Her dönem yaşananla anılır. Yaşananlar kadar gerçekleşenlere eşlik eden kelimelerle hatırlanır. Sözleri, suya yazılan yazı diye nitelemek kolaycılık olurdu. Şüphe yok ki, tarihi menfaatler uğruna yeniden döne döne farklı yazmak mümkün… Görüşüm o ki, ağızdan çıkan kaçan ifadelerin etkisi tarih yazabiliyor. İçinde bulunduğumuz zaman dilimi bu anlamda son derece kritik bir eşikte duruyor. Unutulmayacak olaylar ve ifadelerden oluşuyor. Her kelime; dönem ruhunu kodlayan arşiv kaydı gibi.
İtiraf etmeliyim bu dönem beni çok ama çok rahatsız ediyor, üzüyor, kırıyor, korkutuyor. Dudaklardan fışkıran sözler ufuk çizgimin çok çok çok ötesinde. Kelime terörü yaşıyoruz. Herkes herkese, küfür ediyor, tehdit ediyor, hakaret ediyor, korkutuyor, kandırıyor, aşağılıyor, had bildiriyor… dikkat ediyorum sevgi ifadesi yok, nereye kayboldular?
Söylem, Dönem Arşivi mi?
Tarihin kalbine kazınan dönemler, yaşananların nasıl anlatıldığıyla tanımlanır. Düşünelim bakalım; hangi kelimelerle hatırlanmak isteriz? Türkiye’de; “çapsız yalaka, rezil herif, adam değilsin!” gibi ifadeler Yargıtay kararlarına göre kaba söz ama “hakaret” sayılmıyor. Yüksek yargı, zaman içinde verdiği kararlarla hakaretin sınırlarını belirlemiş ve bazı ifadeleri suç kapsamında değerlendirmemiş. Bu ilginç habere Journo’da ulaşabilirsiniz. Liste kendi başına yaşadıklarımızı ve nedenlerini açıkca ortaya koyuyor. Havada uçuşan sözler kimseyi yakmayınca bozuk para gibi harcanabiliyor. Bozuk para da kalmadı ya…
“İğrenç”, “Aptal” Gibi İfadeler
Dünyanın bir numaralı ülke lideri, siyasi rakiplerini, gazetecileri veya eleştirenleri “aptal” (idiot), “salak” (dummy) veya “zayıf” (weak) gibi ifadelerle nitelendiriyor. Balık baştan kokar. Pek çok otoriter rejimde, muhalifler veya azınlık grupları “terörist,” “hain,” “ülke düşmanı,” “aptal,” “cahil” gibi sıfatlarla tanımlanıyor, itibarsızlaştırılıyor. Üzerlerindeki baskı bu şekilde meşrulaştırılıyor.
“Dehümanizasyon”
Dehümanizasyon kelimesi kötü bir uyarlama “insanlıktan çıkarmak” demeyi tercih ediyorum. Savaş, soykırım, kitlesel şiddet, genellikle kelimelerle başlıyor. Anlayacağınız bu kadar güçlüler. Naziler, Yahudiler için “haşere” ve “böcek” sözcüklerini kullanmıştı. Ruanda’da Hutu radyo istasyonları, Tutsiler’i “hamam böceği” olarak adlandırmıştı. Bugün Gazze halkı için benzer bir tanım kullanılıyor; “insan hayvan”!
Dünya gelişiyor, insan ömrü uzuyor, çocuk ölümleri düşüyor, refah artıyor, teknoloji bize olanaksızlıkları mümkün kılıyor… ileriye gittiğimiz iddia edilebilir. İleri giderken ifade özgürlüğünün gerilemesi ayrı, ifade kalitesindeki düşüşe ne demeli?… Hoyrat sözler kesintisiz sürüyor. Washington Post köşe yazarı, CNN televizyonu programcısı Fareed Zakaria, GPS adlı programına akademisyen tarihçi soykırım uzmanı İsrail asıllı Omer Bartov’u çıkardı. Bartov programda Gazze halkı için kullanılan “human animals” ifadesine vurgu yaparak, bir halkın şeytanlaştırılma ve bunun soykırıma giden yolu meşrulaştırdığını anlattı. Bartov’un Yahudi olup “ben bir soykırım uzmanıyım, gördüğüm zaman soykırım mı değil mi bilirim” demesi eminim kendisi için de zordu. Gazze’de yaşananlara dair kullanılan dili analiz ederken sivil bir vatandaşın şu sözlerini de özellikle aktardığını düşünüyorum: “They treat us like human animals.” (Bize insan hayvan muamelesi yapıyorlar)
İnsan Hayvan
Bartov, bu cümle sadece bir hissiyat değil; aynı zamanda bir tanık beyanı, suçun belgesi, bir dönemin özeti diye ilave etti. “İnsan hayvan” sanıyorum hukuk-soykırım sınırlarına dokunan dilsel bir şiddet… İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, “We are fighting human animals and we are acting accordingly” şeklindeki beyanını Google’yın bulacaksınız. Emrindekiler ne yapmaz…
Bu tür şiddet içerikli ifadeler Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’nda yürüttüğü soykırım davasında delil olarak sunuldu.. Uluslararası Ceza Mahkemesi, dilin tek başına bile bir suç unsuru olabileceğini kabul ediyor. Bartov’un analizine göre, bu tür kelimeler belirli bir topluluğa karşı “yok edilmesi meşru olan bir varlık” algısı yaratıyor.
