EGEMENLİĞİMİZİN MEDYA BOYUTU

EGEMENLİĞİMİZİN MEDYA BOYUTU

Bu yazı, medya sektöründe yaşanan finansal hareketler ile arkasındaki etik ve siyasi boyutu ele alıyor. 2025’i terk ederken egemenliğimizi nereye, kime devrettiğimizi anlamak üzere kurguladığım bir yazı.

Yıl sonu yazılarım egemenlik teması üzerinde yoğunlaştı. Konseptin içinde ilerledikçe umutsuzluğumun arttığını inkar edemem ama ışığın tamamen söndüğünü de söyleyemem. Sıcak suda kaynayan kurbağa hikayesini döne döne anımsadığımı söylemekle yetinmek isterim.

Finansal egemenlikle başladığım yolculuk, dijital egemenlikle sürdü; şimdi medya ve egemenlikle devam ediyor. Bu yolculuk bitmez. Okuryazarlık diyelim. Döne döne okumak, öğrenmek… unutmak, yine öğrenmek.

Bu bültende dünyevi hikayeler bulacaksınız. Hatta bizi ilgilendirmediğini düşünebilirsiniz. Haklısınız, hissiyat o; gerçek öyle değil ama. Bir medya yazısı yazmak istesem de yazamıyorum. Ortaya dökülen, ulusal güvenlik ve bilgiye erişim hakkı derlemesi oluyor; engelleyemiyorum.

Yaşananları pazar payı ya da hisse değeri üzerinden değil, etik, siyaset ve teknoloji ekseninde okumak isterseniz haklı olduğumu göreceksiniz. Böylece farklı ülke hatta kıtalarda meydana gelen operasyonların bizimle ilişkisini rahatça kuracaksınız.

Modern medya, eskiden söylendiği gibi sadece “dördüncü kuvvet” değil; küresel yönetimler için bir nüfuz alanı, ulusal güvenlik mücadelesinin zemini ve geleceğin yapay zeka destekli bilgi tekellerinin altyapısı. Satın almalar, sıradan ticari faaliyetler değil; demokratik yapıların temelini sarsma potansiyeli taşıyan stratejik güç hamleleri.

Ne bulacaksınız:

Daily Mail and General Trust (DMGT) üzerinden Daily Telegraph’ı satın alma girişimi, Netflix’in 82,7 milyar dolarlık Warner Bros hamlesi ve Paramount’un karşı hamlesi, butik yayıncılık yapan The Economist’in değerlemesi ve hisse satışı, New York Times’ın Pentagon’a açtığı dava, 50 yıl önce çekilen “Napalm Kızı” fotoğrafı ve sahipliği üzerinden dünyanın en büyük haber ajansı Associated Press’in (AP) sunduğu hafıza etrafında şekillenen tartışma… Avrupa Birliği X platformuna ceza kesince Beyaz Saray’ın Avrupa’ya saldırısı, görsel bankası Getty Images ile Shutterstock birleşmesi… ve sayamadığım daha pek çok gelişmenin yarattığı genel resmin alt metni.

Ulusal Güvenlik ve Medya

Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) New York Times’ın Pentagon’a açtığı dava, medyanın devletle kurduğu ilişkinin sınırlarını görünür kılıyor. Pentagon’un gazetecilerin anayasal haklarını, özellikle de ifade ve basın özgürlüğünü daraltan yeni bir askeri muhabirlik politikası yürürlüğe koyması, gazetenin sert tepkisini çekti.

Aslında Pentagon binasından aforoz edilen yalnızca New York Times muhabirleri değil; burada yerleşik medyanın neredeyse tamamı gitti yerine yeni medya geldi. Dava açtığını takip edebildiğim ise New York Times oldu. Şaşırmıyorum, görece güçlüler. New York Times davasının omurgası, basın özgürlüğünü bir kurumun mesleki koşulu değil, halkın hükümetin ne yaptığına dair bilgi edinme ve bu bilgiyi denetleme hakkının temel aracı olduğunu hatırlatmak üzerine inşa edilmiş görünüyor.

