Acilen Sürdürülebilir Vatandaş

Dili dönen dönmeyen herkesin dilinde “sürdürülebilirlik”. Güzel bir kelime olmakla birlikte, söylenemediği kadar uygulanamıyor da. Ama diyeceksiniz ki, ne gam…  Peki uygulanamayan şey nasıl moda deyimle “trend topic” oluyor? İşte bunu anlayana aşk olsun!

Bildiğim kadarıyla sürdürmek ve sürdürülebilir olmak için sistemli olmak, bilinçli olmak, saygılı olmak, sevgi dolu olmak gerekiyor. Sürdürebilmek için ekonomik değere sahip olmak, katma değer yaratmak, fonksiyon ve fayda sağlamak gerekiyor. Bu kriterlere sahip olmasa da dert etmeden o kadar çok sürdürdüğünü iddia eden var ki, sürdürenler buysa ben sürdürmeyeceğim diyorsunuz.

Bir torba laf ettikten sonra bu konuyu seçtim çünkü, hayatımızın en anlamlı kelimelerinden biri olduğuna gönülden inanıyorum.

Gülin Yücel Sürdürülebilirlik Danışmanı. Üniversitede ders veriyor, kurumlara danışmanlık yapıyor, sivil toplum kuruluşlarında konunun gönüllü temsilciliğini üstleniyor. Ülkemizin, kurumların, bireylerin ve küresel anlamda neredeyse tüm dünyanın sürdürmek yerine sürünmeyi seçtiği bir ekonomik ve siyasi iklimde söyleşimiz adeta bir derse dönüştü.  Ben keyifle dinledim, siz de umarım keyifle okursunuz. Söyleşinin can alıcı noktaları arasından beni en fazla yakalayanı Yücel’in şu cümlesi oldu: “Sürdürülebilirliği önemseyen vatandaş olmaktan daha acil bir şeyimiz yok esasında.”

 

Meşhur “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri 2030”a 12 yıl kaldı, bu temanın neresindeyiz?

Kavram ilk kez 1987’de Birleşmiş Milletler’de dillendi. 2015’de dünya üzerindeki bütün ülkelerin imzasıyla (197) Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi ve Hedefleri 2030 ortaya çıktı. Son olarak Suriye ve Sudan’ın imzaladığı bir hedefler listesi ve 2030’da dünya böyle olacak denen bir taahhüt var. Hukuki yaptırımı yok. Ülkelerin bu gündemi ne kadar içlerine alıp yapısallaştırdıkları kritik oluyor.

Zaten ülkelerin sürdürülebilirliği yok, baştan gol yemiş görünüyor…

Esasında bir evvelki dönemde de “Bin Yıl Hedefleri”nden bahsediyorduk. Milenyum Hedefleri diye geçiyor. Orada nispeten bazı konularda ilerleme oldu. Örneğin fakirlik, kadın hakları…  Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri 2030 farkını şöyle özetlemek mümkün; daha yerelleştirilmiş ve tüm paydaşların işin içerisine girerek yapması gereken hedefler.

Paydaş derken

Şimdi paydaş sadece devlet olamaz eğer yapısal bir dönüşümden bahsediyorsak özel sektör bunun çok önemli bir bacağı olacak, sivil toplum, vatandaşlar, akademi aynı şekilde bu dönüşümün bir parçası olmak zorunda. Çünkü biz esasında bu gezegeni ve toplumları sürdürülebilir yapmanın doğru bir noktasında değiliz.

Sürdürülebilirlik ne demek? Yani yaşamın sürdürülebilir olması mı? Mutluluğun da, çalışmanın da yemenin içmenin, hayatta kalmanın çevrenin de olduğu topyekun bir yaşam mı?

