Vatandaş İbrahim

İbrahim Betil, bir sivil toplum gönüllüsü, bir vatandaş. Profesyonel olarak başladığı kariyerinde patron olacak kadar risk alabilen, parmakla gösterilecek başarılara imza atan biri. Türk iş dünyasının en popüler simalarında biriyken noktayı koyduğu anda tanınırlığını ve bilinirliğini katlayarak artırdı. Ününe ün kattı, yaptığı işlerle bizi şaşırttı. Çünkü düşünmediğimiz ve alışık olmadığımız şekillerde de hareket edilebileceğini, farklı kararlar alınabileceğini gösterdi. Biz kendisine şapka çıkardık. Duyarlıydı, azınlıklar adına, gençler adına, eğitim adına… Farkı seyirci olmamaktı, kolları sıvayıp işe koyulması onu değil de izleyenleri yormuş olabilir. Yardım kampanyaları düzenlediğinde, okullar açtığında, deprem bölgesine al attığında, yakınlarda Gambia diye bir ülkeyle bizi tanıştırdığında… “neden” diye sorduk, “ben de yapmak istiyorum…” diye noktaladık. Yaptığı gönüllülük, büyük bir adanmışlık, konsantrasyon ve disiplin gerektirdiği için çoğunlukla izlemekle yetindik.

 

Yaprak Özer: Birden bire hayatınızı değiştirdiniz. Bir sivil toplum gönüllüsü oldunuz. Sırça köşkten inip  bir vatandaş olarak hayatın içerisine karıştınız. Sırça köşk tabii bizim dışarıdan gördüğümüz resimdi.

İbrahim Betil: Evet, belki de o görünümü değiştirmek amacıyla, böyle olmadığımı anlatabilmek amacıyla bu adımı atmış olabilirim. Belki… bilmiyorum. Daha fazla keyif aldığım bir alan olduğu için hala da üzerinde ısrarla yürüdüğüm bir yol. Keyif almak çok önemli.

 

Yaprak Özer: Keyif aldığınızı gözlerinizden zaten anlıyorum, pırıl pırıl bakıyor, projelerden konuşurken gülüyor. Ama nasıl karar verdiniz?

İbrahim Betil: Tesadüf olmadı ama yani belgelerle kanıtlayabilirim bunu ben bankacılık sırasında verdiğim bir söyleşide “ben bankacı olarak ölmek istemiyorum” demiştim. Ben eğitim yaşamına girmek istiyordum. Çünkü bir toplumun zenginliğinin para olduğuna inanmıyorum. Ekonomik büyüklük olduğuna da inanmıyorum. Sosyal sermayenin gelişiminin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bunun için de Türkiye, dünyanın en geri kalmış eğitim alanında ülkeleri arasında olduğu için,“acaba burada bir fark yaratabilir miyim” kaygısıyla 25 sene önce bir hayalim vardı, o hayal doğrultusunda yola çıktım. Fırsatlar da oluşturdu.

 

Yaprak Özer: 16. büyük ekonomiyiz. Kağıt üzerindeki zenginlikten söz etmiyorsunuz değil mi?

İbrahim Betil: O zenginliği maddi zenginliği, ekonomik büyüklüğü sürdürebilmek için insan sermayesinin güçlü olması lazım, eğitimli olması lazım. Öbür türlü Türkiye’nin çok büyük bir doğal zenginliği yok, ama insan zenginliği var. O insan zenginliğinin, özellikle genç yaş nüfusunun çok büyük bir avantaj olduğunu düşünüyorum. Ama bunun da sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum, çünkü nüfusumuz 10 sene öncesine baktığımız zaman yaşlanmaya başladı. 10 sene önce ortalama nüfus yaşı 26’iken şimdi 29’lara geldi. O nedenle bunun sürdürülebilirliği, bu zengin insan kaynağının iyi bir eğitime sahip olmasından geçiyor. Bunu yapamaz isek o zaman o geldiğimiz ekonomik büyüklüğü devam ettiremeyiz kaygısındayım.