Yeni iletişim stratejisi, bağımsız gazetecilerin erişimini kısıtlamak. Yönetim yanlısı kuruluşlara alan açmak. Politika yapıcı önceki yönetimlere göre çok farklı bir hareket alanına ihtiyaç duyuyor, koşarken engellere takılmak istemiyor…

Netflix – Warner Bros ve Paramount: Yeni İmparatorluk

Eğlence sektöründe yaşanan en büyük gelişme, Netflix’in Warner Bros’u 82,7 milyar dolara satın alması. Bu cümleyi, satın alma gerçekleşti gibi ifade etmiştim. Ben çaba sarf etmiyorum, konular kucağıma düşüyor. Cümlelerimin sonunu getiremiyorum; ne olduğuna dair gelişmelerin hızına yetişmek mümkün değil.

Başkan Trump ayaküstü verdiği demeçlerden birinde “…galiba ben bu işe kendim bakacağım…” demişti. Başkanın yakın arkadaşlarından biri, bir zamanların teknoloji ünlüsü Larry Ellison. Çok zengin bir şahıs. Öyle ki; servet barometresinde Elon Musk ile o kapışıyor. Oğlu David Ellison Paramount’un başında. Bu satırların manası olabilmesi için yazının altında “Paramount nedir, ne kadar büyüktür?” notu bulacaksınız*. Ve Paramount, Warner Bros satışına düşmanca “hostile” teklif verdi. Netfilix anlaşması bozuldu mu, bozulur mu kimse bilmiyor. Gün sona ermeden her şey olur…

“Bizi İlgilendirmeyen” İlgili Gelişmeler Bitmedi

Başkanın damadı Jared Kushner tarafından yönetilen özel sermaye şirketi Affinity Partners, bu düşmanca teklifin parçası. Paramount, arkasına Suudi Arabistan, Abu Dabi, Katar ve Kushner’ı alınca 108 milyar dolarlık teklif yapmış.

Yüzeyde bu birleşme, yıllardır süren “streaming savaşları”nın son perdesi. Gerçekte ise geleceğin yapay zeka destekli içerik üretim modellerinin zeminini hazırlayan stratejik bir hamle.

“Hangi anlaşma sizin benim için fark eder?” diye sorabilirsiniz.  Şu düzlemde farkı yok; çünkü üreticilerden biri film dizi diğeri haber yoğun çalışıyor. Dünyamızı şekillendiriyorlar. Her koşulda bu güç karşısında izleyen, etkilenen, inanan, zaman zaman değerlerinde erozyona uğrayan, çoğu zaman bağımsızlığını teslim eden, hayal gücünü standartlaştıran, küreselleşme içinde eriyip giden, rengini kaybeden bizler için egemenlik kaybından başka bir şey değil

Niye Bu Kadar Israrcıyım, Ne Olacak?

Tahminlere göre 2–3 yıl içinde, belirli karakter evrenlerini ve fikri mülkiyetleri kullanan yapay zeka sistemleri, neredeyse sıfır maliyetle yeni film ve diziler üretebilecek. Bu yüzden Netflix’in hedefi yalnızca bir stüdyoyu satın almak değil. IP evrenleri, izleyicilerin duygusal dünyasını, kişilik algısını, inançlarını ve kültürel referanslarını şekillendiren temel anlatılar. Anlaşma etrafındaki tartışmalar yalnızca ekonomik değil, etik ve yönetişim boyutuna da sahip. Bir yandan şirket evlilikleri konuşulurken, diğer yandan çıkar çatışması, yönetsel şeffaflık ve kurumsal etik meseleleri gündemi işgal ediyor.

