Arafta, uzgörü

“Maske, mesafe, hijyen” – alerjisi olanlara inat; “Türküm doğruyum yasam…” gibi hayat mottomuz oldu. Yeni nesil bir motto “Zihinde, dilde, bedende hijyen” yaklaşımını çok sevdim. Bu kalıbı Ufuk Tarhan sıklıkla dile getiriyor. Tarhan, Fütüristler Derneği kurucularından, fütürizm aktivisti. Uluslararası platformda Türkiye’den tek kadın fütürist olarak dikkat çekiyor.

Kafa yormadığımız afili yönlerine takılıp kaldığımızdan olsa gerek fütürizmi gelecekte hoş bir durak olarak etiketlemeyi tercih ediyoruz… Biraz kehanet, biraz falcılık sananlarımız da azımsanacak gibi değil. Söylemlerinin popüler dokusu, altındaki düşünce disiplini ile bilimsel alt yapısını gölgede bırakıyor. Elde bir tek teknolojiyle aşkı kalıyor ki, bence bu disiplinin hem en büyük şansı hem de şanssızlığı. Yani yeni bir App, popüler bir teknik, genç bir mucitten  hallice anlayınca konuyu, kısır döngüsüne hapsediyoruz. Disiplinler arasında kullandığı metotlar, her konunun altında olma zorunluluğu sayesinde bugüne kadar pek çok popüler fütüristin gözlem ve değerlendirmeleri siyasete, jeostratejiye, sosyal hayata damgasını vurdu.

Söylemin altına inmeyen konforu seven yapımız fütürizmin en büyük düşmanı. Covid benzeri salgınlarla ilgili filmlerin gişe yapması ama bizim Dünya Savaşlarına inat insanlık tarihinin en büyük kaybını göz göre göre yaşıyor olmamız gibi.

Tarhan’la tartışmanın fitilini “öngörmek” ve “yol ayrımı” konseptleri üzerinden ateşlemeyi planladım. İyi de oldu. Söyleşinin başında yıkılır gibi oldular sonra toparladık. Baştan şunu anladım; kesin hatlarla konuşmak fütürizme iyi gelmiyor, bir şeyi tercih etmek işin doğasını bozuyor, yol ayırımı yerine arafta kalarak ilerlemek ve öngörmek yerine uzgörmeyi tercih etmek gerekiyor. İşin özü pozitivizm. Hiçbir şeyin çözümsüz olmadığını benimseyerek doğadaki  düalizmine saygı gösterip benimsemek, Alvin Toffler’ı hatırlayıp; Einstein’da rahatlamak gibi bir şey…  İşin doğasında inat, sabır ve cesaret var.

 Söyleşimizi youtube kanalımdan izleyebilirsiniz.

Yaprak Özer: İşin fütürizm, öngörmek, geleceği tahmin etmek diyebilir miyim?

Ufuk Tarhan: Hep “öngörmek” deniyor… İngilizcede “foresee”den “foresight”a geçiyor fütürist bakış açısı. Yani “uzgörü”ye geçiyor. Biz fütüristler öngörmüyor, uzgörmeye çalışıyoruz ve o “uz”un farkı, “foresight”la “see”arasındaki fark… Birinde görmek, bakmak; “sight”ta ise bakış açısı ve menzili daha uzun.

Foresighting; uzgörmek; uzak bakmak, uzlaşmacı bakmak ve uzmanca bakmak… İlk “u”dan ufkun ötesine bakmaya çalışmak. Diğer disiplinlerin de girdiği akıl, teknoloji, veri senaryo çalışmaları… Delphi Anketleri ve etki analizleri, simülasyonlar gibi aslında birçok çalışma var. İkinci “u” uzlaşmada da insan dışında robotlar, yapay zeka, doğayla, çevreyle uzlaşmak, sürdürülebilirlik kaygısı var… Son “u”, uzmanca bakmak bilgi ve veri temelli bakmaya çalışmak.

Fütürizm tarih gibidir. Tarih neler yaşandığını bilgiye dönüştürmeye çalışır, teknoloji ve akıldan etkilenir. Yorumdur tarih bir anlamda. Ne kadar kesin veri elde eder, fosil etc gibi bulguları ne kadar iyi analiz edebilirsek, o kadar net tarih bilgisine ulaşabileceğimiz gibi, neler yaşanmıştı sorusu cevaplanmaya çalışılır.

