Biz bu oyuna nasıl geldik? Gazeteciliği neden unuttuk nasıl unuttuk biz?… Şart mıydı teknoloji gelsin diye değerleri feda etmek? Modern olacağım diye insanı unutmak şart mıydı? Şart mıydı, özgürlükten cahil irademizle ayrı kalmak. En büyük özgürlük haber almak diye ölüm-tutuklama- ceza-hakaret ve benzeri gri bile değil koyu siyah renkte kaybolmak.
Yaşadığımız günleri, modern hayata “atlayacağız” diye varımızı yoğumuzu önce plastikle sonra teflona devşirmeye, takiben “anne adayının plasentasında plastik çıktı” haberini dehşet içinde okuma haline benzetiyorum. Biliyorsunuzdur, “teflon” diye anılan kaplamalarda da PFAS “forever chemicals” / kalıcı kimyasallar var. Hep mutsuz, hep şaşkınız; “forever”.
Birbirinden kötü haberlerle “Forever Renksiz” bir hayata kendimizi mahkum edip sonra da “haberden kaçınma” haliyle övünmez miyiz… Bu olsa olsa ne olup bittiğinden bihaber, “forever alık” toplum mühendisliği olabilir.
Birbirimize renkleri hatırlatalım mı, var mısınız?… İletişim bülteninin özüne uygun olarak, sizi “feature” habercilik örnekleriyle buluşturmak istiyorum.
Lütfen Artık Biraz da Pozitif
“Lütfen artık biraz da pozitif şeylerden söz edebilir miyiz”, diye sorabilirsiniz örneğin. Ki, soran soruyor ve yanıt da alıyor; The Rest is Politics adlı podcast serisini dinlemiyorsanız, tavsiye ederim. Siyaseti anlatan Alastair Campbell ile Rory Stewart genellikle karamsar dünyamızın kodlarını çözmekle meşguller. Bu sefer geleneksel politik tartışmaları bırakıp “pozitif haber” fikrini ele alıyorlar. Kendileri de şaşırmış. Bir dinleyicileri mektup yazmış; BBC’nin ana sayfasındaki haberleri saymış; anlaşılan o an sayfada 18 adet haber bulmuş. Hepsinin “savaş, yolsuzluk, kriz, Donald Trump” gibi negatif başlıklar içerdiğini tespit etdip, “Biraz da pozitif şeylerden söz eder misiniz?” diye talebini iletmiş.
Paradoksal kısım şu; insan psikolojisi olumsuzu büyütüyor, kendisini olumsuzun çekim gücüne bırakıyor. Tehdit algısı, evrimsel savunmaya dönüşüyor. Kamuoyuna haber servis eden editörler “tıklanma”ya göre yönlendiriyor. Reklam modeli negatif içeriği ödüllendiriyor. Bir bakmışsınız negatif haber, bir ekosisteme dönüşmüş. Neden moraller bozuk sorusu, plasentadan plastik çıkmasına şaşırmak kadar beyhude! Rating uğruna olumsuza koşmak, var olanın içindeki olumluyu görmezden gelmeye değmez. İnsanlar kriz anlatılarından yorgun. Toplumun “umut kapasitesini” besleyen liderlik dili, klasik haber dilinden daha etkili.
Feature Yazı, İnsan Odaklı Haber Dili
Sizce, haber seçiminde pozitif olmak gazetecilikten ödün vermek midir?… Sanmıyorum ve yanıtım “hayır”. “Feature” gazetecilikte bir yazım tekniği. Gerek gazetecilik gerekse stratejik iletişim dünyasının en güçlü ama en az anlaşılan, hatta doğru anlaşılamayan türlerinden biri.
Feature, zamana bağlı olmayan, derinlikli, insana odaklı ve anlatı biçimi güçlü bir gazetecilik türü. Bir olayın “ne, ne zaman, nerede”sinden çok, “nasıl ve neden”ini anlatır. Konunun arka planına, aktörlerin motivasyonlarına, duygularına ve kültürel bağlamına girer. Kısa hikaye veya belgesel hissi verir; zamana direnir; bir hafta, bir yıl, hatta on yıl sonra bile okunabilir. Veriyle duyguyu, bilgiyle hikayeyi birleştirir. Çok sevdiğim bu stil, okuması kolay yazması zor bir tekniğe sahiptir. Çünkü, edebi anlatımı güçlüdür. Okura deneyim sunar. İlgi uyandırır, bağ kurar. Kısa cümlelerle uzun cümleler iç içe geçer; müzik gibi akar. Nesneler, sesler, renkler, kokular… Konu ne olursa olsun, merkezde insan bulunur.

İki “Feature” Örneği Takdim Etmek İsterim
Üstelik biri bizden. Nasıl da mutlu oldum okurken, bu yüzden paylaşmasam olmazdı. Financal Times (FT) Globetrotter makale serisi, “Where to swim on the Bosphorus: a local’s guide” İstanbul’un Boğaz’daki yüzme kültürünü yeniden keşfetme hikayesini anlatmış.
