MEDYA DEĞERLENDİRMESİ; BİZ DÜN NE YAŞADIK?

Bildiğimiz dünyanın sonu muydu, gazeteciliğin sonu mu? Bu yazı iletişim üzerine, bu yüzden ben de konunun gazetecilik kısmına yoğunlaşmak istiyorum. Hepinizin ya televizyonlarınıza ya da akıllı telefonların son dakika haberlerine kitlendiğini varsayıyorum. Akan haberlerden ne anladınız? Belki de benim sandığım gibi değildir… gazetecilik gibi her şeyin sonu olduğuna göre gazete okurunun da sonu olabilir bu.

Dünyanın tüm liderleri gitti, 2 yıl boyunca ölüm coğrafyasına dönen topraklarda barış yapıp döndüler. Toplam 20 esir aileleriyle buluştu, yüzlerce Filistinli tutsak salıverildi… Ben geçmişte alışık olduğum sahneler, açıklamalar, deklarasyon, haber detayları ve analiz görür izler duyarım sanmıştım. Başka bir gerçekle karşılaştığımı düşünüyorum. Çünkü dün medya başka bir refleksle takip yaptı. Olay gazeteciliği değildi. PR gazeteciliği gördük. PR ile gazetecilik bir araya gelince ne deve ne kuş oluyor haliyle. Az haber bol slogan çıktı. Bir anlamda içerik yapılandırmasında güç mücadelesi yaşandı. Güncel olanın, öncesi- sırası ve sonrası vardır. Hepsi ayrı öneme sahip olsa da dün dünyanın kilitlendiği olayda, öncesi rafa kalkmış, sırası PR olmuş, sonrası güçlerin mücadelesine göre şekillenecek. Tarih hangisini yazacak?

Birleşmiş Milletler’e gelmesi için vize bile verilmeyen Mahmud Abbas nasıl bu toplantının başrollerinden birine oturdu? Çözdünüz mü? Öyle değil ama onu hepimiz çözdük… Haber olarak: Knesset’te arbede çıktı, ne olduğunu o anda kimse anlamadı. ABD Başkanı İsrail Başbakanına meşruiyet talep etti. İsrail Başbakanı Mısır’a gidemedi.

“İYİ KÖTÜ VE ÇİRKİN”LE BİR AVUÇ DOLAR

Dün ne olduğu ve nasıl olduğuna dair medya okumasına başlamadan sizi özlediğiniz bir sahneyle buluşturacağım. Clint Eastwood filmlerinden bazı replikler seçtim. Bu replikleri şu kilit kelimeler ışığında ve tabii dün yayın akışını izlediyseniz bu akışta okuyun lütfen; kahraman – meşruiyet – adalet.

“The Good, the Bad and the Ugly” (1966)  “When you have to shoot, shoot. Don’t talk.” (Ateş edeceksen, et. Konuşma.) Burada adalet, eylemle sağlanır; içgüdünün devrede olduğunu anlıyoruz…  “There are two kinds of people in this world, my friend: those with loaded guns and those who dig. You dig.” (Bu dünyada iki tür insan vardır dostum: Silahı dolu olanlar ve mezar kazanlar. Sen kaz.) Güç, pratik bir ayrım; “adalet” silahın ucunda.

“Unforgiven” (1992) “Deserve’s got nothing to do with it.”(Hak etmekle alakası yok.) Modern western’in en güçlü repliği. Adalet bir intikam eylemidir. “We all got it comin’, kid.” (Hepimizin sonu gelecek, evlat.)  Kovboy adaleti diyebiliriz, günahkarlar arasında eşitliği sağlar; ama kurtuluş değil, cezadır.

“A Fistful of Dollars” (1964) “Get three coffins ready.” (Üç tabut hazırlayın.) Şerif yoksa, sert adam yasadır. “My mistake, four coffins.” (Yanılmışım, dört tabut.) Mizah bile ölüm üzerinden kuruluyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

HEY BAK… BİR FİKRİM VAR

Yukarıdaki replikleri dünkü görüşmelerde aynı şekilde yaşadık. Örneğin Başkan Trump Knesset’te “Hey bir fikrim var… neden ona af vermiyorsun?” (o, Başbakan Netanyahu oluyor.) Affet demiyor, af vermiyorsun demeyi tercih ediyor.