Fütürizmde de gelecekte neler yaşanabilir, neler ihtimal dahilinde? Olasılık senaryo, soruları ne kadar çoğaltabilirsek, diğer disiplinlerle ne kadar çok bağdaştırabilirsek, o kadar netleşen cevaplar verebiliriz. Sisli karanlık bir ortamda lamba tutmak gibi. Menzili ne kadar uzun olursa o kadar sağlıklı, sürdürülebilir hareket eder, uçurum varsa, görür, düşmemek için geri gelir, aşmak için bir şey icat eder ya da başka yollardan gitmek istersin… Rasyonel bilgi, akıl ve teknoloji temelli çalışma silsilesi. Bugünkü kadar akılcı ve hedefli kullanımı 60’lardan sonra, bilgisayarların kullanımıyla, teknolojinin kolaylaştırıcı fonksiyonu sayesinde öneminin artmasıyla ortaya çıktı.

Fütüristler, tıpkı tarihe meraklı insanlar gibi gelecekte neler olabilir diye bütün disiplinlerden yararlanarak, bilgiye dönüştürmeye çalışan insanlar. Kehanet ve falda edilgenlik, kadercilik var. Fütürizmde bilmeye çalışmak ve müdahale etmek arzusu var. Fütürizmde, uz görmeye çalışıp; önlem alma, yönetme ve müdahale etmek var. Fütürizmi, “olumlu gelecek tasarımcılığı” olarak da tarif ediyoruz.

Yaprak Özer: Ufacık tefecik büyük bir soru: Neden dinlemedik biz sizi?

Ufuk Tarhan: Gerçekleri kabullenmek her zaman hepimize zor gelir. Bu tür düşünenler genellikle doğru-yanlış demekten de çok kaçınırlar. Çünkü bugünün doğrusu yarının yanlışı… Zamanın ruhuna uygun akmak gibi faaliyetler içindeyken gerçeklerle yüz yüze gelmek ve o gerçeklerin gerektirdiği şeyleri yapmak, çoğu zaman zor. Kapitalist düzen içinde sistem ve genel yaygın öğretiler, “Sen sisteme uy, gerisine karışma”, eğitimden iş hayatına kadar düşünmekten ve etkin rol almaktan uzaklaştırdı insanları. Akvaryumun suyu da buna uygun değildi. Fütürist bakış açısının yayılmasına izin de verilmedi.

Seninle ilk tanışmamız nasıl biliyor musun aslında? Sen farkında değilsin. Belki de bunu ilk defa konuşuyoruz. 2008’di, Fütüristler Zirvesi yapmaya karar verdim. 2006’dan beri çalışıyorum. En baba fütürist Jacque Fresco’nun peşine düştüm. Google aramalarında seni gördüm. Onunla röportaj yapmışsın. Türkiye’deki ilk söyleşiyi yapan kişisin. Aa dedim, biz geç bile kaldık bunu keşfetmekte.

60’lardan beri, bugün şu anda yaşadığımız ve yaşayacağımız her şeyi anlatıyor. Ha keza Alvin Toffler, Buckminster Fuller… Bütün fütüristler, bilim kurgucular bunu söylüyorlar. Gidişatın ne olacağı belli aslında. Kabul etmek istemiyor insanlar. Düşünsene, Tesla kablosuz elektriği keşfetmiş. Adamı canından bezdirmişler. 50’lerde 40’larda tasarımları var.

Ekonomi, güç kapma meselelerinin ön planda olması, insanın açgözlülüğü… İnsanlığın bug’ları bu konunun hasıraltına itilmesine sebep oldu. Biliyorsun Jacque Fresco, Florida’da The Venus Project adlı bir proje sahasında, bir anlamda tecrit yaşadı. Zeitgeist’ı çeviren ekibin de başında. Mevcut duruma tersti.