Bunların tamamı sürdürülebilir kalkınmanın adreslediği konular. Bir bacağı ekonomik refah. Sadece ekonomik büyüme ve karlık odağında değiliz. Kurumun, devletin tüm paydaşları dediği kitlelere daha iyi yaşam koşulları sunması için ortam yaratılmasından bahsediyoruz. İkinci bacağı çevre. Sınırları belirli olan bir gezegende yaşıyoruz.  Çevrenin sürdürülebilirliğini koruyarak su kaynaklarını, yeraltı kaynaklarını, toprağı, iklimin koşullarını göz önünde bulundurarak yaşamamızdan bahsediyoruz. Üçüncü bacağı da sosyal. Etki yaptığımız her şeyin esasında, neyi ne için yaptığımızı kaybetmemeliyiz. Dediğiniz gibi mutluluk! Niye yaşıyoruz mutlu olmak refah içerisinde olmak için. Bunun en temel koşulu mesela doğayla alakalı. İnsanları mutlu eden şeylerin başında doğayla olan ilişkisi geliyor, aynı zamanda bir sosyal adalet olgusu geliyor dolayısıyla biz bu sürdürülebilirlikte ekonomik refah, çevrenin sürdürülebilirliği, sosyal etki ve herkes için adalet kavramını birleştiriyoruz.

Pahalı bir süreç olmasına karşın neden sürdürülebilirliğe ilgi gösteriyorlar?

Öncelikle özel sektör açısından bunu cevaplayacağım ki, bütün kurumlar için de geçerli esasında. Şu an bildiğimiz özel sektör büyük firmalarının yüzde 80’i, yüzyıl ortasına kadar (2040 ve sonrası) hayatta olmayacak… Bu şekilde çalışmaya devam edilirse sürdürülebilir olmayacak.

Bu şekilde çalışmaya devam etmekten kastınız ne?

Ekonomik büyüme ve karlılık odağını görüp, çevre boyutunu ve sosyal etki boyutunu ve bunun doğru bir yönetişim modeli ile yönetilmesi gerekliliğini görmezlerse… Çoğu gidiyor. Dolayısıyla 50-60 senelik bir kurumsanız, tekrar bir 50-60 sene daha sürdürülebilir olmaya niyetiniz olması lazım. Bunu yapabilmek de artık sadece ekonomik odaklılıkla, büyüme ve karlılığa odaklanarak olabilecek bir şey değil.

Üreteyim, satayım, kazanıyım kar edeyim değil yani…

Aynen öyle. Çünkü biz ne yapıyorduk 20. yüzyılda, doğanın kaynaklarının sınırsız olduğunu ve işlerin kullanıma hazır olduğunu düşünüyorduk. Kimya ile her şeyi yapabileceğimizi düşünüyorduk. Pazar dediğimiz şey de fakirler yoktu ki, şu an baktığımızda 7.6 milyarlık dünya nüfusunun 3 milyarı dar gelirli ve fakir…  Büyüme bakış açısıyla, sadece yapmaya alışık olunan iş yapış şekilleri göremeyiz. Bunun bir sonu var.

Ezber bozuldu diyorsunuz.

Ezber bozuldu. Zaten kurumsal tarafta seneden seneye artan malzeme fiyatları, enerji fiyatları, kaynak fiyatları öte yanda yarattığımız sosyal etkiler karlılıkların yüzde 1-2 artırılmasının ne kadar zor, hatta belki mümkün olmadığını gördüğümüz zamanlarda yaşıyoruz. O yüzden de artık temelde tüm kurumlar özel sektör iş yapış şekillerini gözden geçirmeli.

Bunun sonu var dediniz, çıkış var mı?

Birleşmiş Milletler Kalkınma Hedefleri ve bir Paris Anlaşması var. Paris Anlaşması diyor ki; ‘’2030’a kadar dünya emisyonlarını 1,5 derece ısınmanın içerisinde kalabilecek noktaya getirmemiz lazım. Çünkü başka türlü çevreyi, gezegeni koruyamayacağız’’. Şimdi özel sektör bunu bir risk olarak da görmeli mutlaka ama, öte yanda burada bir fırsat var mı diye de düşünmeli. Özel sektör şununla ilgilenir temelde; değerli bir kurum muyum? Bir kurumun nasıl gözüktüğü onun en önemli tercih sebebi. Nasıl durduğunuz ve değerleriniz ile %42 oranında sizinle olmaya karar veriyorlar.

Elle tutulan ve tutulamayan varlıklar…

Esasında çok güzel bir yere getirdiniz her ikisinden de bahsediyorum şu anda elle tutulur varlıklar ve elle tutulamayan varlıklar üzerinden şirketlerin değerlendirmeleri yapılıyor. Yüzde 80 elle tutulamayan varlıklar üzerinden yapılıyor. O yüzden de nasıl gözüktüğünüz, bu kalkınma hedeflerine göre ne kadar sorumluluk aldığınızı belirtmeniz çok önemli iletişim açısından. Onun ötesinde burada bir ekonomik fırsat var; elimizdeki rakamlar 2030’a kadar sürdürülebilirlik ekonomisinin 12 trilyon dolarlık yeni bir iş hacmi getireceğinden söz ediyor.

Müthiş bir büyüklük; 12 trilyon dolar!  

Gençlerin de ilgisini çekecek binlerce yeni iş alanı, istihdam getiriyor olacak. Bunlar bildiğimiz geleneksel başlıklardan örneğin otomotiv, bankacılık gibi değil. Dünyayı daha iyi bir yer yapmamıza yarayacak yeni iş alanları bunlar.

“İyi” olmak işe yarayacak desenize.

Mesela otomotiv yerine Mobilite Hizmetleri diyeceğiz; bir yerden bir yere insanlar nasıl gider bununla ilgili özel sektörün inovasyon becerisi ve iş yaratma dürtüsüyle bilmediğimiz işler yaratacak.

Sürdürülebilirliğin bireysel hali var mı?  

Sürdürülebilirliği önemseyen vatandaş olmaktan daha acil bir şeyimiz yok esasında.

Neyi kastediyorsunuz?

Şimdi biz 2030 senesinden bahsediyoruz, eğer hiçbir şey yapmazsak ve dünyayı bu şekilde bırakırsak yüzyıl sonuna kadar 6-8 derece dünyayı ısıtmaktan bahsediyoruz. Bu da ne demek…

Olmayacağımız bir dünya mı demek?

Evet. Yani biz burada nasıl nefes alacağız, ne ile besleneceğiz, tarım ürünleri hala üretilebiliyor olacak mı? Hangi havayla, hangi suyla, hangi verimlilikle, hangi ısıda… gibi konulara geleceğiz. En temel insanlık noktasına geri dönüyor olacağız: “Ben nasıl hayatta kalacağım?”

Yoğunlukla çevre odaklı olduğu sanılan sürdürülebilirlik temasının çevreden ibaret olmadığını anlıyoruz!

Ekonomik refah ve büyüme sağlamak için yarattığımız problemler eğer çevre üzerinde bir koşul oluşturuyorsa, hava kirliliği ısınma kuraklık gibi bu dönüp dolaşıp toplumların refahını etkiliyor. Suriye’de yaşanılan göçün aslında su kaynaklarına erişimin kısıtlanması ve tarım verimliliklerinin düşük olduğu ile alakalı olduğunu biliyoruz. Öte yandan dünyanın birçok yerinde önemli kasırgalardan bahsediliyor bunlar da yine çevrenin tetiklediği olgularla olan ama milyarlarca dolarlık zarara sebep veren çevre değişimleri. Dolayısıyla evini kaybeden işini kaybeden ailesini kaybeden bir insanda sürdürülebilirlik olgusunu sadece çevresel bağlamda beklemek mümkün değil. Ekonomi, çevre ve sosyal boyut birbiriyle iç içe ve ancak birlikte düşünülerek çözüm yaratılabilir.

Paylaş