Yeni Türkiye, köhne hikaye

Referandum sonuçları, Türkiye’yi neredeyse ortadan ikiye böldü. Kentli köylü, laik laik olmayan, Kürt Türk bölünmesi değil, sağ sol gibi ideolojik bir bölünme de değil. Bu ayrışmalar dünün hikayesi. Yeni hikayede ayrışmanın anlamı da, türü, yapısı da farklı. Beyin gücü ya da basitçe bilgi diyebiliriz. Öğrenme kavşağında yollar ayrıldı. Öyle bir şey ki o bilgi, dünyanın en büyük onarıcı ilacı ve veya tahribat gücü en yüksek patlayıcısı. Yaşadıklarımızı sıradan bir referandum gibi değerlendirmek hatalı olur. Cin şişeden çıktı, girmez bir daha.

 

Kendimize itiraf edemediklerimiz

Biz ne kadar kendi içimizde bölünmüş olsak da, “…ne mutlu…” diye farklıklarımızı medeniyette, demokrasi ve özgürlükler anlayışında, değerlerimiz üzerinden hoşgörüyle birbirimizi bir arada tutmayı başarıyorduk. Cin, bize zihniyet-değer-algı eksenindeki kaymayı, onarılması zor çatlağı gösterdi. Beynimizde, geciktirdiğimiz depremi yaşadık. Farkındaydık, var olan parlamenter sistem bugünün ritmini yakalamakta eksikliklere sahipti! Ama yerine geçecek sistemin geleceğin ruhunu yakalayabileceğini kim söyleyebilir?

 

Yalnız değiliz

İlginçtir, ABD, İngiltere ve Türkiye aynı kaderi paylaşıyorlar. Onlar da bölündü. Başkan Trump küçük farkla, hatta mağlupken galip oldu. Brexit, ucu ucuna kabul gördü. Türk tipi Başkanlık, +1’le hayat buldu. Seçim ya da referandum, çıkan sonuç karşısında halkın yarısı kendisini ötekileşmiş buldu. Araştırmalar üçünde de ortak bir noktaya dikkat çekiyor: hedef kitledeki sosyolojik benzerlik! “Galip” yoğunlukla erkek, işsiz, eğitim seviyesi düşük, küçük yerleşkede oturan, geçmişin kodlarıyla yaşayan, gelecekten beklentisi düşük, fiziki gücü güç kabul edenlerden oluşurken; “mağlup” ağırlıklı kadın, kentli, eğitimli, yarına dönük, çalışan, beyaz yaka, girişimci, icattan hoşlanan, güç tarifi bilgiden geçen henüz çok da net tanımadığımız bir grup.

 

Bana hikayeni anlat

Tarih tekerrür ediyor. Anlaşılıyor ki, bu dönem yine, yeni bir hikaye yazılıyor. Tekniklerden hiçbiri tutmamış olacak ki, serbest yazım – serbest vezin üzerinden gidiyoruz. Biz aylardır  referandumla meşgulken, dünya üzerinde yeni bir sosyal sözleşme yapısı netleşti. Olup bitene ilgimiz zayıf. Baktığımız yer tarihten bir yaprak, okumaya çalıştığımız dil antik, çözümlerimiz modası geçmiş… Referandumla oyladığımız sistemin hükmünün kalmadığını göremiyoruz. Kazanan övünüyor, kaybeden kahroluyor. Dar ve kısa bir bakış açısı.

Oysa akıp giden ve çoğalan, yenil nesil bir hikaye var,  parçası olmak için hala umut var mı, emin değilim. Ayrıştığımız noktalara yukarıdan bakıldığında yüzeysel, içine girince derin. Örneğin ‘beton’ ile ‘doğa’ üzerinden bölündük, ‘araştırma geliştirme’ ile ‘ezber’de ayrıldık, ‘intihal’ ile ‘özgün’ olma farkında kaybolduk… Kadını insandan sayma ile birey olarak kabul etme arasında bölündük. Ve…

 

Coğrafyada bölünme

Dünya büyürken bölünüyor. Dijital ürün ve hizmetler yükselişte, geleneksel ticaret ve finansın hızı düşüyor. Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin’den oluşan (BRICS) modellemesi yerini, her biri milyarlık nüfusa sahip olan Çin, Hindistan, Afrika ve Güneydoğu Asya (ICASA)’ya bırakıyor. Sorunlarına ve belirsizliklerine rağmen yeni hikayenin en önemli oyuncuları.

 

Teknolojide bölünme

Öğrenen makineler, dijitalleşme ve yaşam bilimlerinde atılımlar geleneksel sanayinin kodlarıyla oynuyor. Pıtrak gibi biten teknoloji şirketleri bizi geçici süre için sarhoş etmiş olabilir. Ayılma zamanı. Kümeleşiyorlar. Ortaya “etkileşimci” teknolojiler çıkıyor. Rekabet değişiyor, platformlar yapısal olarak dönüşüyor. Üretici, tüketici/müşteri, tedarikçi döngüsü iç içe ve belirsiz. Ekosistem devrimi yaşanıyor.

 

Ispanak mı hamburger mi

Değişim, “hızlı” kelimesinin anlattıklarından daha hızlı. Umutlarımızı bağladığımız “küreselleşme” konsepti, karşıtlarıyla mücadele ediyor, “Avrupa Birliği” kopmayı değil, tuzla buz olma olasılığını konuşuyor. ABD, Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması’ndan, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’ndan çıktığını, “ben ıspanak sevmiyorum bana hamburger ver” der gibi kolay söylüyor.