Yaprak Özer: Daha iyi bir gelecek için sorularımı daraltacak olursam, önümüzde iki ciddi sarmal var. Gelecekteki ekonomik yapı ve siyasi düzen… Evrensel temel gelir modeli her ikisini de kesen çizgi.  Denemeleri Kuzey Avrupa ülkelerinde yapılsa da yaygınlaşamayan mevzular.

Ufuk Tarhan: Kendimi, iş odaklı bir fütürist olarak tanımlıyorum. Yani sürdürülebilir işim olsun, insanlara yardımcı olacak bilgileri derleyip toparlayıp onlara hazır ediyorum. Aslında hepimiz birbirimiz için bunları yapıyoruz.

İş derken, bugün kastedilen şey değil. Yani dünyanın gidişatına yardımcı olacak, mevcut ya da olası herhangi bir sorunu çözmeye aday olduğu zaman, o senin işin oluyor. İşe böyle bakacağız artık. Büyük büyük keskinliklerle, mühendislik… doktorluk şeklinde değil. Artık mikro milyonlarca iş ve iş sahibi olacak, bunlar, herhangi bir modelde birbirleriyle değiş tokuş edilecekler. İş, birbirine faydalı olma sebebi ya da aracı.

İşi buraya koyarsak, eğitim niye gerekli? O işleri becerikli yapabilmek için gerekli. Eğitimin genel kısa kodu, hiyerarşik ve edilgen bırakıyor insanı: eğitilmek!… Demek ki birileri daha iyi biliyor; onlar eğitecek. Şimdi bu hiyerarşi olmaz. Eğitim sözcüğünü bir müddet kullanmamamız bile gerekebilir. Öğrenme sorumluluğunu üstümüze almamız gerektiğini anladığımız zaman, hepimiz o özgür alana çıkacağız. Yani her kim bir işe yaramak istiyorsa, iş edinecek, yapabilmek için öğrenimini kendisi tasarlayabilip, mesafeyi kapatacak. Tabii ki yardım alacak, birileri ona el verecek. Dayanışma, paylaşma olacak vs.

“Beni eğitin”… gibi bir dönem artık mümkün değil yürüyemez. Çünkü konular stabil değil. Her şey her gün değişiyor, gelişiyor. Eğitim, öğrenme sorumluluğuyla yer değiştirmek zorunda. Fırsatçılıktan ihtiyaç çözmeye, bir işe yarama güdüsüne geçiş olacak. O zaman da herkes birbirine “contractor”, yani küçük küçük kontratlarla doğrudan Gig Ekonomisi dediğimiz sistem gibi çalışacak…

Milyonlarca, dijital ya da fiilen dijitler, robotlar, yapay zeka her yeri sarıncaya kadar insan olarak oyunun içine girmemiz gerekecek. Zannedildiği gibi “kebap yatacağız” değil. Kendimizi kullanarak iş yapmamız gerekecek ama bunu herhangi bir yerden yapabileceğiz artık. İnsanın işsiz kalması değil, çok fazla işin yaratılabildiği, olabildiği bir döneme geçeceğiz. Pandemi atakları bitsin,  göreceğiz. Elinden iş gelebilecek bir sürü insan maaş alamaz hale gelecek. Ama bu, işsizlik demek değil. Becerin varsa işin olabilir. Yeter ki, sen o işi hangi formatta yapacağına, nasıl yapacağına dair şablonları – ezberleri – egoları kır. İş ayıbı, seviye ayıbı, maaş ayıbı, küçümsemesi gibi önyargılar ve ön kabuller yerle yeksan olmak zorunda. Olacak. Bir kısım işsiz kalarak düzenli bir ritmde para alamaz hale gelecek. Para da değişiyor; Dijital paralara, blockchainlere geçiyoruz. Diyelim ekmek alacak, bir birim gerekiyor. Birileri iş yaparak sağlayacak. Diğer kesim de yardımlaşmayla, sosyal devlet uygulamalarıyla, onun da ötesinde sivil toplum örgütleriyle, şirketlerle hepimizin derdi olacak. İşsizlik de bir iş olacak, ayıplanmayacak bir durum olacak diye yıllardır söyleyegelip duruyoruz. Eskiden iş yaratmak için tünel kazdırıyorlarmış… İş yaparsan insansın, yapmazsan insan değilsin anlayışı… Lüzumsuz yere tüketelim diye…

Tüketim azalsın diyoruz. Hepimiz obez olduk. Dünyayı hastalandırdık. Üretim kesilmesin, düzen aksamasın diye hala “iş de iş!”