Paramount devralırsa farklı olmayacak. Yukarıda teknoloji ve IP evrenine sıkıştırmış gibi göründüğüm durum, daha siyasi bir evrene sıkışmış olacak. Haber akışları, son dakikalar, demeçler, senaryolar Beyaz Saray etkisinde yazılacak… Paramount ve Başkan ilişkisi CBS’in 60 Dakika programıyla özetlenebilir. Daha detaylı bilgiyi aşağıda bulacaksınız.**

Etik, Kurumsal Hafıza ve “Napalm Kızı”

Önce bir öneriyle başlamak istiyorum; henüz izlemediyseniz programınıza alacağınız, tarihe ışık tutan bir yapımdan söz edeceğim: The Stringer: The Man Who Took the Photo adlı belgesel. Netflix’te yayımlanıyor. Belgesel film, 8 Haziran 1972’de çekilen ve tüm dünyada “Napalm Kızı” olarak bilinen ikonik savaş fotoğrafının kime ait olduğu sorusunu yeniden gündeme taşıyor. AP muhabiri, bir kare fotoğrafıyla Pulitzer ödülü alan Nick Ut’a atfedilen şöhretin hikâyesi… İkonik fotoğrafın aslında o gün sahada bulunan Vietnamlı serbest muhabir, sektör tabiriyle bir “stringer” olan Nguyễn Thành Nghệ tarafından çekilmiş olabileceği iddia ediliyor.

Belgesel, bu iddiayı yalnızca bir söylenti olarak bırakmıyor; AP’nin eski çalışanlarının tanıklığı, o gün çekilen film rulolarının AP’ye geliş biçimi, editör Horst Faas’ın “krediyi Nick’e verin” talimatı, arşiv etiketleme rutinlerindeki boşluklar ve sahnenin dijital teknoloji marifetiyle üç boyutlu rekonstrüksiyonu gibi farklı parçaları yan yana koyuyor. Hatta bağımsız ekip sahne analizinde, bu kareyi yakalamanın Ut’un bilinen konumundan geometrik olarak mümkün olmadığını ispatlıyor.

Kulüpler Dışında Kalan Yanar

İlginçtir, belgeselin ardından AP aylar süren bir iç soruşturma yürütüyor ve sonunda “50 yılı aşkın süre geçmiş olması, bazı negatiflerin eksikliği ve tanıkların vefatı” gibi gerekçelerle atfı değiştirecek düzeyde kesin bir kanıt bulunamadığı sonucuna varıyor. AP 50 yıl boyunca nasıl idare ettiyse bir 50 yıl daha idare edecek herhalde… AP’nin yapamadığını World Press Photo yaptı, fotoğrafın statüsünü “yazar bilinmiyor” şeklinde değiştirdi.

Medyanın kimi görünür, kimi görünmez kıldığı soruları tartışılmalı. Kurumsal hafızanın ne kadar şeffaf olduğu ve neyi “kanıt” saydığı sorgulanmalı. Fotoğrafın kime ait olduğu artık yalnızca bir telif meselesi değil; tarihsel kaydın güvenilirliği, hafızanın adaleti ve kurumsal etik meselesi.

Şu detayı da lütfen atlamayın; fotoğrafın hikayesi daha önce de sınandı. 2016’da Facebook, “çıplaklık” politikası gerekçesiyle aynı kareyi kısa süreliğine kaldırdı, gelen tepkiler üzerine yeniden yayımladı. Bağlamdan koparılan ikonik görsellerin bile yanlış, tuhaf, sözde ahlaki moderasyona uğrayabileceğini; dijital platformların haber ve tarih okuryazarlığı açısından ne kadar kırılgan olduğunu göstermiyor mu?

DMGT, Telegraph Ne Anlatıyor?

Daily Telegraph’ın satış süreci; gazeteyi satın almak üzere ortaya çıkan girişimlerden birinin, Birleşik Arap Emirlikleri destekli RedBird IMI olması, Birleşik Krallık’ta ciddi politik ve toplumsal tartışmayı tetikledi: Ülkenin en önemli gazetelerinden biri, yabancı bir devletin nüfuz aracı hâline mi geliyor?

Daily Telegraph çevresinde dönen satın alma hamlesi, siyasal nüfuz tartışmaları açısından ve medyada pazar yoğunlaşmasının geldiği nokta açısından önemli. DMGT’nin teklif ettiği bedel 500 milyon sterlin. Şirketin mali tablolarına bakıldığında teklif edilen tutarın çok altında kaynağa sahip olduğu anlaşılıyor. S&P Global, satın almanın tamamlanması hâlinde DMGT’nin kredi notunu düşürebileceğini, borcun FAVÖK’e oranının 3,5 katlık eşik değeri aşabileceğini açıkladı.