Yaprak Özer: İnsanlarda hayatları içerisinde değişik aydınlanmalar, kırılmalar oluyor… Sizin hayatınıza geriye dönüp baktığımda sizin ortaokul sıralarında da daha enteresan bir öğrenci olduğunuzu görüyorum. Çok iyi bir eğitiminiz var, burslu okumuşsunuz. Babanızın işleri iyi gitmemiş ve ondan sonra sizi Robert Kolej burslu öğrenci olarak okutmuş. Başarılarınızdan dolayı mı yoksa sizde gördüğü başka bir ışıktan mı?…

İbrahim Betil: Hayır, hiçbir zaman akademik yönden çok başarılı bir öğrenci olmadım. Vasat bir öğrenci oldum. Ancak, akademik etkinliklerin dışında sınıf faaliyetlerinin dışında, sınıf etkinliklerinin içindeydim.

 

Yaprak Özer: Nedir bunlar mesela?

İbrahim Betil: Özellikle sosyal hizmet çalışmaları. Sosyal Hizmet Kulübü’ndeydim mesela. Ben ortaokulda başladım yatılıydım, hafta sonlarında hocamız bizi alırdı, okul boyamaya veya okul inşaatında çalışmaya gönüllü olarak götürürdü. Oralardan bu virüsleri kaptım diye düşünüyorum. Güzel bir virüs yalnız insanı canlı tutuyor.

 

Yaprak Özer: Geriye dönüp bankacılıkla ilgili ne söyleyebilirsiniz?

İbrahim Betil: Çok şanslıydım. Bankacılığın Türkiye’de değişime başladığı bir dönemde bankacılığa başladım. Bana güvenen insanlar burada isimlerini saygıyla anıyorum Mehmet Emin Karamehmet biridir, Hüsnü Özyeğin de ikincisidir. Benim hiçbir bankacılık bilgim olmamasına rağmen bana güvenerek sorumluluk verdiler. Bankalarda genel müdür yardımcılığı, genel müdürlük görevlerini bana duyulan bu güvenle.

 

Yaprak Özer: Bankacılık bilgisi olmadan ne demek bunu açıklar mısınız?

İbrahim Betil: Şöyle yani, işte 1980’li yılların başında aslında tıpkı bana da aynı lafı söylemişti: biz de bankacılığı bilmeden bankacılığa başladık demişti bu saydığım isimlerden bir tanesi. Dolayısıyla 1980 öncesi devletin yönettiği, faizlerin kaç olacağını, mevduat faizi ne olacak, kredi faizi ne olacak tamamen Ankara’nın talimatıyla belirlenen çok kontrollü bir devlet bankacılığı mekanizma varken 1980’li yılların başında serbest ekonomi düzenine geçti bankacılık da. İşte orada bankacılığın gelişimi, insan kaynaklarının bankacılıkta nasıl fark yaratabileceği, rekabette iyi hizmetin, kaliteli hizmetin nasıl bir fark yaratabileceği, ihracatın finansmanı devreye girdi, ithalatın finansmanı devreye girdi. O zamanlar ithalat-ihracat gibi dış ticaret kavramları tamamen devletin denetimindeydi onlar özel sektör bankacılığının yükselmesine katkıda bulunan.

 

Yaprak Özer: Sevdiniz ama değil mi bankacılığı?

İbrahim Betil: Çok sevdim, çok şey öğrendim.

 

Yaprak Özer: Siz hızlı bir çıkış yaşadınız, doğru değil mi?

İbrahim Betil: İnsan yaptığı işi sevmezse ilerlemesi mümkün olmuyor yüzde yüz. Seviyormuş gibi değil… İçten tutkuyla bağlandığınız zaman o zaman gidiyor.

 

Yaprak Özer: Tutku muydu? Sizinki farklı bir model… Her bankacı patron olmayı hayal edemez. Bu herhalde tutku… Tünelin ucundaki ışık neydi?

İbrahim Betil: Patronluk hiçbir zaman benim hedefim değildi böyle bir hedefim yoktu bankacılıkta, o bir rastlantı olarak oraya geldi.

 

Yaprak Özer: Burada neyi hedeflemiştiniz,  niye böyle bir şeye adım attınız?