Yani fabrika ayarlarının tamamen değişmesi gereken bir dönemdeyiz. Pandemi, egzersiz dönemi diyelim. Bir ön gösterim. Yeni dünya düzeni, adına da “sürdürülebilir kapitalizm” diyorum.

Hala akıllanmamış gibi görünebiliriz ama ben kitlesel yayın organlarıyla manipüle edildiğini, korku temelli şablonlarla insanları gütme temelli düzenin sürüklenmeye çalışıldığını fark ediyorum. Aslında normal insanlar kendi kendilerine bırakıldıklarında, daha makul şeyleri düşünüp yapabiliyorlar. “universal basic income” ya da “evrensel gelir paylaşımı” gibi modellerin kaçınılmaz olarak ve gönüllü olarak hepimiz tarafından, özellikle de blockchain sistemleri tam olarak kurulduğunda rahatlıkla uygulanacağını ve uygulanması gerekeceğini görüyorum. Yani bu çok net.

Yaprak Özer: Hükümetler altında ezileceklerini ve/veya kendi sistemlerinin yok olacağını düşündükleri için yanaşmıyorlar. Onun dışında eski sistemde sertifikasyon, uzmanlık gibi sistemleri tükettik galiba. Vatandaşlık, zanaat sahibi olma bilinci toplumsal temelimizde olsa da Türkiye’de niye olmuyor?

Ufuk Tarhan: Türkiye’de ne olmuyor? Her şey siyasi ve kamplaşmış gibi değerlendiriliyor ki… 2. Dünya Savaşı’ndan beri en büyük türbülansı geçiriyor dünya. Biz 2. Dünya Savaşı’na girmemişiz ama girenlerin halini biliyoruz. Jeopolitik durumuyla egemen emperyalist güçlerin, kapitalist sistemin pençelerini üstünden çekmediği bir coğrafyada öyle veya böyle edilgen yaşıyoruz. Dünyanın her yerinde herkes benzer durumda. Üzerimizde bir baskı hissediyoruz ama neticede büyük bir çoğunluk evinde oturuyor. Tabii ki yoksulluk, gelir dağılımı eşitsizliği var. Temel gelir gibi bir şey aslında uygulanıyor. Para basılıyor, yardım etc derken, çarklar dönüyor. Yoksa çok kötü çakılmamız gerekir, açlıktan sokakta ölen insanlar görmemiz lazım. Yani bunun şakası yok.

Yaprak Özer: Bir neden kayıt dışı ekonomi derinliği olan bir ülkeyiz. İkincisi uzmanlık, zanaat yok oldu. Tarımda insan yok… Öne sürdüğün resim çok güzel. Kaç tane yeni nesil kişi tanıyorsun ki, yeteneği var ve dışarıya bugün çıkıp işi geliştirebilir? İster “eğitim” ister “öğrenim”, diyelim, problemlerimizden biri bu. Yanlış mı anlıyorum seni?

Ufuk Tarhan: Dünyadaşız artık biz. Dünyanın genelinden kopuk bir halimiz yok. Bizim zayıflıklarımız var, fakat bir şekilde neden olduğunu hala çözemediğimiz bir genetik yapı ya da bir kurgu itibarıyla kurtulma durumumuz var. Krizlerden kendimizi sıyırabilme kabiliyetimiz ya da iki gün önce birbirimizi boğazlıyorken bir gün sonra kenetlenip yürüyebilme becerimiz var. Onlarla ayakta kalıyoruz zaten.

Hangi uluslararası toplantıya girsen, hangi istatistiğe baksan, istisnasız konu “corruption” yolsuzluk… Hepimiz aynı şeyi konuşuyoruz. Sistem sakat… El birliğiyle bunu düzeltmeye çalışıyoruz. Bunu blockchain dediğimiz sistem çözecek. Farkındalığı biz bilişim teknolojileriyle kazanacağız.

Yaprak Özer: Biraz açabilir misin rica etsem?