Buna karşın satın alma gerçekleşirse ortaya çıkacak güç yoğunlaşması son derece net. DMGT çatısı altında The Daily Mail, The i Paper, Metro ve New Scientist gibi markalar bulunuyor. Daily Telegraph’ın da eklenmesiyle DMGT, Daily Mail ve Mail on Sunday’in yanı sıra The i Paper ve Metro ile birlikte Birleşik Krallık ulusal günlük gazete pazarının tiraj bazında yaklaşık yarısını kontrol edebilecek konuma gelecek. Şirket yönetimi bunu ekonomik bir zorunluluk olarak sunuyor.

Medya sahipliği konsolidasyonunu, bir süpermarket zincirinin zaman içinde bütün mahalle bakkallarını yutmasına benzetebiliriz. Başlangıçta tüketici için fiyatlar cazip olabilir; tedarik zinciri daha verimli çalışıyor gibi görünebilir. Ama uzun vadede raflardaki ürün çeşitliliği azalır, geriye tek bir dev oyuncu ve onun tercihleri kalır. Medya söz konusu olduğunda bu “raflar”, haber kaynaklarına, yorum çeşitliliğine, eğlence türlerine, kültürel ve siyasi anlatılara karşılık geliyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

The Economist’in “Gösteriş Alımı” mı?

Tabloyu tamamlayan parçalardan biri, The Economist’in azınlık hisselerinin satışa çıkmasıyla yapılan değerleme çalışması. Yukarıda konu ettiğim çalışmalar arasında çok küçük. Zaten bu yayın “butik olmak” felsefesiyle övünüyor. Ama farklı bir yayın The Economist. Parayla satın alınsa da korunamayabilecek bir değere sahip: itibar!

The Economist’le ilgili yayın ve pazarlama stratejisini daha önce de yazmıştım; yayının tepe yöneticisi bir röportajında kendilerini Ferrari’ye benzetiyor. Pazarlama ve var olma yaklaşımını “biricik” olmak üzerine kurguluyordu; “kıtlık” diye tanımlamıştı bu yaklaşımı ve ilgimi çektiği için paylaşmıştım.

Günümüzde zengin sayısı geometrik artıyor. Zenginler güç peşinde. Yeterince güç kazandıklarını görünce ikinci hedef “itibar” oluyor. Hepsinin itibar konusunda başarılı olamadıklarını görüyoruz.

Rothschild’in şirketteki yüzde 27’lik hissesini satışta. The Economist’in finansal büyümesi yavaş, New York Times’taki gibi büyük bir paket etkisi de yok; buna rağmen marka değeri ve uzun yıllara yayılan prestiji, yüksek çarpanı destekleyen temel unsur. Analistler, medya varlıklarının bazı milyarderler için çok havalı olduğunu, bu tür azınlık paylarının da çoğu zaman rasyonel bir yatırımdan çok “gösteriş alımı” anlamına gelebildiğini vurguluyor.

Son Gelişmeler

Haberlerin sonu gelmiyor. Medya sahipliği yeniden kuruluyor; etraf, bundan pay kapmak isteyen ya da egemenliğini bırakmak istemeyenlerin kavgasına dönüştü. Avrupa Komisyonu, Dijital Hizmetler Yasası (DSA) kapsamında şeffaflık yükümlülüklerini ihlal ettiği gerekçesiyle X’e 120 milyon Euro para cezası kesti. Elon Musk kızdı, esti gürledi. Arkasına ABD Başkanı, Başkan Yardımcısı ve diğer etkili isimleri alıp Avrupa’ya gözdağı verdi.

Ceza; X’in aldatıcı mavi tik tasarımı ile kullanıcıları yanıltması, reklam havuzunun şeffaflık ve erişilebilirlik gerekliliklerini karşılayamaması, araştırmacılara platformun kamuya açık verilerine erişim sağlamaması gibi sahtekârlık ve manipülasyon riskini artıran endişelere dayanıyor.