 

Manzara bu

Milliyetçilik şaha kalkmış, ülkeler sınırları kapayınca mülteci geçemiyor, mallar kapılarda takılıyor, tırlar sınırlarda zincir oluşturuyor. Bilgi geçiyor ama! Komik değil mi… Geçtiğimiz 10 yılda 50 kat arttı bilgi trafiği. 2,5 milyar insanın e-mail adresi var. Bir günde gönderilen elektronik posta sayısı 200 milyar. Dünya üzerinde 250 milyon kişi doğduğu ülkede yaşamıyor. 350 milyon kişi sınır ötesinden elektronik alışveriş yapıyor. Bilginin hızı, uluslararası ticareti geçti. En büyük devrim: bedava bilgi! Wikipedia basılacak olsa, 2300 ansiklopedi ediyor. Skype üzerinden her gün 2 milyar dakikalık bedava (görüntü/sesli) arama-görüşme yapıyormuşuz, düşünebiliyor musunuz?

 

Sistemde sorun yok, kaynak az

Sorunu yanlış yerde arıyoruz, yönetim sistemi hata verse de çalışıyor. Sorun, kaynak az, hatta yok. Kaynağı elinde tutan gücü de alıyor. Teknoloji sayesinde ekonomiğiz, atıklarımızdan enerji üretiyoruz, mecburiyetten alternatif kaynaklara yöneliyoruz. Keşfedilmeyeni keşfe çıkıyoruz.

 

Dünya malzeme devrimi ilan etti, anlam verme ya da anlama zahmetine dahi katlanmıyoruz. Amaç daha hafif, daha ucuz, daha az enerji tüketen malzemelerle iş yapmak. Devrim bu mu yalnızca? Yeni, farklı, işlevsel meslekler doğuyor. Öğretmen olmayı hayal eden ya da polis olmaya öykünen çocuk yetiştirme devri bitti. İstihdamın şartları değişti. İşçinin kodlama, beyaz yakanın yorum yapabilmesi bekleniyor. Üretimden insan çekiliyor. Fabrikalar “blackout” karanlığa düşüyor.

 

Güç el değiştiriyor

Yazdıklarımda yeni bir şey olmadığını düşünüyorsunuz. Güzel! Tam da bu noktayı kaçırmamak gerekiyor. Gücün el değiştirmesinden söz ediyorum. Buraya kadar anlattıklarımda devlet ve devlet mekanizmasından söz etmediğimi fark etmiş olmalısınız. Işıkları üzerine çeken iş dünyası. Fiziksel güçle bilgiye dayanan bilimsel güç arasında gelgitler yaşanıyor. Devlet gücü vermek istemiyor doğal olarak, elinde tutması için de iki seçeneği var. Ya bilgide rekabete girecek ya gücü, “güç”le elde tutacak. Görünen ikinci şıkkı seçti. Şimdilik.

 

Politikacının sonu

Politikacının yeni sistemde yeri nerede? Meslek olarak kalacak mı? Kimdir bu insanlar… Uzmanlıkları ne; ekonomist, hukukçu, mühendis, asker, polis… Meslekler günün ihtiyaçlarına cevap veremezken yönetmeye yetişebilirler mi? Şimdilik, fiziksel güçle. Beyin gücüne geçtiğimizde bizim de bir hikayemiz olacak.

 

O hikayede şöyle şeyler yazacak; askerde genetik bilimci, biyolog… siyasette sosyolog, psikolog, malzeme mühendisleri… poliste hukukçu, bilgisayar mühendisleri olacak… tıpta olduğu gibi; bacak kırığıyla hastaneye yatan kadının, göğüs kanserine yakalanma olasılığını keşfeden bilgisayar mühendisi doktor gibi. Hastasının kalbine ona uygun olarak geliştirdiği stent’i takan malzeme mühendisi doktor ile biyoloji ve bilgisayar teknolojisi sayesinde “bana özel” ilaç üreten doktor gibi.

 

Referandum sonuçları kadar 16 Nisan’a damgasını vuran iki deyime atıf yapmadan geçemeyeceğim. O kadar doğru teşhisler ki, atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş, bize de; “Sür eşeği Niğde’ye” demişler gerçekten! Sorun şu, bu deyimlerin yeni hikayede özellikle genç nesiller için karşılığı yok.

 

Üsküdar ile Niğde

‘Atı Alan Üsküdar’ı Geçti’ hikayesi: Bolu dağlarında yaşayan Köroğlu bir sabah kalktığında atını bağladığı yerde bulamamış. Tesadüfen İstanbul’un Avrupa yakasında bir at pazarında rastlamış. Köroğlu atı bulunca, binip yıldırım hızıyla pazardan uzaklaşmış. Satıcı da kıyıya kadar peşinden… Durumu gören biri: “Boşuna uğraşma beyim, atı alan Üsküdar’ı geçti”demiş.

‘Geçti Bor’un pazarı sür eşeği Niğde’ye hikayesi: Bor, Niğde’nin ilçesi. Pazarı meşhur… Söylentiye göre, pazara gelmekte olan bir köylü, eşeğini bir su kenarında dinlendirmek ister. Uyuyakalır. Uyandığında pazar dağılmıştır. İşini bitirip köye dönmekte olan köylüler, “Geçti Bor’un pazarı sür eşeğini Niğde’ye.” derler.

Yorum sizin. Hikayelerin birbiriyle konuşası var mı?

Paylaş