Ufuk Tarhan: Blockchain’de tamamen aracılık mevzuu, yani tasdik etmek, vergi almak, sömürmek, komisyon almak… sadece devlet için değil, bütün kurumlar için minimalize oluyor. Merkeziyet olacak ama bu merkez, artık verinin elinde olacak.

Yine güç bir yere geçecek; teknoloji baronları… Muhtemelen kısmen medenileşmiş versiyonu olarak geçecek. İnsanlık bir anda pandemi tokadıyla her derdini çözemeyecek. “Sürdürülebilir kapitalizm” olacak.… Kapitalizmi, bir anda yok edemeyiz, ama hiç değilse sürdürülebilir hale gelmesine, bu kadar çok tüketmemeye, karbonu kontrol etmeye, bu kadar döküp saçarak yapmamaya doğru bir adım atar, devletlerin hükümetlerin elinde öbeklenmiş gücü dağıtırsak… örneğin oy sistemiyle… Şu anda dünya üzerindeki bütün hükümetlerde alavere dalavereyle oylara ne oluyor. Geleneksel yöntemlerle, oy al, say metodu kesin değişecek… Bizi yönetecek olanların bir kısmını insanlardan seçeceğiz, büyük bir kısmını da yeni metrik ve rasyolarla yapay zekaya bırakacağız.

Çipleneceğiz. Çiplenmemiz şart. Gözlenmemiz lazım. Bütün dünya, “Aa özgürlüklerimiz…” diyor. Ne özgürlüğünden bahsediyoruz? Pandemide hani özgürlük… Hadi çıksana bakalım dışarıya… Bunları iyi kullanmayı, birbirimize dayak ata ata öğreneceğiz.

Yaprak Özer: Çiplenmeyi biraz açabilir misin? Aşı pasaportu, bunun çok önemli bir ayak sesi.

Ufuk Tarhan: Çip gözlenmek için birbirimizi gözlemek için aslında… Yani bir bilelim kim var kim yok etrafımızda değil mi? Bu mesela pandemi sırasında toplanan test verileri… Bütün bu veriler paylaşılıyor havuzda. O havuzda artık hepimizin her şeyi var. Dolayısıyla şimdi onu kullanma dönemine geçtik.

Sadece sağlık değil, sosyal davranışlar açısından da… Sosyal puanlarla hareket etmemiz gerekiyor. Yani hakikaten de topluma faydası ya da zararı olan ne kadar ne faydası oluyoru bilmemiz ve ona göre ilerlememiz gerekiyor. Bu, hepimizin öğrenmek istediği ve öğrenmeye çalıştığı bir şey. Birisi gelip seninle bir iş yapalım dediğinde hemen araştırmak istiyoruz. LinkedIn’e giriyoruz. Google’da hakkında ne çıkmış bakıyoruz…

Yaprak Özer: Peki kim kontrol edecek bunu? Örneğin bugün Çin teknolojide tahminlerimizin çok üzerinde ileride. Vatandaşının her adımını izliyor…

Ufuk Tarhan: Şu anda hala insan var. Bir müddet sonra bunlar otomatik sistemlere bağlanacak. Onun için kriterleri düzgün oturtmamız lazım.

Biz dünyayı hala, Batı dediğimiz Amerika ve Avrupa’dan anlamaya ve çözmeye çalışıyoruz. Burada kapalı bir Çin var. Çin’de çiplenme ve kontrol meselesi artık uçmuş gitmiş. Dilenciler bile QR kodla sadaka alıyorlar. Sağlık için çip çok önemli, öğrenmek için çok önemli.

Elon Musk çip meselesini ortaya attı. En popüler profil o olduğu için onunla birlikte herkes bu çip psikozuna yeniden girdi. Diyor ki, yani bu konvansiyonel geleneksel metotlarla biz öğrenemeyeceğiz bu kadar bilgiyi.  Öğrenip analiz etmek… Bu, insanların üstesinden gelemeyeceği bir şey. Ray Kurtzweil da aynı şeyi söyler. İnsanın mimarisi eskidi artık. Yani geri kaldı. Buna katkı lazım. E nasıl başka bir şeye katkı yapıyorsak kendimize bu açıdan da katkı… Yani memory… Telefon numarası falan hiçbir şey ezberleyemiyoruz. Bilgi vs. o bu şu… Saniyede alabiliyorsun. Dolayısıyla birtakım becerileri ileri seviyede sadece bilgi almak değil, onun kullanılabilir halde bizde kalması için…

Çok kalabalığız, 8 milyar olduk. 2050’lerde 9-10’lara giden rakamlar konuşuluyor. Üremenin kontrol altına alınması, işte aşı… Bunların hepsinin bir gerçeklik payı vardır. Ama her şeye rağmen çok kalabalığız.