İbrahim Betil: Ben daha çok üst yönetimin sadece profesyonel olarak yönetmekle kalmayıp çalıştığı kurumun küçük de olsa hissedarı olması, paydaşı olmasının üst yönetime daha fazla bir bağlayıcılık, bir aidiyet sağlayacağını düşündüğüm için bu modelin doğru olabileceğini ortaya koymuştum.

 

Yaprak Özer: Peki neden kabul görmedi?

İbrahim Betil: Çok ortaklı modelin krize dayanıklı bir model olmadığını gördüm. Çünkü krizlerde insanlar yüzde doksanına, yüzde yüzüne sahip olduğu alanların bir yerde sürekliliğini sağlamak için oraya odaklanıyorlar. Yüzde beş, yüzde üç ortak olduğu bir modeli desteklemek yerine yüzde yüz, tamamına sahip olduğu bir modeli.Çok ortaklı model krize dayanıklı bir model değil.

 

Yaprak Özer: Yani o zaman şunu anlıyorum küçük ortak zarardan kurtulmak için kangren olan uzvu kesip kurtulmayı tercih etti.

İbrahim Betil: Kurtulmak olmasa bile önem derecesinde ikinci üçüncü planda kalabiliyor.

 

Yaprak Özer: Hayal kırıklığı yaşadınız herhalde değil mi? Geriye dönüp baktığınızda ne hissediyorsunuz?

İbrahim Betil: Geriye dönüp baktığımda o dönemde devleti yönetenlerin başarısızlığı, beceriksizliği olarak yorumluyorum. Çünkü evet ortaklar belki biraz daha sahiplenebilirlerdi ancak, biz güvenli bir limana teslim ettik o pırıl pırıl bankayı ve 48 saat sonra bütün bankalara devlet güvencesi geldi. Üstelik teslim etmeden önce de başbakanın kendisi hazinedeki ilgili arkadaşların kendisinden konuşmama rağmen onlar bile krizin ortasında ne yapacaklarını bilemedikleri için yorum yapamadılar. Ama teslim ettik, 48 saat sonra devlet güvencesi çıktı bütün bankalara. Ama ben geriye bakmıyorum, geriye bakmayı lüzumsuz görüyorum yaşamımda. İleriye bakmak benim için daha heyecan verici onun için sayfaları hızlı çevirebiliyorum.

 

Yaprak Özer: Merkez Bankası’na o gün bankayı teslim edip Ankara-İstanbul yolculuğunuzda kader ağlarını örmeye devam etmiş, anlatabilir misiniz?

İbrahim Betil: Uçağa bindik, uçakta Sinan Tara ENKA Şirketler Grubu’nun Şarık Tara’nın oğlu onunla TÜSİAD’dan aynı yönetim kurulunda olduğumuz için tanışıyoruz. “Ne yapacaksın şimdi” dedi, dedim “hayatım benim eğitime odaklandı. Hep eğitime girmek istiyordum umarım bu bir vesile olur, bir yerden eğitime girmek istiyorum.”

 

Yaprak Özer: Biliyor muydunuz, kafanızda bir şey var mıydı yani eğitim derken?

İbrahim Betil: Eğitim derken işte biraz param olsun bankacılıktan da amacım oydu, param olursa gideceğim okul yapacağım gibi bir olaydı. Bir yerden eğitime girmek istiyordum ama ben bir eğitimci değilim. Eğitimle çünkü bir şeyleri değiştirebileceğime inanıyordum, değiştirmek çünkü benim için önemli. Biraz sohbet ettik, sonra uçağın penceresinden aşağıya bir bakar mısın dedi. “Evet biliyorum” dedim, “…orası İstinye Sadi Gülçelik Spor Tesisleri.” “Evet” dedi, “çok güzel spor tesisleri ama ortada dedi bir boşluk var, ben o boşluğa okul yapmak istiyorum. Sen sorumluluğu üstlenirsen sana o yetkiyi veririz” dedi. “Nasıl yani” dedim. “Her türlü desteği, finansmanı yapacağız ama biz uğraşamayız sen güveniyor musun?…” Biz uçakta el sıkıştık.

 

Yaprak Özer: Dönüp baktığınızda nasıl yorumlarsınız?