Yazıda, Bebek Parkı, Aşiyan, İhtiyarlar Plajı, Büyük Liman ve Paşabahçe anlatılıyor. Bu, bir gezi rehberi değil; İstanbul’un kimliği, tarihi ve kent belleği üzerinden ilerleyen kültürel hikaye. Boğaz’ın mitolojik ve tarihi geçmişine kısa atıflar yapıyor. Modern İstanbul’un suyla ilişkisini sorguluyor: “…Eskiden doğal yüzme yerleri varken bugün çoğu insan Boğaz’ı yalnızca köprüyle geçiyor…” diyor. Ama diyor ki, devamında; “…son yıllarda “tabuyu yıkan” bir grup İstanbullu Boğaz’da yeniden yüzmeye başladı…” Bilgilendirici romantik sayılabilecek bir yazı; şehir ve doğa arasında kaybolmuş aidiyet duygusu taşıyor. Fotoğraflar ve kısa portrelerle yerel karakterlerin hikayesini yansıtıyor. Günlük yaşamda, yerlisini kahreden bu kent, meğer nasıl insanmış ve insancıl mı, unutmuşuz.

Teknik Olarak; Özgün Habercilik
Metin, yerel hikayeyi küresel dile çeviren bir iletişim örneği. FT gibi küresel bir yayın organında İstanbul’un kültürel derinliği, günlük yaşantı üzerinden evrensel bir duyguyla sunuluyor. Bunun adı bir taşla iki kuş! Öncelikle, “authentic storytelling” yani özgün hikayeleştirme. İkincisi küresele dokunarak okurda güven ve merak uyandırmak. Bu kültür diplomasisi. Türkiye için yumuşak güç (soft power) anlatısı. Aynı zamanda görsel bir şölen. Sıcak bir dil, yeterince duygusal ve kendince estetik; “lifestyle journalism” hayat tarzıyla “cultural communication” kültür iletişimi arasında ne yalan söyleyeyim ideal bir denge kuruyor yazar Ayla Jean Yackley.
Başka ne diyebilirim bu yazı için; bu bir “şehir markası iletişimi” (city branding). Neredeyse tüm belediye personeli kovuşturma altındayken… İstanbul’un tarihi, doğası ve modern yaşamı aynı anda işlenmiş. FT kitlesine ulaştığı için algı değeri yüksek. Reklamdan çok daha fazlası. Buna yeni dille “earned media” diyebiliriz. Özetle, İstanbul’u “yüzülebilir, yaşanabilir, estetik” bir şehir olarak konumlandırmasını sevdim.
Bu tür yazılarda geri dönüşüm ölçümü klasik KPI’lardan farklı. Yazı yalnızca okunmuyor, “medya ekosistemi”nde içerik yankılanarak yaşıyor. Ölçülebilir göstergeleri düşünecek olursak şunlar olabilir; FT Globetrotter’ın okur sayısı ve dijital etkileşimleri (X, Instagram, LinkedIn paylaşımları). Diğer yayınlarda, bloglarda veya sosyal medyada “Bosphorus swimming” veya “FT Globetrotter Istanbul” gibi anahtar kelimelerin yayılımı, okuyucu yorumları, paylaşım oranı, sosyal medya “engagement” verileri. Dahası var; Türkiye’nin incisi Boğaz’ın haberi, FT sayfasında kalmadı. Instagram reels ve TikTok kısa videolarına uyarlanmış. Gözlemden oluşan yazı, görseller, mikro hikayeler ve yerel deneyim “hashtag”leriyle ikinci bir yaşam kazanmış. Nasıl da hak ediyor.

Savaşta Moda mı?
İkinci örneğime bir soruyla başlayayım; savaşan bir lideri nasil giydirirsiniz? “Meet the Designer Who Got Zelensky Into a Suit” New York Times’da (NYT) yayınlanan bu yazıyı da iletişim açısından zengin bir örnek olarak okumanızı öneriyorum. Neden Netanyahu değil örneğin…oysa o da sürekli savaşta!