Zihinde Virüs gibi Yayılıyor
Nobel ödüllü davranış ekonomisti Prof. Robert Shiller’in “Narrative Economics” kuramını anımsayalım; ekonomik ve toplumsal davranışların ardında yatan sebepleri, yaygın anlatılarla açıklayan bir yaklaşımla tanıştırmıştı bizi. Çalışmalarıyla Nobel’le ödüllendirildi. Shiller benzeri ifadelerin neden hızlı yayıldığını şöyle açıklıyor; “bu tür kelimeler, zihinde kolay yer eder, dramatik bir görsel çağrışım yapar ve tekrarlandıkça güçlenir. Virüs gibi yayılır.”
Söylemler Orta Doğu’ya mahsus değil. Avrupa’da da liderlerin dili keskin ve dışlayıcı olabiliyor. Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın “biz Avrupalılar” ile “onlar” arasında kurduğu ayrım, göçmenleri doğrudan insanlık dışılaştıran söylemleri destekliyor. İngiltere’de kısa bir dönem İçişleri Bakanlığı görevinde bulunan Suella Braverman’ın “asylum invasion” (iltica istilası) ifadesi, savaş halini anlatmıyor mu? Nazi Almanyası: Aryan ırkından olmayanlar için “Untermenschen” (underman-insan altı varlık) tanımını kullanıyordu. Sırp milliyetçileri de geçmişte Boşnak ve Hırvatları aşağılayıcı hayvan metaforlarıyla tanımladı. ABD’de de göçmenler pek çok çarpıcı kelimeyle tanımlanıyor… Tarihten başka örnekler de var: Ariel Sharon, 1996 ve 2012’de Batı Şeria’daki Arap toplumları için “vahşi hayvan”, “orman dışı yaratık” metaforları kullandı. Avrupa’daki aşırı sağ söylemlerde göçmenler “çöp”, “lethal predator”, “testosterone bombs” gibi ifadelerle tanımlandı.
Çocuklara Yasak Büyüklere Serbest
Herkes neredeyse her alanda birbirinden ayrışırken nefret dili, kelimeler, söylemlerde nasıl da birleşebiliyoruz? Çocuğunuza, “öyle konuşma ayıp” diyeceğiniz kalıplar etkili ve karar verici kişilerin sık kullandığı bir dil olunca ne yapabilirsiniz?
Kelime seçimi bir itibar ölçeği. Kibar olacak diye anlaşılır olmakla anlaşılmaz olmak arasındaki makasın zaman zaman açıldığını biliyoruz, gelin görün ki hiçbir dönemde o makas bu kadar kapanmamıştı.
Tasmalı Köpek
Sert üslup kullanan liderler var tabii; ülkesi dışına ender çıkan Rusya Devlet Başkanı Putin’in Kazan’daki BRICS Zirvesi’nde Batı’yı küçümseyerek Çin ve Hindistan gibi ülkelerle dayanışma görüntüsü vermeye çalışırken sarf ettiği cümleleri arşivimde tutmuştum; “Batı artık güneş gibi doğamaz, Çin’in yükselişi durdurulamaz” ifadeleri bir meşruiyet inşasıydı. NATO’yu “tasmalı köpek” olarak tanımlanması, Batı’nın “yorgun düşeceği” beklentisi, ICC’nin yargı yetkisini tanınmadığını ifade etmesi… “Bu topraklar bizimdir” vurgusu ile tekrar eden “Geçici ateşkes istemiyoruz, yeniden silahlanmalarını beklemiyoruz” diyerek savaşı zamana yayma stratejisi ve söylemler olarak unutulur mu?
Akla hayale gelmeyen üslup örneklerinden bir tanesi de Ermenistan Başbakanı’na Türkiye ziyareti nedeniyle kiliseden gelen popülist eleştiri; “Sünnetli” suçlaması… Diplomatik olarak önemli bu ziyaret bel altı polemiklerin gölgesinde kalmıştı. Paşinyan’ın cevabına gelecek olursak, üslupta aşağı kalır değildi, alaycı ve sokak ağzıyla “Gel göstereyim” demişti. Bazen sözler hırsla ve hızlı kaçıyor… Paşinyan ağzından çıkanı kulağı duyunca, Facebook’tan “küfre ara verelim” çağrısı, yapmıştı..
Yıktık bitirdik; biz tokat attık
ABD-İran nükleer gerilimi de zengin söylem yarışı içinde geçiyor. Yakın geçmişte yaşandığı için taze; çatışmalı gerçeklik, abartılı kahramanlık ve inkar söylemleriyle anılacak. ABD “Nükleer program ‘tamamen ve bütünüyle’ yok edildi” dedi. Medya ve bağımsız kaynaklar bu söylemi satın almayınca Pentagon basını “sabotaj”la suçladı. İran, ABD’ye “İslam Cumhuriyeti tokadı” attıklarını söyledi…
ABD’nin yeni dış politika söylemi dilin değişimini simgeliyor; basit, pazarlıkçı, küçümseyici, fırsatçı, uzlaşmayan, dikte temelli, tek taraflı. Diplomasi yok, pazarlık var bir süredir. Shiller’in tespiti çok doğru, tepedekilerin üslubu aşağıya virüs gibi yayılıyor.