Tüm görüşmelerde dikkat çeken bir başka replik daha var; “Sert ama iyi…” “çok sert adam, benim iyi dostum…” (Sözü edilen kişi Cumhurbaşkanı Erdoğan) Bu replik sözel ve text olarak pek çok kez geçti.

“GAZZE 2025” BAŞLANGIÇ İSE GAZETECİLİĞİN SONU MU?

Dün Gazze, haber üretim biçimlerinin sınavı oldu. Haberin öznesi değişti: Halk, şehir, insan değil; liderler, imzalar, jestler. Dün gerçeğin dili değişti. Veriyle değil, sloganla; acıyla değil, anlatıyla haber yapıldı. Gazetecilik biçim değiştirdi: Klasik gazetecilik sorgulayıcı ama izoleydi, internet medyası, hızlı, gösterişli, veri olmadan üretti. Barış bir haber değil, bir gösteri ürünü. Tiyatroyla algoritma buluştu gibi bir şey…

LİDER MERKEZLİ ANLATIM

Haberde kurumlar, halk ya da yerel aktörler odakta değil. Hepsinde bir liderler sahnesi vardı. Özellikle Başkan Trump. Gazetecilik, aktör anlatısından sistem anlatısına geçemedi. Barış kelimesi retorik, propaganda, ekonomi ya da inanç için farklı işlev gördü, sivil barışın şartları açıklanmadı. Barış “iyi biten hikaye” teması gibi işlendi. Gazze halkı, mülteciler, ölü sayısı, açlık veya altyapı yoktu. “Gazze” kelimesi adeta mekansız bir umut metaforu. Gerçek denilen olgu yerine simge geldi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ZAMANDA KAYMA HIZDA SAPMA

Zamanda ve hızda sapma yaşadık. Kaynaklar “an”a odaklandı, kronoloji kayboldu.
Neden? Neden bu kadar geç? Sorulmadı. Gazetecilik hızda boğuldu, anlam geride kaldı. Teatral jestler tekrarlandı durdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uçağını indirmemesi örneğin. Başkan Trump’ın Knesset’te af isteği… Barış Deklarasyonundaki dini pasajlar, haberin yerini söylem almış.

ÇOK GERÇEKTEN HANGİSİ GERÇEK?

Anlatan kadar gerçek vardı. Ne kadar çok mecrada okuyacak olsanız o kadar çok “gerçeklik kurgusu”yla karşılaştınız. Her medya kendi ideolojisini yansıttı. Kimi kriz-veto-çatışma anlatısını, kimi Trump merkezli kahramanlığı ve storytelling yaklaşımını, ABD kaynaklı resmi belgeler kutsal siyasileşmiş din vurgusunu, eski gazeteler ölçülü bir hesap sorma girişimi üzerinden analitik kurguyu, bir bölüm piyasa gazeteciliği finansal pragmatist bir dili, yerel medya popülist bir diplomasi içinde PR’la bezenmiş gazeteciliği sundu. “Ne şiş yansın ne kabap” diyenler duygusuz bilgi zinciriyle yetindi.

OYSA NEYDİ OLAN BİTEN?

Kabaca özetleyecek olursak; Donald Trump ve Mısır Cumhurbaşkanı Sisi tarafından ortaklaşa düzenlenen çok uluslu Gazze zirvesine İsrail Başbakanı Netanyahu’nun son dakikada davet edilmesi, diplomatik bir kriz başlattı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Netanyahu’nun davetli olduğu zirveye katılmayacağını, uçağının Sharm el-Sheikh’e inmeyeceğini bildirdi. Bu restleşme havada yaşandı; Erdoğan, Mısır semalarından Sisi’yle doğrudan görüşüp itirazını iletti. Netanyahu’nun ofisi, davet için Trump’a teşekkür ettiğini ancak (dini olduğunu düşündüğümüz) “tatil nedeniyle” katılamayacağını açıkladı. Gerçekteyse, hem koalisyonundaki aşırı sağ kanadın istifa tehdidi hem de hakkında Gazze’de savaş suçu iddialarıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yakalama kararı olması, katılımını siyasi olarak imkansız kıldı. Diğer yandan, zirveye 20’den fazla lider katıldı. “Arap-İsrail normalleşmesi” vizyonunun zorluğunu gördük. Türkiye için iç politikada felaket etkisi yaratabilecek bir gelişme atlatılmış oldu ama acaba Türkiye’nin Gazze güvenliği için planlanan “uluslararası istikrar gücü”ndeki olası rolü tartışmalı hale mi geldi? Kim bilir ne zaman anlarız…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DEĞİŞEN DİLİ DUYDUK