Yer küreyi de tahminlerin çok ötesinde çok hızlı hırpaladık. Uzaya gitme çalışmalarını herkes fantastik buluyor… Oralarda yapılan çalışmalarla dünyanın mevcut ve olası sorunlarını çözeceğiz ilk etapta. Enerji sorununu halletmemiz lazım. Rüzgar ve güneş panelleri ile çözülecek gibi değil. Bitmemeye yakın enerji kaynaklarına ihtiyacımız var. Onun arayışı var uzayda.

İnterneti kesintisiz kullanabilmeye ihtiyacımız var, elektrik gibi… Onun için herkes uydu atıyor… 5G de yetmeyecek. Kuantum bilgisayarlara geçmemiz lazım. Giderek daha hızlı bilgi saklama, paylaşma, işleme kapasitesi gerekiyor. Birlikte iş yapacağımız yapay zeka, robotlar… hızlanma, analiz bilgilerin çoğaldıkça da analiz edebilme ve daha sürdürülebilirlik kriterlerine göre derlenebilmesi lazım. Mantık silsilesinde yeni bir kurgu çalışıyor dünyada. Ben hiç kötü bakmıyorum. Daha ne olacaktı ki zaten yani?

Yaprak Özer: Pandeminin başında bir konuyu önemseyeceğimi hiç düşünmezdim örneğin en büyük eksikliği çip üretiminde yaşayacağımızı. Eksiklik ve üretimde sorunlar bir yana konunun derinde adil dağılım kotası konsepti olmasını; otomotiv, oyun ve diğerleri… Süveyş’i tıkayan geminin ciddi  lojistik skandalı yaratacağını. Diğer taraftan 19 milyon kişinin Facebook bilgileri ifşa oldu… Hayatımızın yeni gerçekleri. Ve küresel görünen konuların altından fışkıran milliyetçi damar!…

Ufuk Tarhan: Temkinli bir iyimserim. Burada da hibrit yaklaşımı benimsemek. T insanlaşmaya çalışmak gibi. Bir anda her şeyi değiştirme kabiliyetimiz yok. Ne bireysel ne kurumsal ne toplumsal ne de evren olarak…

Yaprak Özer: Hibrit tanımını alabilir miyim? Yarı robot yarı insan… Basitleştiriyorum tabii biraz anlatır mısın?

Ufuk Tarhan: Biraz ondan biraz bundan koyarak yeni bir yere doğru gitmek. Yani biraz eski, biraz yeni… Biraz değiştirebileceğin… Bir şeyi seçmek zorunluluğu beni çok rahatsız eder. Dünyada bir dualite var; gece – gündüz, kadın – erkek… zaman zaman birbirlerine karışıyorlar. Hibrit, melez biyolojide olan bir şeydi. Ama ne zaman günlük kullanıma girdi özellikle otomobillerle, biliyoruz ki artık petrol türevli bir enerji kullanmamak lazım. Dünyada bu enerjiyi en çok kullanan otomobiller. Yenilenebilir enerjiye hemen geçebilecek miyiz? Hayır. O zaman ikisini bir bünyede götürmeyi başaracağız bir dönem, ki biri geri çekilip yok olurken biri ilerlesin.

Alvin Toffler’ın dalga analojisi çok önemli; dönüşümleri büyük dalgalara benzetir ve bir dalga patladığında öbür dalga aşağıdan çeker seni der. Kaos olur. Hibrit aslında tam araf, ne dersen de… Yani hem ondan hem bundan yürümek zorundayız. Bünyelerimiz, dünya, evren ona kurgulu. Bunun farkında olarak, yerinde ve zamanın akışına uygun yönetebilme, kullanabilme, içinde olabilme becerisini geliştirmeyi kastediyorum.

