1 Birey 5 Kıta 5 Zirve 5 Maraton

Necdet Turhan. Türkiye’nin ilk görme engelli dağcısı ve milli atleti. Türk Hava Yolları’nın reklamlarıyla kendisini tanıdık. Ne yazık ki, olması gerektiğinden geç. Ne iyi ki, Necdet Turhan artık İndeks Konuşmacı Ajansı’nda profesyonel konuşmacı.  15 yıl süren uzun ve zorlu bir mücadelenin ardından “5 kıtada 5 maraton 5 zirve” misyonunu tamamlamış bir kahraman.

 

Neden kahraman diyorum, biliyor musunuz… Amacım sıfatları ölçüsüz kullanmak değil. Kahraman çünkü, kentlerimizde kasabalarımızda sokakta destek almadan yürümesi mümkün değil. Bir görme engelli olarak kaldırımda yürümesi, karşıdan karşıya geçmesi, herkes gibi sabah işe gidip akşam dönmesi ve bunları yaparken hayatta kalması bir mucize. Gerçekçi olduğumu ve gerçekleri yansıttığımı düşünüyorum. 5 duyuya eksiksiz sahip olanlar için de kentlerin sistemsiz habitatında yaşamak mucizeyken, görme engelli birinin elindeki iple kılavuz sporcuyla kilometrelerce koşması, zirve yaparken kılavuzla arasındaki çan ve sesiyle ilerlemesi mucize değil mi? Necdet Turhan, koşarken rüzgar yüzünü yaladıkça, tırmanırken soğuk yüzünü yakarken özgürleştiğini hissediyor ve tüm duyularını yüreği ve aklıyla kullanabiliyor.

 

Biz de yüreğimizi ve aklımızı bir kerecik olsun bir araya getirip, yaşanabilir alanlar yaratmayı planlamalı ve hayata geçirmeliyiz. Bu arada Necdet Turhan, Hak Temelli Sosyal Model savunucusu. Engelli engelsiz herkesin toplumun ferdi olarak eşit olduğunu ve eşit şartlarda eşit haklarla yaşaması gerektiğini savunuyor. Savunmasına gerek var mı? Savunmak zorunda bıraktığımız için kendi adıma utanıyor ve üzülüyorum.

 

Necdet Turhan, fethiniz uzun sürmüş. Sizinle tanışmamız da gecikti, neden?

Olanaksızlıklar nedeni ile uzun sürdü. Olanaksızlıklar derken bilhassa finansal olanaksızlıklardan dolayı uzun sürdü.

 

Zaten her şey oraya dönüyor.

Bir de ben süreçleri tek başıma yönettim. Bir ekip çalışması değildi. Onun da tabii etkisi var. Bu manada 15 yıl sürdü, ama görkemli bir şekilde bitti. 2002’de New York Maratonu’nu koştum. Türkiye’ye döndüğümde “5 kıtada 5 maraton 5 zirve” yapma kararını aldım. O ana kadar maraton koşmamıştım.

 

Çok zor bir şey olsa gerek.

Zor. 42 km. Zor ama şunu gördüm, niye bu kadar tutkuyla koşmaya bağlandım, uzun mesafe koştum. Ben bir görme engelli olarak şehirde baston marifetiyle gezebiliyorum ama maratonlarda yanında bir kılavuz sporcu oluyor. Onunla birlikte tuttuğumuz bir iple kilometrelerce koşabiliyorum. Orada onun bana kattığı bir özgürlük duygusu var. Geriye dönüp baktığımda o duygu beni çok motive etmişti. New York Maratonu’nda sonra kendime, “Maratonlar koşulabilir bir şeymiş” dedim. Bende zaten dağcılık var. Dağcılığa ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları kolunda başladım. O ana kadar değişik dağlara tırmanmıştım; “5 kıtada 5 maraton 5 zirve yapayım” dedim. 2002’den sonra maratonlar kararını aldım. 2007’ye kadar 5 tane uluslararası koştum. Sırası ile New York, Atina, Japonya Dünya Körler Maratonu ki, burada ikinci kez milli oldum. İlk milli olmam New York Maratonu’nda gerçekleşmişti. Ardından Sydney Maratonu ve nihayetinde Mısır-Luxor maratonlarını koşup, maratonlar serisini tamamladım. 2010-2014 yılları arasında finansal destek bulamadığım için 4 yıl kadar bir durgunluk yaşadım.

 

Finansal destek ihtiyacınız büyük mü? Çok büyük bir bedeli olmadığı kanaatindeyim.

Buradan da bu çağırıyı yapmak isterim. Zorluk diyoruz, özgürlük diyoruz, Türkiye’nin ilki diyoruz ve bir adanmışlık, bir sürdürülebilirlik söz konusu.

