Öz ile sözün birliği

 

 

İnsanın önemli meziyetlerinden bir tanesi özüyle sözünün bir olması. Meziyet dediğime de bakmayın, düzgün insan olmanın temel kriterlerinden bir tanesi aslında. Şimdilerde önemli bir artı değer olarak ortaya konmasını şaşkınlıkla izliyorum. Yalan söylememek, çalmamak ve çırpmamak gibi…

 

Ben öz ve söz birliği denince, söylediklerinle yaptıklarının bir olması gerektiğini anlıyorum. İlginçtir ki, zahmet etmeden kurduğunuz bu cümlenin gereklerini yapabilmek pek zahmetlidir. Çoğumuzun doğru konuşup, eğri yaptığı düşünülecek olursa… Kolay bir iş değildir öz ve söz birliği. Başka bir şey söyleyip, bir başka dünyayı yaşamayacaksın. Sözünü tutacak, yaptığını söyleyeceksin.

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan geçtiğimiz hafta, AKP’li kadınlara “siyasi” içerikli nasihatlerde bulundu. Benim dikkatimi çeken konu başlığı, öz ve söz birliğine ilişkindi. Sayın Erdoğan eş sıfatıyla yaptığı konuşmada “Siyasetimizi ve ticaretimizi kendi egomuzu tatmin için yaparsak, daha şehvetli, daha aydınlık bir geleceği mümkün kılamayız” diyerek başladığı sözlerini şöyle sürdürmüş; ”Sizler Türkiye’de bir değişimi ve öze dönüşümü temsil ediyorsunuz. Sosyal yapınızda ve günlük hayatınızda değişimi hissetmek ve hissettirmek için her birinizi bekleyen önemli görevler vardır. Bu heyecanımızı daha çok kitlelerle paylaşmak zorundayız. Hiçbiriniz ama hiçbiriniz, ‘Ben büyük bir dava için ne kadar katkıda bulunabilirim’ demesin. Büyük mesafeler küçük adımlarla aşılıyor…” diye devam ediyor.

 

Bazı noktaları anlamakta zorlandım. Örneğin neden ve şimdi böyle bir çıkış yapma ihtiyacı duyduğunu kavramakta güçlük çektim. Bugüne kadar özleriyle sözleri uymuyordu herhalde diye düşündüm. Dün söyledikleri mi uymuyor, bugün söyledikleri mi… Yarın daha farklı şeyler söyleyebilirler mi… Bugüne kadar özünde olmamış ise, beni kandırmış sayılır mı? Bir kere öze dönmek yeter mi? Yoksa eski solcular gibi “dön baba dönelim” bu duruma uyar mı? Bunları bıraktım, Cumhuriyet tarihi mi özünden sapmış acaba diye düşündüm. Son sorum da şu; özünde olanlar ne yapmalı? Yani özünü sorgulamayanlar. Oldukları gibi davrananlar, onların dönecek bir yerleri yok, ne yapsınlar?

 

Sorumluluk taşımayan kişilerin siyasi içerikli konuşmalar yapması, en az siyasi sorumluluğu olup da konuşmayanlar kadar yaygın bir durum bizim ülkemizde. Siyaseti iş dünyasından ayıran temel konulardan biri de bu. İş sahibiyseniz ve icraatın içindeyseniz sorumluluğunuzun gereklerini yerine getirecek, konuşmak gerekiyorsa konuşacak ve eylemde bulunacaksınız. Güç eşittir hesap verebilir olmak. Bir dönem eş, baba durumundan şirket koltuklarında oturanların sayısı bugünkünden daha kabarıktı. Padişahlık gibi babadan oğula, oğul yoksa kıza geçen şirketlerin sayısı daha çoktu… Özellikle insan kaynakları uygulamalarının bize kıyasla daha yerleşik olduğu gelişmiş ekonomilerde eş ve baba meziyeti dışında bir yetkinliği olmayanların bu kontenjan sayesinde buralarda bulunması çok eleştirildi. İş dünyası, kar marjının düştüğü, kazançların azalıp çalışma zorunluluğunun çoğaldığı, hesap verilebilirliğin öne çıktığı bugünlerde, eş ve baba kontenjanından istihdam edilenleri bünyesinde daha az barındırır oldu. Kız mı kazanç mı… Kazanç! Kar mı oğul mu, kar! İş mi eş mi, iş!

 

Biliyoruz ki siyaset bu çark üzerinden dönmüyor. Sayın başbakan da böyle düşünmüş olmalı, ticaretle iştigal ederken eşini işine karıştırdığına şahit olmadık, siyaset farklı. Hesaplar halktan… Şaşırdım doğrusu, siyasetin bir işletme gibi yönetilebileceğini kendisinin de genel müdür olarak bu işletmede her türlü pazarlama faaliyetinde bulunacağını açık yüreklilikle ifade etmişti oysa. Anladım ki siyaset evrensel muhasebe kurallarına göre denetlenmiyor. Yıl sonu gelir ve gider hesabı yok. Seçimden seçime. Kim öle kim kala. Ona bir tava, buna iki tencere, bir paket nohut, bir çuval bulgur…

 

Kadın kollarında “şehvetle” tartışılmasını önermek istediğim bir konu var. Türkiye’de çalışma çağındaki kadın nüfusun istihdam edilenlere oranı yüzde 24.3. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkeleri içinde, son sırada. AB ortalaması, yüzde 57.

Bu konu nasıl tartışılır bilemem. Yaşı küçük bir devlet büyüğümüz yakın geçmişte boş bulunup Allah’a şükür ekonominin iyi gittiğini, kocalara iş bulunca kadınların artık rahatça evde oturabildiklerini söylemişti. Bu sözleri sarfedip, topa tutulunca bir daha istihdam konusunda özüyle sözü birbirini tutmadı. Ağzından hiçbir şey çıkmadı.

 

Medeni olmanın ve medeniyetin tek bir doğrusu vardır. Eğitim ve üretim. Kalkınmış ülkelerin bizden farkı kadının eğitimden eşit pay alması, üretime katılmasının sözde değil, eylemle teşvik edilmesidir. Özünüz ile sözünüz bir ise bir daha ki kadınlar toplantısında bu konuyu ele alın. Bakalım vekiller eşlerini çalışmaya teşvik ettiğiniz için sizi alkışlayacaklar mı?

Öz ile söz birliği, ırk, cinsiyet, milliyet, din, sermaye gözetmeden talip olduğunuz koltuğun görev tarifine uyar şekilde çalışmaktır. İcraatınızın önemli bir bölümünü oluşturan Avrupa Birliği sürecine entegrasyon, özü ve sözü daha fazla denetleyecek bilesiniz. Türkiye’nin kalkınabilmesi için kadın nüfusunun daha iyi eğitilmesi gerektiğini, çalışma yaşamına aktif olarak katılmasını, ekonomik özgürlüğünü kazanmasını sağlamamız gerektiğini söylemek ve bunu icraata dökmeniz gerekecek.

Paylaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir