Şık Hırsız, Hamile Bakan, “Aşık” Liderler

Paris’teki “Louvre soygunu” bir gecede suçtan çok soslu hikayeye dönüştü: şık hırsızlar, parıltılı mücevherler, fötr şapkalı “dedektif”… Bir başka sahnede Arnavutluk “hamile bakan” metaforuyla yapay zekayı “pop kültür”e taşıdı…  Dış politikada “liderler arası kimya” strateji temellerini zorluyor.

Anlıyoruz ki, itibar, olayın büyüklüğüyle değil, onu nasıl anlattığımızla ölçülüyor. Görsel şüpheciliğin, metaforun ve kişiselleştirmenin cazibesi yüksek olsa da çıpa aynı doğru bilgi, doğru iletişim.

BİR GARİP SOYGUN, ROMANTİK BİR SUÇ, ÜLKE İTİBARI

Fransa’nın başkenti Paris’te gözler önünde yaşanan Louvre mücevher soygunu unutulmazdı. Film tadındaydı. Louvre soygununu en kısa zaman da sinema ve dijital platformlarda izleyeceğiz.

Bu garip soygunun iletişim boyutu en az soygunun kendisi kadar enteresan. Soygundan saatler sonra Associated Press (AP) yayımladığı bir fotoğrafta, polis barikatının yanında fötr şapkalı, şık giyimli bir adam görülünce sosyal medya “dedektif mi, Netflix dizisi karakteri mi, yoksa yapay zeka ürünü mü?” diye çalkalandı.

Fotoğraftaki “fazla kusursuz” görünüm ve düşük çözünürlüklü paylaşımlar, şüpheleri alevledi.  Northwestern Üniversitesi’nden bir uzman bile teknik yorumlar yaptı. Sonunda AP foto muhabiri, Parizyen şıklığında sıradan birini çektiğini söyledi. AP muhabiri inandırmak için aynı mekandan başkalarını da fotoğrafladığını göstermek ve bakın montaj yapmadım demek zorunda  kaldı. Ortalığı karıştıran dedektif ve yapay zeka çok konuşuldu ama buhar oldu…

Ne günlere kaldık. Yanlışı doğru, doğruyu yanlış sanıyoruz. Şakülümüz kaydı. Yapay zeka yüzünden görsel şüpheci olduk.

Haberin dili ve görseli, olayı olduğu yerden alıp bambaşka bir yere taşıyabiliyor. Pazar sabahı tasviri, şık hırsızlar kurgusu,  parıltılı mücevher yakın planları; kamusal kaybı, güvenlik açığını ve kültürel mirasın zararını arka plana iterek suçu film estetiğine yaklaştırmadı mı?

Bu olayda iletişimin etkisine dair kamuyla paylaşılmış bir ölçüm yok. Romantikleştirmenin ivmesini; sosyal medya etkileşimlerinden, başlık tonlarından ve arama trendlerinden okumak mümkün. Algı boşluğunu sezgiye bırakmadan kapatmak gerekir. Önerim basit her içerikte kanıt zincirini görünür kılın; romantik sıfatlarla değil, açık metriklerle konuşun. Özellikle de kriz anlarında, paylaşılan görseller için çekim kaynağı, tarih ve olabilecek tüm detaylar etiket mantığında kullanmalı.

Fransızların soyguna karşı tepkileri de ilginçti. Gerçekten de bir haftalık “şaşkınlık” evresinden sonra gözaltı haberleriyle birlikte yeni bir katmana geçti. Bu tutuklamaları da anlayamadık. Soygun haberleri bence sonunda okuru yordu ve “sinemada izlesem daha keyifli olur” noktasına getirdi.

Son olarak;  artık yalnız suçu değil, bu suçun ülke itibarıyla kurduğu ilişkiyi konuşuyoruz. Louvre’daki soygun, tek başına bir güvenlik açığı değildi; ciddi bir anlatı açığı. Ülke itibarını çoğu kez olan biten değil, nasıl anlatıldığı belirliyor. Neden derseniz; bilgi, doğru ritim ve doğru ağızdan gelmezse, gerçek yerini mizansene bırakıyor; mizansen büyüyor, ülke markası küçülüyor. Olayın kendisi kadar olayın dili de risk yaratabiliyor. Louvre, dünyaya açık bir sahne. Tek replik bile hatalı söylense, yankısı sınır tanımıyor.

 

 

DUY DA İNANMA; HAMİLE KALAN İLK ROBOT,  

Arnavutluk’un Yapay Zeka Bakanı Diella’nın hamile olduğu açıklandı. Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, Berlin’deki Global Dialogue etkinliğinde yaptı açıklamayı. Yakında 83 dijital çocuğa sahip olacağını duyurdu. Rama, bu “çocukların” her birinin Sosyalist Parti’nin parlamentodaki 83 milletvekiline yardımcı olacağını, meclis oturumlarına katılıp tartışmaları özetleyeceğini ve milletvekillerini bilgilendireceğini ifade etti.

“Hamile Bakan” Metaforu: Duyurunun Gücü, Riskleri ve İletişimin İnceliği

Açıklama  medyayı bir anda kızıştırdı. Oysa “çocuklar” mecazdı: Metafor dikkat topladı; belirsizlikse tartışmayı büyüttü.

Duyurunun tonu “teknik bir proje”yi bir anda politik gösteriye çevirdi. Kişileştirme: Diella, drama: hamilelik, net sayı: 83, sahne: Berlin Global Dialogue. Dikkat kurgusu güçlü. Mecazın açıklanmamasıyla doğan anlam boşluğu da cabası. Açıklama anından sonra, “gerçekten bakan mı, hamilelik ne demek, bu ‘çocuklar’ ne yapacak?” sorularına cevap ararken haber hızla yayıldı. Kitle psikolojisi açısından sıra dışı kelime seçimi, sıradan bir “asistan yaygınlaştırma” planından çok daha fazla merak yarattı.