Yazı, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’nin giyiminde yaşanan dönüşümün perde arkasını anlatıyor. Öyle bir zamanlama ki; komedyenden olma dünyanın en “sıkışmış” lideri, her gün ya ABD Başkanı Trump’tan ya Rusya Lideri Putin’den azar işitirken; Beyaz Saray kapıları bir açılıp bir kapanırken; şaşkın ve çaresiz halleriyle dikkat çeken Avrupalılar arasında mekik dokurken; savaş halini unutturmamak üzere giydiği üniforma esintili seçimi Oval Ofis’de dünyanın gözü önünde aşağılanmışken… Başkan Trump’tan kendisine, ikinci şan verdiği buluşmada, “I love it. Look at you” (Şuna bakın, bayıldım) diye çocukca iltifat görmesine; rüzgarı yakalamışken aşağıda kalmayan medyanın “Zelenskiy finally wears a suit” (Zelenskiy sonunda giyinmiş) başlığıyla kendisini karikatürize etmeyi tercih ettiğinde; NYT’ın, “Zelenskiy ceketi”nin manasını konu alması, iyi bir iş! Manası mı? O ceket, dirençli estetik ifadesi olarak kullanılıyor. Feature gazetecilik stili, yüzeyde Zelenskiy kaybetti ya da kazandı benzeri “gol haberleri”yle uğraşırken, feature alt anlamı kurcalıyor. Buarada, Zelenskiy ceketi trend olacak.

Kim Giydiriyor?
Zelenski’yi, Ukrayna’nın önde gelen moda tasarımcılarından Viktor Anisimov giydiriyormuş. Anisimov’un Sovyet ordusundan modaya uzanan sıra dışı biriymiş, yazıdan öğreniyorsunuz. Ukrayna modasını savaş üzerinden tanımlıyor. Ne demek şimdi bu diyecek olursanız; dayanıklı olmak, kimlik, sadelik ve siyahla özdeşleşmek diye özetleyebilirim…
Gazete metni, moda haberi değil; lider imajının, ulusal kimliğin ve estetik direncin birleştiği bir anlatı. Görünüşün politik iletişimdeki ağırlığı üzerine kurulmuş. Gazetecilik açısından “soft profile” yani insancıl hikaye türünün güçlü bir örneği. Liderin sembolik dönüşümünü anlatıyor.
Okuyalım o sembolleri; Zelenskiy’nin asker kıyafeti, savaşta birlik ve direnişin sembolüydü. Bu kimliğin değişim hikayesinde, asker kesimi, siyah tonlar, otoriteyi koruma çabasıyla başlayan serüven, yumuşak hatlar üzerinden diplomasiye geçiş yapıyor. “Suitish” demişler… sivil dünyaya, barışa ve yeniden inşaya sembolik yaklaşım olarak tarif buluyor. Savaş yorgunu bir toplumun psikolojik hazırlığını da temsil ediyor.
Giysiler Neden Önemli?
Dış görünümün örtüsü olan giysi, diplomatik arenada söylenmeyenleri “giydirir”. Ben bu noktada liderlik iletişiminin savaş sonrası estetik dönemine girdiğini gösterdiğini düşünüyorum. NYT’ın anlatımı kişisel, sinematografik ve tempolu… küçük ayrıntılarda büyük semboller yakalamaya gayret ediyor. Sınırları kurgulayan hikayeleştirme tekniği diyelim. “Siyah renk” ve “metal yapılar” sürekli tekrar ediyor; karanlığın içinden yeniden doğuş temasını işliyor. Stratejik imaj yönetiminin parçası olarak üst düzey bir “earned media” vak’ası.
İtibar mühendisliği olarak ele alırsak; Zelenskiy’nin lider kimliği insancıllaşıyor. Bundan sonra her uluslararası ziyareti, kıyafetiyle birlikte okunuyor olacak. Görünüş ile değer arasında bağ kurma çabası yanısıra liderlik anlatısında da siyasi iletişim – kültür diplomasisi – duygusal anlatım kokteyli var. Ukrayna’yı savaş mağduru ülkeden, estetik direniş seviyesine konumluyor.
Renkleri Geri Getiren Habercilik
Evrimsel olarak tehdidi fark etmek hayatta kalmayla ilgili bir durum. Bu yüzden beyin kötüyü büyütüyor, iyiyi küçültüyor. Maalesef bugün gazetecilik bu refleksi sistemleştiriyor. Eleştiri, sorgulama, hesap sorma tabii ki, haberciliğin temeli; ama bu dürtü zamanla ‘olumsuzluk’ üretim hattına dönüşüyor.” Okur tıklıyor, editör sayfa süresine bakıyor, reklamcı negatif duygunun tetiklediği dikkat süresini satın alıyor. Sonuç olarak gazetecilik, kendi karanlığını tüketiciye satar hale geldi.
Gazeteciliğin kaybolan renkleri; mizah, merak, empati, ironi… hepsi aslında hayatımızdan çalınan renkler. O renkleri geri getirmeliyiz. İnsanı öne çıkaran, hayata odaklanan habercilik talep etmeliyiz. Bağlam gazeteciliği de diyebilirim. Öyküleştirmek, arka planı görmek, duyguyu ve insan hikayesini anlatabilmek zor, araştırmaya dayanıyor, imkansız değil.
Son dakika teröründen kurtulmanın yolu tabii ki yalnızca gazetecilik değil, bu bir eko sistem. Marifet son dakikaların en az yaşandığı coğrafya yaratmak.