… Güvensiz yaşayan bir toplumuz.

Sorularım, yanıtları

Ben bu toplantı sırasında Fukuyama’ya iki soru sordum.

İlki, “”Güven duygusu çok zayıf bir toplumda, kültürlerin yerine siyasi bölünme olacağını iddia etseniz de, her ikisinin de kritik düzeyde yaşandığı bir ülke olarak Türkiye’nin gelecek resmini çizer misiniz?”” dedim.

Yürek hoplatan bir yanıt vermedi;

Güven duygusunun oluşması için kurumların var olması, bu kurumların güçlü olması gerektiğini söyledi. Türkiye’nin siyasi kurumlarını güçlendirmek için önemli çaba sarf etmesi gerektiğini, en önemli sorununun çok hırslı olması diye adlandırılabileceğini söyledi. Çok büyük bir alana yayılmış olan devletin küçülmesi gerektiğinin altını çizdi; küçük ve güçlü-etkin bir devlet, şeffaf bir hükümet, sınırları çizilmiş bir yönetimden söz etti…

Nasıl geliyor kulağınıza?

Biz zaten bunları biliyoruz değil mi?

Merak etmeyin ikinci soruma geçiyorum hemen;

“”Madem Kalite Kongre’sinin açılış konuşmasını yapacak, büyük olasılıkla kaliteden söz edeceksiniz. Bu toplantının da ana fikri kalite. Ama biz son bir saat içinde Irak ve ABD’nin bu ülkeye saldırısı, çoluk çocuğun perişanlığı, sağda solda ve 11 Eylül’de yaşanan terör olaylarını sorduk. Irak operasyonunda Türkiye’nin düşeceği zor durumu vurguladık. Siz, Amerikan iş dünyasında birbiri ardına patlak veren sorun ve skandallardan söz ettiniz. Güven duygusunun uğradığı erozyon ve işsizlikten de alıntılar yaptınız… Bütün bunların olduğu bir ortamda yaşamda kalite olabilir mi?””

“”Sizin yaşamınızda kalitenin durumu nedir?”” diye pekiştirdim.

Çok güldü, az yanıt verdi.

Yaşamda kaliteden söz etmenin pek de mümkün olmadığını algıladım. Çünkü bana yaşamda kalitenin tarifini veremeyeceğini söyledi. Şirketlerin ve kurumların kalitesini inceleme altına aldıklarını belirtti.

Ve ben hiç ama hiç tatmin olmadım.

Çünkü:

Yüzündeki çizikler geçer mi acaba?

Geçen hafta adamın biri imam nikahlı eşi çok geziyor diye, annesi kendisini kışkırttığı için içip içip kadını doğradı. Küçük çocuğunun gözü önünde karısını 52 yerinden bıçakladı. Tüm Türkiye seyretti. Başta da güvenlik güçleri. Aynı tartışmaya girmenin gereği yok. Medya günlerce tartıştı zaten.

İki çocuk annesi gencecik kadın hastanede yüzündeki bıçak izlerinin geçip geçmeyeceğini sordu. Bence bu onun yaşamda istediği kalitenin bir parçası artık. Yine eline yüzüne bakılıyor olabilmesini düşlüyor.
Sonra da dedi ki, “”Yaşamak zorundayım, ayakta kalmak zorundayım, iki çocuğum var, onlara bakmak zorundayım…””

Bu kadının hayatında kalite var mı?

Bu kadının ve onu bu hale getiren bir toplumda bizim hayatımızda kalite olabilir mi?
Bu kadının yaşadıklarının daha modern ailelerde, daha varlıklı ailelerde de yaşandığını biliyoruz.
Bu ülkede kadınların hangi sosyo ekonomik gruptan gelirlerse gelsinler, sorunlarının birbirlerine çok benzediğini görüyor ve şaşırıyoruz.

Ben tüm kadınlar adına, tüm çocuklar adına, tüm bireyler adına kalite istiyorum. Kalite kavramının şirketlerin üst düzeyinde tartışılmasını istemiyorum. Tepeden inme bir slogan olarak kalmasını istemiyorum. Halkla buluşmasını istiyorum. Çok sınırlı yaşandığını düşünüyorum.

Ama derler ya… Eğri oturup doğru konuşmak gerek. Yine de iş dünyasına bu kavramı gündeme aldığı, mercek altında tuttuğu için teşekkür etmek gerektiğini düşünüyorum.

Son bir şey daha, kalite kavramı dünyanın her yanında benzer açmazlar ve çelişkiler içinde tartışılıyor.
Hepinize kaliteli yaşam diliyorum.

 

Paylaş