Evet. Bence bu bir vizyon meselesi, vizyonla ilgili bir şey. Benim kendimi profesyonel pazarlama meşrebimin olmamasıyla da ilgili bir durum. Ama ardından 2014 yılında bir arkadaş aracılığı ile Amerika’daki Bridge To Turkey (BTF) derneği ile iletişim kurdum ve onlar iki etkinliğimi desteklediler.

 

Bundan sonra önünüzde ne var?

Bundan sonra önümde bir kitap çalışmam var.  Bu 5 kıtada 5 maraton 5 zirve öykümü anlattığım, içine de yaşam felsefemi serpiştirdiğim bir kitap

 

Yaşam felsefenizi sormak isterim.

Yaşam felsefem şöyle, engelliliğe bakış anlamında hak temelli sosyal modelden yanayım. Biz engelliler olarak bu ülkenim vatandaşlarıyız. Vatandaş olmaktan kaynaklı herkesin sahip olduğu haklara biz de sahip olmak isteriz, kentlerde erişebilirlik anlamında.

 

Örnek vermek gerekirse işe girmek, sokakta yürüyebilmek.

Aynen. Bunlar imtiyaz değil. Uluslararası sözleşmelerle bağıtlanmış, Türkiye Cumhuriyeti yasalarıyla da desteklenmiş, kabul görmüştür.

 

Ancak uygulamada eksikler var.

Büyük eksikler var. Hak temelli sosyal model deyince şunu açıklamama izin verin; neden sosyal model? Engellilik nihayetinde toplumsal bir hadisedir. Biz bu toplumun içindeyiz. Bu toplumun bir bireyiyiz. Bütüncül bakmak gerekiyor. Yani, sosyal çerçeveden bakmak gerekiyor. Geleneksel yaklaşımlara karşıyız. 

 

O ne demek?

Geleneksel yaklaşımlar şöyle, himaye duygularının yoğun olduğu, engellilerin acz içinde gözlemlenip himaye duyguları ile hareket edildiği yaklaşımlar.

 

Buna hiçbirinizin ihtiyacınız yok.

Yok.

 

Acınmak değil, olanaklardan herkes gibi eşit faydalanmak. Bunun altını çizmek lazım.

Birey olmak lazım. Biz engelliler olarak birey olmak istiyoruz. Kendi ayaklarımızın üzerinde durmak istiyoruz.

 

Türkiye’de birey olmak için çok mücadele ettiniz. ODTÜ’yü şeref öğrencisi olarak bitirmiş bir öğrencilik hayatından sonra milli atlet ve dağcı olarak karşımızdasınız. Bana şunu söylüyorsunuz, her şey olabilir, her şey yapılabilir.

Kesinlikle. Ben zaten böyle bir misyonla yola çıktım. Çok güzel ifade ettiniz. Teşekkür ederim. Engelliler de başarabilir. Engelliler de üretebilir. Yeter ki gerekli olanaklar sağlansın. Bir de bu 15 yıllık süreç içerisinde hem spor yaşamıma bakış anlamında hem de yaşam felsefeme bakış anlamında üç tane slogan belirginleşti. Ben onları pankartlara yazıp götürdüm, dağlarda zirvelerde açtım. Bir tanesi şu, “Dağa göz değil yürek tırmanır”, ikincisi “Engeller aşılmak, sorunlar çözülmek içindir”, üçüncüsü de; “Yaşamı sevmek için yürek başarmak için emek gerek”. Bu sloganlarımı çok önemsiyorum.

 

Bence zorluklar ve özgürlükler arasında mücadele içerisinde hayatınızı sürdürüyorsunuz. Yerel yönetimleri çok önemsiyorum. Yerel yönetimler aslında bizim hayatımızı devam ettirdiğimiz, bize daha fazla dokunan yerler. Siz dağlara çıkıyor, zirve yapıyor, maraton koşuyorsunuz. Şehirde yürüyebiliyor musunuz?

Maalesef. İstanbul’da çok güç. Ben Bursa’da yaşıyorum ama İstanbul’a geldiğimde bırakın bastonla gezmeyi rehberle bile gezmekte zorlanıyorum. Kaldırımlar çok sorunlu, kaldırımların araçlar, işportacılar tarafından işgal edilmesi gibi bir durum var. Bu manada yerel yönetimlere büyük ödevler düşüyor. Üzücü ama bir de şöyle bir şey var. Bir kenti en başından, yıllar öncesinden engellilere ilişkin, erişim problemi olan toplumun diğer bireylerine ilişkin, yaşlılara, çocuklu annelere ilişkin projeler yapıp bu projeleri hayata geçirmezseniz sonradan çok zor oluyor. Bizim böyle bir vizyon sorunumuz var.

