Adı Henüz Konmadı

İnternet bizi bölecek dediler. Bilgiye sahip olanlar ile bilgiye sahip olmayanlar… Ekonomik bölünmüşlük, bölünmüşlük adına algılayabildiğimiz en temel fark: fakir ve zengin. Etnik bölünmüşlük tarifsiz acılar yaşatan bir başka bölünmüşlük. Dünle bugün arasında bölünenler var. Ben onları geçtim, bugünle yarın arasında kaybolanlardan söz ediyorum. Ben yarını istiyorum. Onlar anlamıyor.

Annem anlattı. Yaşanmış bir hikaye. Canlı. Halen Amerika’da yaşayan aile dostlarımızın bundan bir süre önce hayata veda eden büyük anneleri anlatmış ona da.

Yani olay birinden diğerine anlatılalı yıllar geçmiş. Masalımsı.

Ben yeni dinledim.

Artık aramızda olmayan bu yaşlı kadın, çocukla genç kızlık arası bir yaşta, zamanın şartlarına göre tabii ki evli ve çocuklu olarak Batı Trakya’da yaşarmış ailesiyle. Olaylar patlak verip savaş kapılarını çaldığında, etraflarında kan ve barut kokusu çoğalınca Türkiye’ye göç etmeye karar verirler. Hava soğuk, yol yok, iz yok… Kimi kağnı tepesinde, kimi yürüyor. Balçık! İnsan ayağını kaldıramıyor.

Ağır aksak ama daha hızlı olmak için çaba sarf ederek yığınlar halinde durmadan gidiyorlar. Gece durmak yok, gündüz durmak yok. Hepsi uykusuz. Bakımsız. Çocuklar aç, perişan ve tabi ki soğuktan hasta.

Bu genç kadın da aralarında. Yanında ve kucağında çocuklarıyla. Kucağındaki birkaç aylık. Soğuk bir yandan, verdiği acı diğer taraftan, hayal kırıklıkları, korku, bilinmezlik… Kötü anlayacağınız, kötü…

“”Bir ara kendime hakim olamayarak uykuya yenik düşmüşüm, dalmışım”” demiş anneme. O günleri anlatıyor. Sanki bir filmin değişik sahnelerini resmeder gibi. Sanki bir başkasının hayatını diğerine aktarır gibi.

“”Ne kadar uyudum bilmiyorum. Ama ne kadar uyuyabilirsin ki. Tavşan uykusu. Zaten hoplayıp zıplayarak gidiyorsun.””

Sonra devam etmiş;

“”Gözümü açtığımda kucağımda bebeğim yoktu. Kollarımın arasından kaymış gitmiş. Ne kadar zaman önce bilemedim hiç. Birkaç dakika önce mi, yoksa yarım saat önce mi…
Geri dönmedik, dönemedik.””

Neden dönmemişler diye hesap sordum. Düşünebiliyor musunuz. Yıllar sonra ve dış kapının mandalı: “”İnsan dönmez mi?””

Dönemezlermiş. Düşman arkalarından gelirken, yollar bu kadar çamur içindeyken dönseler de bulamazlarmış. Dondurucu soğukta bebeğin yaşaması beklenemezmiş. “”Kalan sağlar bizimdir”” demişler. Tercih yapmışlar. Birini kurtarmak adına diğerlerini feda edememişler.

İnsanların çaresizliğini düşünebiliyor musunuz?

Bizim anlayamayacağımız bir çaresizlik, bizim anlayamayacağımız şartlar. Ve toplasanız kaç sene önce.

Bir şans verilse o zaman dilimi yerine başka bir tarihte yaşamak istemez miydi acaba? Ne günahı vardı?

Ve en önemlisi de bireylerin kontrol edemediği koşullar, onların dışında gelişen olaylar, tanımadıkları insanların onların adına verdikleri kararlar.

Benim dinlediğim hikaye ne ilk ne son. Kim bilir başkalarının ne acıları var. Anadolu topraklarında yaşanmadı mı başka acılar. Halen Filistin ve İsrail arasında yaşanmıyor mu?

Gencecik çocuklarını ölüme gönderiyor anneler. Onlarınki de başka tür bir çaresizlik. Onlarınki de aynı acı, farklı hikaye. Ölüm haberini alıyorlar durup dururken. Anlam veremeden. Yürekleri acıyor. Bilmedikleri, tanımadıkları insanlar için ölüyor ya da öldürüyorlar.

Yaşadığımız coğrafya ve yaşadığımız tarih dilimine bağlı olarak kaderimiz ne kadar da değişiyor. Aynı tarih diliminde fakat farklı coğrafyada başka insanlar daha mutlu, daha sakin, daha huzurlu olabilirken, filmin bir başka karesinde müthiş acılar yaşanıyor.

Genlerde Gizli

Yapılan araştırmalar çocuklukta yaşadığımız çevrenin, ileriki yıllarda sergilediğimiz davranışların nedeni olduğunu gösteriyor. Neden olduğunu ise yine araştırmalar, genlerimizi deşifre ederek bulmaya çalışıyorlar. Gen haritamız, her şeyi anlatıyor ama biz henüz onu okumasını bilmiyoruz.

Kim bilir belki bize de nasip olacak, belki dünyanın bir başka coğrafyasında okunmaya başlayacak birileri yararlanacak, ama bizim buralara gelip, rahatlıkla kullanılacak kadar yaygın ve ucuz olması için zaman geçmesi gerekecek.

Bu durumda biz yine başkalarının hikayelerini dinlemekle yetineceğiz.
Kader.

Ve aynı kader, bir gün, kendi kontrol edemediği şartlar içinde geçirdiği çocukluk nedeniyle, yetişkin döneminde agresif, hırçın, anlaşılmaz, olumsuz tutum ve davranışlar sergileyen biriyle yaşamak, biriyle çalışmak, biri tarafından yönetilmek durumunu yaratacak.

Onu kadersizliği başkalarının kaderini etkileyecek.
Kimileri kansere yakalanıp, iyileşebilecekken bilinmeyen pek çok şey olduğu için ölecek. Diğeri, aynı hastalıkla mücadele edebilecek hatta bu hastalığın kendisine ne zaman ve ne şekilde musallat olacağını çok önceden bileceği için önlemini alacak.

Hangi coğrafya hangi tarih diliminde bulunduğunuz ne kadar önemli değil mi. Tüm ajandanız değişiyor.Hayatınızın anlamı, öncelikleriniz.

Örneğin ben anneannemi 56 yaşındayken kanser yüzünden kaybettim. O ana kadar duyduklarımı saymayın, ilk kez kanserle tanıştığımda üniversite öğrencisiydim. Tatilde göğsünde tesadüfen hissettiği bir sertlikle önce yerel doktorun ardından İstanbul’un en saygın doktorlarının kapısını çalmıştık. Birinden diğerine, çok inanmak istemeyerek dolaşmış, onlar nedense kapı aralıklarında ailenin diğer fertlerine çok kötü bir hastalıkla pençeleştiğimizi anlatmış, olay anneannemden saklanmıştı.

Keşke bilseydi diyorum bugün. Çünkü yapabileceği bir şeyler, alacağı kararlar, farklılaştırabileceği bir şeyler olabilirdi.

Hipokrat Yemini

Herkes onun hiçbir şey bilmeyerek daha mutlu olacağını düşünmüş onun adına karar verilmiş, önemsiz gibi gösterilen bir sağlık nedeniyle göğsünden ameliyat olmaya ikna edilmiş, ameliyattan çıkıp kendine geldiğinde bir göğsünün alındığı anlatılmıştı.

En yetkin ve tecrübeli doktorlar o zaman böyle çalışıyorlardı. Hesap vermeden, verme gereği duymadan, bir kadının göğsünün alınmasının onda yaratacağı psikolojik tahribatı hesap etmeden.

Ameliyat sonrası bir süre mutlu hayatımız sürmüş sonra o kötü hastalık yeniden baş kaldırmıştı. Artık düşüş başlamıştı, hayatımızda kötü bir sayfa yaşıyorduk. Doktor doktor dolaşıyor, paranın alabileceği her şeyi alıyor, ama bir türlü hiçbir şeye çare olamıyorduk.

Bir gün anneannem muayenede, “”Doktor bey”” dedi. “”Siz hipokrat yemini ettiniz değil mi, neden bana doğruları söylemiyorsunuz?””

Hani “”Söyleyin de hala yapabilecek bir şeyim varsa, bırakın yapayım. Unutmayın hayat benim.”” der gibiydi.

Çok şaşırmıştım, doktor da öyle. Doktor yine kıvırıp dans etmişti. Hastasının yararına olduğunu düşünerek.

Bir süre sonra kaybettik onu. Hastalığının ilk günleri hala ayakta ve kendisini taşıyabilirken durumun ciddiyetini fark etmiş gözüküyordu. Morali bozuktu. Yapacak çok şey, buna karşılık çok az zaman vardı.

Son günlerinde ise tam tersi, acaba kaç saatimiz daha var diye düşünürken, o, kendisini hiç bu kadar iyi hissetmediğinden, farklı planlarından söz ediyordu. Yaşama tutunmak için son çabalarmış meğer.

Gen Haritası

Gen haritası ise farklı bir hayat sunacak. Yaşama tutunmak için son kez çabalamak için gerek kalmayacak, tam tersine baştan hayatımıza ilişkin pek çok sorunu biliyor, öngörebiliyor olacağız.