Bu sıkıntılar hep oldu, hep olacak. Çakılalım mı burada? Kalamıyoruz ki… O zaman entropi yasasına geliyorsun. Einstein bile “Bence dünyanın en önemli yasası entropidir” demiş. Hiçbir şey yerinde kalamıyor. Her şey başka bir düzensizlikte.

Evrensel gerçeklerde pek bir değişiklik yok. Onlarla bu kadar kalabalıklaşan ve farklı olduğunu zanneden insanlığın başa çıkma sancısı var. Yine sancıların yükseldiği dönemden geçiyoruz. Evrensel kanunlarla ya da gerçeklerle çözeceğiz.

Yaprak Özer: “Kadın” konusunda ısrar etmek istiyorum son olarak. Türk coğrafyasında ayaklarının üzerinde durabilme şansları üzerine kafa yoralım mı?

Ufuk Tarhan: Hemen. Dünyada her şeyi birinci derecede etkileyen insandan sonraki en büyük güç, araç bilim ve teknoloji… Teknoloji olmadan gelişemiyor, yürüyemiyoruz. Giderek daha belirleyici, kilitleyici bir seviyede. Bilim ve teknolojinin hiçbir yerinde kadın neredeyse yok. Yani düşün ki, dünyanın, geçmişini geleceğini şimdisini belirleyen insan olmak, diğeri teknoloji ve bilim. Orada o insanlardan birinin aklı, katkısı neredeyse yok… Bilim ve teknolojide kadın yoksa, hiçbir şey de doğru gitmiyor. Kadın mevzuu, dünyada sıkıntı. Birleşmiş Milletler’in anons ettiği sürdürülebilir küresel amaçların 5 numaralı maddesi… Cinsiyet eşitliği, dünyanın lanetlendiği alandır. Kadın, bilim ve teknolojide olsa, dünyanın kurgusuna eşit katkı verebilse!

Bir sürü şeye cinsiyetle yaklaşabiliriz ama en temel, en yaradılıştan beri ikiye ayrılmış cins arasında bile bir uzlaşı, eşitlik yoksa, ondan sonrasında hiç olmayabilir. Kötümser ya da kendimi çok üzgün ve hırslı, kızgın hissettiğim tek alan bu. Kadın-erkek eşitsizliği, beni hırpalıyor. Yani bu olmadan daha iyi bir dünya nasıl hayal edeceğiz? Pandemi sonrası araştırmalar döküldü ortaya. Bu sefer de 193 yıl gerekiyor eşitlenmek için, şu tempoda…

Kız çocuklarının bilim ve teknolojiye yönlendirilmesi, yetişkin kadınların, genç kızların, bilim ve teknolojide çalışmaya heveslendirilmesi, karışması, dünyanın kısa sürede dengeye, huzura, stabil duruma gelmesine yardım edecek. Cinsiyet eşitliği dendiğinde, beynimde çakan tek şey: Bunu kesinlikle bilim ve teknolojiyle çözebiliriz.

Yaprak Özer: Peki ne yapacağız? Yani ne yapmalıyız? Kendi coğrafyamızda mı? Yine buna da mı küresel bakmak diyeceksin? Ama nasıl olacak? Bu kadınlar ve kız çocukları bilim ve teknolojiyi nasıl sevecekler?

Ufuk Tarhan: İnandırmak, heveslendirmek lazım. Madem çocuklarım torunlarım ve herkes için daha iyi bir gelecek istiyorum ve o geleceğin önemli, en belirgin engelleyicilerinden birini eşitsizlik olarak görüyorum. İki aklın, iki yetkinliğin bir arada kurgulamaması yüzünden böyle oluyor dünya.

62 yaşındayım ve günde 12-13 saatten az çalıştığım yok. Devam diyorum ve bu çalışmayı da rol model olarak göstermek lazım. Ekonomistim. Kadınım. Anneyim. Herkes gibiyim. Teknolojiye kafayı da takmış vaziyetteyim. “Herkes kapısının önünü süpürsün sokak temiz olur”. Evrensel sorun ama küçükten çözmeye başlayacağız. Kendimizi önce.

Paylaş