 

Zaten şehircilik budur. Açıkçası planlama ile olur.

 

Böyle bir vizyon sorunumuz var ve bu vizyonun oluşabilmesi içinde biz çağdaş engelliler olarak hep savuna geldik bizlerle ilgili projelerde lütfen bizler de olalım. Karar süreçlerinde bizler de olalım, o projeler sonuçlandığında denetim anlamında bizler de olalım. Bizler adına başkaları karar vermesin. Ekip çalışmasına evet ama bizim olmadığımız projelere hayır. Hem denetim anlamında hem de karar süreçlerinde.

 

Aslında bunun adı çeşitlilik. Irk, din, dil, engellerimiz, hayatın içerisindeki farklı rollerimiz, cinsiyetimizle bir çeşitlilik.

Tabii. Ekip çalışmasına her mana da evet ama ekibin içerisinde özellikle bizlerle ilgili konularda engelliler olmalı. Buradan engellilere ilişkin kısa bir mesaj vereyim. Lütfen arkadaşlar belirli alanlarda kendi kendilerini yetiştirsinler.

 

Ne demek istiyorsunuz?

Yeteneksiz engelliler olarak toplumun karşısına çıkmasınlar. Yani üniversite diplomaları olsun ya da yaşama dair bir alanda kalifiye olduklarına dair belgeleri, sertifikaları olsun. Ne istediklerini bilsinler ki, biz hak temelli sosyal model konusunda daha zorlayıcı olalım.

Engelliler lütfen kendilerini daha donanımlı hale getirmek için hem örgün eğitim kurumlarından yararlansınlar, özel rehabilitasyon almaları zaten bu işin olmazsa olmazı, elden geldiğince bağımsız, çağdaş, iyi düşünebilen engelliler olarak toplumun karşısına çıktığımızda bence birçok şey daha kolay olacak.

 

Türkiye’de engellilerin yapısı ile ilgili bize bir pencere açabilir misiniz? Yani engellilerimizin bir bölümü yetenekten yoksun olan bireyler mi? Bunun sorununu mu, bunun zorluğunu mu yaşıyoruz?

Önceden genelde öyle idi. Örgün eğitimden yararlanmış, bilhassa üniversite diploması olan engelliler azdı. Ama şimdi epeyce bir arkadaş üniversite diplomasına sahip. Ama orada da şöyle bir sorun var, bu arkadaşlar işe alınırken ya diplomalarının karşılığı olmayan bir işte çalıştırılıyorlar ya da herhangi bir EKPSS gibi atanma yapılıyor ve herhangi bir oryantasyona tabii tutulmadan, alınıyorlar ve orada atıl kalıyorlar. Bu da onların başarı oranlarını düşürüyor. Bence şu anki sorun bu. Geçmişte engelliler arasında eğitim düzeyi epey düşüktü. Son yıllarda eğitimli, görünürde meslek sahibi engelli arkadaş oldu. Ama meslek süreçlerini bir etüt etsek dediğim nedenlerden dolayı büyük çoğunluğu atıl durumda. Engelliler için uyumlanma lazım. Güncel durum budur.

 

Zirvedeki duygunuzu merak ediyorum, paylaşır mısınız? 5 duyuya eksiksiz sahip herkes için zor iken sizin için ekstra zor. Başarı duygunuzu anlatmanız önemli.

Bu duyguyu daha sonradan kendime tanımladım. Mesela maraton parkurlarında, 42 km 195 metre boyunca kılavuz sporcumla koşabiliyor olmaktan çok mutluyum. Mutluluğumun da şuradan geldiğini fark ettim, özgürleşiyorum. Bir görme engelli olarak kentte bastonla bile zor geziyorum. Ama o ipi tuttuğumda kilometrelerce rüzgarı hissederek koşabiliyorum. Dağlarda da bir çan sesi ile zirveye ulaşabiliyorum. Bunun ruh halimle tercümesi tanımlayamayacağım bir özgürlük duygusu. Yani dağlara giderek, maratonlar koşarak ben özgürleştim. Öyle hissediyorum.

 

Engeli yenmek çoğumuzun tatmadığı bir özgürlük…

Engeli yenmek, sınırları zorlamak, kaldırmak ve şu da önemli bence istenildikten sonra, emek verildikten sonra pek çok şey başarılabilir. Kendi yaşamımda geri dönüp baktığımda, hem akademik, hem sportif yaşamımda bunu görüyorum ve sloganımı yenileyeceğim.  “Yaşamı sevmek için yürek gerek, başarmak için emek gerek”. Yaşamı duyumsuyorsanız, yüreğinizde hissediyorsanız, yaşam enerjiniz varsa emek de veriyorsanız birçok şey başarılabilir.

 

 

Paylaş