Diella, e-Albania üzerinde geliştirilen ve Microsoft altyapısıyla çalışan bir yapay zeka asistanı;  eylülde “kamu alımları / şeffaflık” misyonuyla kabine düzeyinde konumlandırıldı. Duyurudaki “83 çocuk” ise, bu sistemin her bir Sosyalist Parti milletvekili için klon/asistan örneği üretmesi anlamına geliyor.

Farklı bir duyuruyla ilgi çeker miydi? Belki… ama bu kadar hızlı değil. “Parlamento için 83 yapay zeka asistanı devreye alıyoruz” cümlesi doğru ve temiz olurdu; teknik mimari, veri güvencesi ve denetim şemasını anlatsaydı güveni de beslerdi. Kesinlikle “şok etkisi” yaratmazdı. Başbakan Rama tercihini viral olmaktan yana kullandı. Ülke gündemini küresel manşete taşıdı. Beraberinde “yetki, anayasa, gözetim” ekseninde meşru soruları büyüttü… Onları “nasıl olsa hallederim” diye düşünmüş olabilir.

İletişim açısından baktığımda metafor dikkat topluyor. Mecaz kullanmayı seçecekseniz, arkasından operasyonel tanımı koymalısınız: “83 ‘çocuk’ = 83 dijital asistan; oturuma katılacak, not tutacak, AB mevzuatıyla ilgili öneri verecek; eriştiği veriler şunlar; denetim mekanizması budur.” O zaman aynı başlık hem hikaye ve politika. Arnavutluk örneğinde hikaye hızlıydı. Politikanın hesabı ise şimdi soruluyor. Bir ülkenin itibarını çoğu kez olan biten değil, nasıl anlatıldığı belirler. “Hamile bakan” anlatısı, teknolojiyi pop kültüre taşıdı.

Kimya mı Kurum mu?

Dış Politikadan İletişim Dersi

Dış politikayı aşırı kişiselleştirmek, liderler arası kimyayı stratejinin yerine koymak karar kalitesini bozabilir mi? Öngörülebilirliği azaltıp yanlış hesaplama riskini büyütebilir mi? Kişisel diplomasi tek başına strateji olabilir mi? Soruların yanıtlarını, ABD eski First Lady’si ve Dışişleri Bakanı Hillary Rodham Clinton ile Columbia Üniversitesi Diplomasi Kürsüsü Dekanı Keren Yarhi-Milo’nun New York Times’ da yayınlanan makalesi

Makaleden doğrudan çevirmesem de şöyle deniyor; “…Dış politikayı bir “duygu tiyatrosu” zannetmek kolaydır. Bir telefon, bir tokalaşma, bir bakış… sahne ışığı söndüğünde geriye yalnızca metin kalır: kurumların hafızası, arşivlenen notlardır….” Başkan Ronald Reagan’ın sinematografik üslubu yıllar sonra yeniden sahnede. Galiba nokta konması gereken cümle; kimya, kapıyı açar; metni kurumlar yazar.

Faydalı bulduğum bir notu ilave etmek isterim: “İnsani temas illüzyonu” olarak kodlayabilirim.  Liderler yüz yüze temas ve sezgiyle “karşı tarafın gerçek niyetini” gördüklerini sanabiliyor; çoğu zaman koreografisi itinayla hazırlanmış bir tiyatro izliyorlar. Sosyal psikoloji (Kahneman–Tversky) ve nörobilim (ayna nöronlar) duygulu anların veriden daha güçlü olabildiğine dikkat çekiyor.

 

Bugün “liderler arası elektrik” (kimse tam olarak ne anlama geldiğini bilmese de ne çok kullanılıyor bu terim) çoğu zaman stratejinin yerine konuyor. Oysa strateji, elektrik kesildiğinde de çalışabilen bir sistem. Bir telefon konuşmasıyla başlayan kişisel ton, birkaç hafta içinde tarife savaşına dönebiliyor, iletişimin gösterişi ile politikanın ciddiyeti yer değiştiriyor. Gösteri, rol çalıyor; kurumsal akıl gecikiyor. Sonuç: öngörülemezlik.

Liderin tiranlara övgüsünün taktik empati mi yoksa gerçek inanç mı olduğu belirsizleştiğinde, yanlış hesap riski artıyor. Kişisel mektuplar/duygusal anlatılar örneğin Başkan Trump’ın Kim Jong-un’la “aşık olduk” ifadesi karşısında Kuzey Kore’nin nükleer kapasitesinin artması, kişisel ilişkiler üzerinden Ukrayna Rusya savaşına nokta konamaması… Makalede yer buluyor.

İletişim açısından mesele yalın: yakınlık, berraklığın yerine geçemiyor. Liderin sezgisi, kalabalık karşısında işe yarayabilir; ama kriz masasında sezgi tek başına kanıt yerini tutmuyor. Kişisel sıcaklık sis perdesini aralayabiliyor.

İyi iletişim, sahnede alkış toplamak değil, salondan ikna edilmiş bir izleyici çıkarmak.

Romantik anlatı alkış topluyor. Ülke markası da, şirket itibarı da aynı mimariye dayanıyor. Biz iletişimciler sahneyi büyütmek için değil, gerçeği berraklaştırmak için varız. Asli görevimiz hikayeyi alkıştan güvene çevirmek olmalı.

Paylaş