Çalışmalar devam ediyor. Çok hızla ilerlese de sonuçlarını o kadar hızla günlük hayatımıza entegre edemiyoruz.

Biri bana geçmişte hangi tarih diliminde yaşamak istediğimi sorsa, hiç düşünmeden geçmişin hiçbir tarih diliminde yaşamak istemediğimi söylerim. Hani çok sıradan bir şekilde “”Ahh keşke şimdi üniversitede olsam, lise çağlarında olsam”” derler ya…

Hiçbir zaman böyle bir özlem duymadım ben.

Kötü talebe olduğum için değil, tam tersine çok başarılıydım. Yine de hiç çekmemiştir beni.
Hepinizin benimle aynı fikirde olmasını beklemiyorum. Kendinizi zorlamayın.

Londra Kings College Psikiyatri bölümü üyelerinden Terrie Moffitt ilginç bir araştırmanın liderliğini üstleniyor. Çok uzun zamandır devam eden bu çalışmanın özü insanların genlerine bakıp davranışlarını belirleyebilmek.

Agresif tutumumuz, mutsuz yaklaşımlarımız, huysuz duruşumuz MAOA adlı bir genden kaynaklanıyor. Bunu bilmek nasıl yardım edecek bilmiyorum. En azından şu an için. Ama gelecek için umutlanırken, daha önce neden bilinmiyordu diye isyan ediyorum.

Monoamine oxidase-A bir enzim. Bu enzim sinir hücreleri arasında mesaj taşıyormuş:  neurotransmitters ya da yalnızca taşıyıcı diyelim. Bu taşıyıcı moleküller içlerinde davranışlarımızı düzenleyen dopamine, serotonin gibi maddeler taşıyorlar. Bu MAOA ya da monoamine oxidase-A eksikliği insanların hırçınlaşmasına, sinir sisteminin bozulmasına, agresif davranışlar sergilemesine neden oluyor.

Bilim adamlarının ilginç bulgularından biri ise, çocuklukta MAOA eksikliği olması halinde, büyüdükten sonra bu enzimin vücudumuzdaki düzeyi yükselse de davranışlarımızın çoktan kalıplaşmış olması. Hırçınlığın sürmesi. Bir çeşit “”geçmiş olsun”” hali. Çocukluktaki eksiklikler telafi edilemiyor.

Ne Alakası Var

Tüm bu anlattıklarımın içinde bulunduğumuz güncel gelişmelerle ne kadar ilgisi olabilir?
Yarın öbür gün gen haritamızın çözülmesi demek, gelecek yıllarda siyasi, sosyal, ekonomik hayatımızın çok farklı bir noktaya gitmesi anlamına gelecek.

Örneğin 40 yaşından sonra kanser olma olasılığı yüksek bir kişi kendisini nasıl koruyacağını bilecek, tedbirini önceden alacak, hayatta talip olacağı görevlerin neler olması gerektiğine sağlıklı bir şekilde karar verecek. Diğer hastalıklar için de bu geçerli olacak.

Ailesinde herhangi bir gen bozukluğu bulunan belki çocuk yapmamayı tercih edecek, belki tedavi olmanın yollarını arayacak.

Misyonunu tamamlayabilme şansı olmayan, sağlık riski taşıyan kişi/leri siyasete seçip seçmeme kararını bizler alabileceğiz.

Çocukluğunda falanca gen, filanca molekül yüzünden büyüyünce davranış bozuklukları sergileyen, ya da doğuştan davranış sorunları yaşayan ve yaşatacak insanlarla yola çıkıp çıkmama kararını daha sağlıklı verebileceğiz. Tuhaf davranış, tutarsız yaklaşımların nedenlerini ortaya koyacak, insanların tutumlarını deşifre edebileceğiz. Gelecekte alacakları kararları bilimsel olarak tahmin edebileceğiz.

Uzay Yolu Gibi

Kişilerin nedensiz davranışlarının gerekçeleri ortada olacak.

Belki biraz Uzay Yolu gibi yaşayacağız ama ben razıyım.

O zaman kimsenin ittifak derdi tasası kalmayacak. Biz de bir avuç insanın iki dudağının arasına hapsetmeyeceğiz kendimizi. Bir tür şeffaflık hakim olacak, kiminle dans ettiğinizi biliyor olacaksınız.

Kişisel konular kişisel genler kamuya mal olacak.

Ben bu ittifakın “”anasını satayım”” diyemeyeceksiniz. Diyemeyeceğiniz şeyler bununla da sınırlı kalmayacak tabii. Umuyorum ki hayatımız daha bilimsel olacak.