Bitmedi; yapay zekâ devi OpenAI’nin kâr amacı gütmeyen eleştirel kuruluşlara karşı hukuki tehditler yönelttiğinin ortaya çıkmasına ne demeli? “Yok birbirimizden farkımız” repliği uygun değil mi?…

Fotoğraf Birleşmesi mi, Gerçeklik Tekeli mi?

Birleşik Krallık Rekabet Otoritesi (CMA), Getty Images–Shutterstock birleşmesini rekabetin azalacağı, fiyatların yükseleceği ve haber yayıncıları için içerik kalitesinin düşeceği gerekçesiyle 2025’te “Phase 2” incelemesine taşıdı.

Shutterstock, kısa vadeli gelir için arşivini yapay zeka şirketlerine eğitim verisi olarak satıyor. Kendi pazarını yok eden bir model. Getty, Perplexity ile yaptığı anlaşmayla “görüntü doğrulama ve kaynak gösterme” üzerine bir strateji kuruyor.

Asıl kriz, editoryal fotoğrafçılığın içinde bulunduğu ekonomik çöküş. Gazeteler kapanıyor, haber odaları küçülüyor, abonelik gelirleri düşüyor, okuyucu güveni azalıyor. Yayıncılar artık doğrulanmış görüntüye para ödemeye istekli değil; bu da Getty, Reuters, AP gibi ajansları fiyat rekabetine zorluyor. Bu rolü teknoloji devlerinin (Google, Apple) devralması işten bile değil. Alın size bir tekel tehdidi örneği daha…

Medya Okuryazarlığı Böyle Bir Şey

Medya sektöründe yaşananların yalnızca şirket evlilikleri, hisse devirleri ya da karlılık oranları olmadığını görmek zor değil. Medya, haber ve eğlence üretmenin çok ötesinde, küresel yönetim, ulusal güvenlik, kültürel hafıza ve geleceğin teknoloji temelli bilgi düzeni açısından belirleyici bir alan.

* Paramount bu yıl içinde Skydance Media ile birleşti, Paramount Skydance Corporation (NASDAQ: PSKY) oldu. Medya ve eğlence sektörünün önde gelen oyuncularından biri. Piyasa değeri yaklaşık 6,99 milyar – 9,52 milyar ABD doları. Toplam varlıkları yaklaşık 46,2 milyar ABD doları civarında. Paramount Pictures, Paramount Animation, Paramount Players, Nickelodeon Movies gibi film ve stüdyo kuruluşlarının sahibi. CBS Entertainment Group, Nickelodeon, MTV, Comedy Central, Birleşik Krallık’taki Channel 5 gibi kanal yapılarına sahip… En çok bilinenleri sıraladım.

** Başkan Donald Trump’ın CBS yayıncılığıyla, özellikle de kanalın amiral gemisi haber programı “60 Minutes” ile olan sorunları ve çatışmaları, bir dizi hukuki ve siyasi baskı olayında yoğunlaşıyor. En çarpıcı olanı Kamala Harris röportajı davası. Trump, 2024 başkanlık seçimi döneminde, o zamanki rakibi Kamala Harris ile yapılan “60 Minutes” röportajının Harris’i kayıracak ve editöryel olarak manipüle edilmiş şekilde yayınlandığı iddiasıyla CBS News’e bazı kaynaklara göre 10 milyar dolarlık tazminat davası açtı. CBS’in ana şirketi olan Paramount Global, davayı mahkeme dışında 16 milyon ABD doları ödeyerek sonuçlandırdı. Uzlaşma, Paramount’a editöryel taviz vermesi için baskı aracı olarak kullanıldı. Bu yıl Başkan Trump ile yapılan bir “60 Minutes” röportajı, Trump’ın talebi üzerine önemli ölçüde kısaltıldı ve düzenlendi. Trump, CBS’i de dahil ederek Amerikan medyasını sürekli olarak “yalan haber” ve “halkın düşmanı” olarak hedef almaya devam ediyor.

Paylaş