İbrahim Betil: Ben şöyle yorumluyorum, ben hayatta güven alışverişinin çok önemli olduğuna inanıyorum. Ben bankacılığa başlarken de, bankacılık bilgim olmamasına rağmen insanlar bana güvenip sorumluluk verdikleri gibi eğitim yaşamına başlarken de bir başka insan aynı şekilde güvenip sorumluluğu veriyor. Bu müthiş motive edici bir şey ve insanın o sorumluluğu yerine getirebilmesi için gecesi gündüzü birbirine giriyor. Çünkü arada bir sözleşme yok, yazılı bir şey yok sadece bir güven duygusu var. İki gözün birbirine bakıp ben sana güveniyorum. Bundan daha büyük bir şey ben yaşamımda herkesin böyle bir şey yaşamasını istiyorum. Birilerinin kendisine güvenmesini ve o güvenin karşılığında sizin bir çaba gösterip, bir şeyler yapabilmeniz çok önemli. Biz uçakta el sıkıştık iki gün sonra da  Şarık Tara’ya gittik, Şarık Tara çok enteresan bir şey söyledi. Dedi ki, tamam yapabileceğine söz veriyorsan ben yalnız vasat iş istemem dedi. Dünyanın en iyi okullarından birini istiyorum dedi bu kadar.

 

Yaprak Özer: Sonra ne kadar sürdü bu macera?

İbrahim Betil: İstanbul ENKA Okulları bu şekilde başladı. On yıldan fazla onun kuruluşundan itibaren bütün sorumlulukları bana verdiler ve o süreç içinde ben dünyayı gezdim. Dünyada en iyi okullar pek çok kitap okudum. Pek çok seminere katıldım, kendimi iyi okul anlayışı nedir, nasıl olması gerekir ama sonunda geldiğim nokta çok onur duyarak söylüyorum Uluslararası Bakalorya Organizasyonu’nun bu dünyanın en saygın otorizasyon kuruluşlarından biridir, ben onun önce Afrika, Orta Doğu ve Avrupa danışmanı oldum. Ardından dünya yönetim kurulu üyeliğine beni davet ettiler. İki sene orada yoğun olarak dünyanın pek çok okullarını, farklı eğitim anlayışlarının içinde nasıl bir evrensel kalitenin oluşabileceğini, gözleme yaşama fırsatı buldum. Yani sıfırdan işte bir şeyler yapılabileceğini gördüm. Öğrenerek eğitimin ne olduğunu, gerçekten öğrenerek, yaşayarak, görerek uluslararası başarılı eğitim anlayışlarını  inceleyerek sadece akademik olarak değil birebir konuşarak, görerek, tartışarak bildiğimi düşünüyorum. Bu konuda çok geliştiğimi düşünüyorum.

 

Yaprak Özer: Bir yerde diyorsunuz ki “ben rahatsız bir insanım”. Yani herkesin rahat rahat oturabileceği bir zamanda siz de dünya turuna çıkabilirdiniz değil mi… Bu rahatsızlığınızı nasıl tarif eder misiniz?

İbrahim Betil: Ben çevreme bakıp şikayet etmesini seven bir insan değilim. Olumsuz gördüğüm şeyi eleştirmek yerine onu değiştirmenin daha önemli olduğunu düşünüyorum. İnsan bir yere bir izmarit attığı zaman veya bir kağıt attığı zaman hepimizin yaptığı yahu neden kağıdı attı ama o atan kişinin önünde eğilip o kağıdı alıp çöp kutusuna koyduğunuz zaman o insana çok fazla mesaj verdiğinizi düşünüyorum. O insan bir daha o kağıdı atmadan önce iki kere dört kere düşünür. Rahatsızlık buradan geliyor yani sadece eleştirmek değil. Toplum Gönüllüleri’ni kurmamızın nedeni de buradan geliyor zaten. Yani onun da kuruluş sloganı “eleştirmek için değil, değiştirmek için” diyip gençliği Türkiye’de bastırılan, sözü dinlenmeyen, ezilen, hapislere atılan gençlere güç vererek, onları yetkilendirerek onları toplum hizmeti projelerine yönlendirmek amacıyla kurduk Toplum Gönüllüleri’ni. On sene önce Toplum Gönüllüleri’ni kurmaya kalkarken arkadaşlarım alay ettiler, sen gençliği örgütlüyorsun başın belaya girecek diye. On sene önce sıfırdan başladık bugün 105 tane üniversitenin kampüsünde  35bin genç her sene bine yakın proje yapıyorlar. Farklılıklarla bir arada, ayrımcılık yok, etnik, inanç, bireysel tercih, düşünce ayrımcılığı yok. Sen Kürtsün, Sen Alevisin, sen Hıristiyansın, sen Kapitalistsin sen Komünistsin yok bu ayrımcılıklar. İşte örtülü, senin kulağında küpe var yok, hepsi bir arada gidip bir toplum projesi tasarlayıp yapıyorlar. Türkiye’nin barış projesi oldu. En büyük gençlik kuruluşu haline geldi. En yaygın gençlik kuruluşu haline geldi.