Kağnı sırtında uyuya kaldığı için kucağındaki bebeğini düşüren göçmen kadın, hikayesini anlattığında 80′li yaşlarını sürüyordu. Ama o bebeği hiç unutmamıştı. Oysa bu hikayeyi anlattığında oğlu 60′ında torunları çoluk çocuğa karışmak üzereydi.

Neden böyle bir hayat yaşamak isteyeyim ki?

Seksenlerimin ortasında artık konfora kavuşsam ne olacak, kavuşmasam ne olacak, kucağımdan bir anlık dalgınlıkla düşürdüğüm bebeğim çamurların arasında belki arkadan gelen bir kağnının altında ezildikten sonra. Hayatımı zorluk ve sefalet içinde geçirip, kaybettiğim hiçbir günü geri alamadıktan sonra.

Geçmiş Sizin Olsun

Bu seçimler ve yapacağım seçimin bana hayatımı sorgulama fırsatı vermesini istiyorum. Bunun için kendimi zorluyorum. Geçmişten çıkardığım sevdiklerimi, gözlerimde yaşlar birikmesi pahasına anımsamak istiyorum. Bazıları hayatlarını pisi pisine kaybetti. Kimin ne suçu vardı? Yanlış ameliyat ya da geç teşhis koyan doktor cahildi. Kadın gençti. Kim bilir doğduğu gün belki ileride kanser olacağı belliydi. Tek kabahati, bundan 20 yıl önce yaşamış olmasıydı.

Kim beni geçmişte yaşamaya ikna edebilir?

Ben geleceği istiyorum. Geleceği satın almak istiyorum.

Birey olarak bunun için tuttuğum insanlar var. Yani evdeki telefonu tamir etmesi için tuttuğum telefoncu, akan musluğu yapması için çağırdığım tesisatçı gibi. Çocuğu emanet ettiğim öğretmen, bana emanet edilen işler gibi.

Geleceği adıma satın almasını istediğim insanlara politikacı deniyor.

Sanırım geçmişin değerleriyle yaşadıkları için gelebildikleri tek yer bugün. Yarın onlar için hayal. Hani fiziki anlamda yarın olmayacaklarını bildikleri için kesinlikle ilgilenmiyorlar. Nasılsa ölmüş olacaklar.

Varsa yoksa bugün.
Ölümlü dünya.
Nasıl anlaşabileceğiz onlarla.

Aynı dili bile konuşmuyoruz. Aynı hayatı asla yaşamıyoruz. Onların günleri sigara dumanı içindeki parti binalarında, kapı aralıklarında, meclis koridorlarında sağı solu kolaçan etmek, politika yapmakla, geceleri şiş kebap muhabbet ve pazarlık içinde geçiyor.

Benim günüm ise sabah en geç 06:30′da başlıyor. Dünyayı izleyerek güne merhaba diyorum. Sabahın ilk saatleri kimsenin beni rahatsız etmeyeceği düşüncesiyle, dünyada dolaşıyorum. Bu insanların çoğu benim güne merhaba dediğim saatten biraz önce yorgunluktan sızıp uykuya dalıyor. Hayatı yaşayışımız farklı. O, şişmiş gözlerle kalktığında ben büyük olasılıkla günün ilk toplantısından çıkmış olacağım, günün ilk yazısını çoktan bitirmiş sayacağım ve sıradakine koyulacağım. Çocuğun gününü ayarlamış olacak, ona 24 saat planlayacağım. İçine biraz eğlence, biraz bilgi, biraz zaman değerlendirme, yemek ve kalori hesapları yapacağım. Yaşam alanıma giren ihtiyaçların giderilmesini sağlayacak, işlerime devam edeceğim. Bir sürü insana değişik fikirler verecek, onlarınkini dinleyeceğim. Ders notlarımı hazırlayacak, televizyon programı için çalışacak, ekip arkadaşlarıma yardımcı olacak, çalışmaları denetleyecek….  Böyle gidecek.

Anladınız mı neden aynı dili konuşmadığımızı?

O çocuğun bakımını karısına yüklemiş. Çocuğu var ama hayatında yok. Ne bilecek yarını. Göstermelik iki fotoğraf çektirip albüme yerleştirmekle olmuyor ki bu işler. O işi saydığı politikadan başka bir şey yapmamış. Politika olmayınca sudan çıkmış balık gibi oluyor. Bilmiyor yaşamasını. Hayatın geri kalan kısmını aile fertlerine yüklemiş. O devlet işleriyle meşgul.
Ama kurtarılacaklar arasında ben de varım. Benim kurtarılmasını istediğim konularla onunkiler bir değil.

Ben bugünü yaşıyorum yarını satın alabilme kaygısıyla; onlar dündeler bugünü koparabilmek kaygısıyla.
Hayatımda gördüğüm en büyük bölünmüşlük. Adı henüz yok.

 

Paylaş