Kelimelerin sözlük anlamlarıyla 2025 ve sonrası anlamlarıyla değişen bir dil öğrenmek zorunda kaldığımızı gördük;

“Yeni bir uyum çağı” Donald Trump’ın kelimeleri… “Geçmişin kavgalarının geleceğimizi yönetmesine izin vermeyeceğiz,” dedi.

Başkan Zirve boyunca kendisini “Peace President (Barış Başkanı)” olarak konumladı. Knesset’te alkışlar, “Trump! Trump!” sloganları eşliğinde tapınma atmosferi misali politik miting havası yaşandı.

Netanyahu, Trump’ı “İsrail’in Beyaz Saray’daki en büyük dostu” ilan etti. Trump beklenmedik bir hamleyle Netanyahu’ya af çağrısı yaptı. Yargı süreçlerini diplomasi sahnesine taşıdı. Gördük ki, “meşruiyet” ödülü ABD diplomasisinde unsurmuş.

Trump’ın daha önce “Orta Doğu’nun Rivierası olacak” dediği Gazze için bu kez daha temkinliydi konuşması “Şimdilik harabeye döndü” söylem kırılmasını işaret etti.

DEKLARASYON METNİ
Çok önemli ya da en önemli metin olması gereken belge. Medya metni gibi kurgulanmış metnin imzacılarının  Donald J. Trump (ABD), Abdel Fattah el-Sisi (Mısır), Sheikh Tamim bin Hamad Al-Thani (Katar), Recep Tayyip Erdoğan (Türkiye) olduğu “Trump Deklarasyonu” haber akışında çıktılardan biriydi. Ortak siyasi deklarasyon uzun olmayan bir metin okursanız; dildeki değişimi göreceksiniz. Barışı politik değil manevi bir kader olarak çerçeveliyor.“Kutsal bağlara saygı”, “birlikte yaşama taahhüdü” ve “mirasa sahip çıkma” ifadeleri kullanılıyor. Metin Başkan Trump’ın “medeniyetler arası diyalog” söylemini yeniden markalaştırdığı bir zemin oluşturuyor. “Trump’ın liderliği ve meşruiyet üretimi”. Metin boyunca Trump’ın kişisel rolü öne çıkarılıyor: “Başkan Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirme yönündeki samimi çabalarını destekliyoruz.” Tek lider olarak Trump’ın adı metinde yalnızca “ABD Başkanı” sıfatıyla değil, anlaşmanın öznesi olarak geçiyor. Deklarasyon, Trump’ın barış mimarı kimliğini kurumsal düzeyde tescil eden bir belge işlevi görüyor. Bu deklarasyon, haberin yerini retoriğin aldığını gösteriyor.

KOVBOY FİLMLERİNDE ADALETİ KAHRAMAN SAĞLAR  

Bakarsınız yeniden üretir Hollywood bu filmleri. Yeni düzeni daha iyi anlamamıza yarayacağından kuşkum yok. Gençlerin kovboy filmleriyle büyümediğini düşünerek onların da yeni dile, kilit kelimelere aşina olmaları için kolaylaştırıcı olabilir. Hayatın basit  acımasız olduğu bir dünyanın anlatıldığı bu filmler sessiz, soğukkanlı, kendi kanununu uygulayan adamın başrolde olduğu bir sette geçer. Aslında sanıldığı kadar basit değildir; bir sürü mesajı bulunur. Örneğin toplum yozlaşmıştır; adalet bireyin elindedir. Kurtarıcı gibi değil de cezalandırıcı gibi davranır. Şerif yasal düzeni temsil eder ama güçsüzdür. Kasaba korkaklık ve konformizme tutsak düşmüştür, pasif izleyicidir…  şerif yalnızdır. Adalet, “yasa mı, vicdan mı, intikam mı?” anlamadan film biter. Siz düşünürsünüz… tabii isterseniz.

Sahiden biz dün ne yaşadık?

 

Paylaş