 

Yaprak Özer: Şu anda içinde bulunduğumuz dönemin adına eğitim reformu diyebilir miyiz?

İbrahim Betil: Ben Türkiye’nin eğitimde ilerleyebilmesi için ister 4+4 ister 4+8 ister 8+4 bunlar benim için önemli değil, bunlar işin formatı. Gelelim işin içeriğine. Biz geliştirmek istediğimiz çocuklardan başlayarak beyinlerini formatlamak amacıyla mı varız, yoksa bu beyinlerin yaratıcılığını sorgulamasını, merak duygusunu harekete geçirmek, onları düşündürmek için mi eğitim ortamları. Eğer ikincisi için değilse yani biz sorgulayan, araştıran, kendini ifade eden, özgürce yazıp özgürce konuşabilen, meraklanan bir nesil yetiştirmek istemiyor da kendi doğrularımızı, kendi ideolojilerimizi bir yerden bir yere aktarabilmek gibi bir eğitim anlayışımız olacaksa ister 4+4 olsun ister 8+4 olsun hiçbir şey değişmez. Ama Türkiye sadece bugün değil Türkiye geçtiğimizden bu yana ideolojik formatlama anlayışı ile bir eğitim anlayışını merkezden yönetilen, içeriği merkezden belirlenen, çocukların soru sorma beni dinle, ezberle, çoktan seçmeli cevaplar ver, beşinci alternatif yok dörtten birini seçeceksin. Oysa o çocuğun yaratıcılığına bıraksanız.

 

Yaprak Özer: Şöyle bir şey okudum, 4+4+4 diye bir sistem dünyada yok mu, ben mi yanlış okudum?

İbrahim Betil: Şimdi ilk başta ortaya getirilişte çok erken yaşta birinci sınıfa başlanıyordu. Onu şimdi bir altı ay öne aldılar ki bence doğru yapıldı. İkincisi dördüncü sınıftan sonra benim söylediğim mesleğe yönlendirme gibi bir çıkış noktası vardı. Bunun çok yanlış olduğunu ifade ettim. Hala da böyle bir ilerleme olacaksa hala yanlış olduğunu söylüyorum. Çünkü dokuz yaşındaki bir çocuğu dördüncü sınıfın sonunda şimdi başlıyor, dokuz yaşında olacak. Dokuz yaşındaki çocuğu bir mesleğe yönlendirmek kadar yanlış bir şey olamaz. Hangimiz dokuz yaşındayken bugün ben tekstilci olacağım, bankacı olacağım böyle bir tercihi dokuz yaşındaki çocuk. Önemli olan o çocuğa seçebileceği alternatiflerin ne kadar çok olduğunu keşfedebileceği ortamları yaratabilmektir. Onu belirli yönlere itmek değil. İteceksek meslek eğitimi gibi bir olguyu lise çağında o çocuklara o seçmeyi verebiliriz bunu da yaparken meslek eğitim liselerini o çocukların keyif alabilecekleri, güncel gelişimleri yakalayabilecekleri düzeye getirmemiz lazım. Yani yirmi sene önceki motorları koyup motor meslek lisesi yapamazsınız. O çocuk biliyor çünkü bugünkü teknolojinin motorların bujilerinin olmadığını çok iyi biliyor.

 

Yaprak Özer: Afrika ülkesi Gambia’ya yardım topluyorsunuz. Nerededir Gambia?

İbrahim Betil: Batı Afrika’da. Çepeçevre Senegal’in ortasında.

 

Yaprak Özer: Neden Gambia?

İbrahim Betil: Bazı şeyler rastlantı, tetikliyor. Bir başka vesileyle Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın merkezinde bir toplantıya gitmişken kapıdan içeriye iki tane simsiyah Afrikalı adam girdi. Kim dedim, randevu almışlar. Internet üzerinden gençlikle iş birliği yapabilmek adına Toplum Gönüllüleri Vakfı’nı bulmuşlar, randevu almışlar bizim arkadaşlardan. Tesadüf ben oradayken de randevuya geldiler, benim bilgim yoktu. Ben merak edip, kadının meslek sahibi olması ve çocuk bakımına yönelik Gambia’da bir sivil kuruluşmuş bunlar. Ben o zamana kadar Gambia’nın nerede olduğunu, ne büyüklükte olduğunu bilen bir insan değilim yani bunu itiraf edeyim evet Afrika’da bir yerde o kadar.

 

Yaprak Özer: Gittiniz, gördünüz ciddi bir fakirlik olduğunu gözlemlediniz, çözüm mü geliştirdiniz?

İbrahim Betil: Ben dedim ki, iş birliği yapabilmemiz için benim anlamam lazım, gelip göreceğim dedim. İnanmadılar, kalktım gittim. Kasım ayında geçen bir hafta kaldım orada bütün ülkeyi dolaştım, küçücük bir ülke zaten dört saatte boydan boya gidebiliyorsunuz. Köylerine gittim, orada kadınlarla, gençlerle, yöneticilerle, imamlarla -%96’sı Müslüman- orada toplantılar yaptım ve gördüm ki bu kadar yoksulluk dünyada yoksulluk sıralamasında çok gerilerde, gerçekten günde bir öğün yemekle yaşayan insanlar hepsi neredeyse günde bir öğünle yaşıyorlar. Yani ben bu kadar büyük bir dengesizliğin beş saat ileride, Avrupa’da zenginlik, refah beş saat ileride uçakla gittiğiniz zaman Gambia nedir dedim yani bu adaletsizlik.

 

Yaprak Özer: Somali konusu da pek çok çevrede haklı-haksız eleştirilere neden olmuştu. Türkiye’nin geri kalmış kadını, genci, coğrafyaları varken, neden başkaları ve başka coğrafyalar? Bu tür eleştirilere ne diyorsunuz?

İbrahim Betil: Şimdi insanlığı konuşuyorsak, ben insan için var olduğuma inanıyorum. Dünyada insanlık diye baktığınız zaman sınırları aşabildiğimiz zaman, çünkü sınır koymaya başlarsak burası Türkiye sınırı, burası benim mahallemin sınırı, burası benim komşumun sınırı, sınırın sonu yok. Ama sınırsızlığa bakıp insanlığa doğru baktığınız zaman ben Türkiye’de gezmediğim il yok, görmediğim il yok evet çok büyük sıkıntı var ama oranın sıkıntısı Türkiye’de benim gördüklerime göre çok farklı bir sıkıntı, çok büyük bir yokluk, çok büyük bir yoksulluk. İnsanlar bir aile bütün bir aile, yılda bir kere bir araya gelip et yiyebildikleri için dua ediyorlarsa, şükrediyorlarsa Türkiye’den farklı bir dünya olduğunu görelim. Ben bir de orada yardımdan daha çok oranın sosyal ve iktisadi kalkınmasına destek amaçlı yani biz para verelim orada insanlara yardım edelim gibi proje başlatmadık. Biz orada balıkçılık potansiyeli var, balık tekneleri motorları yok, biz oraya balık tekneleri verdik ama şartımız şu: her tutulan miktar, her satılan balığın belli bir yüzdesi, yüzde on beşi bize verilecek. Bu bir hesapta birikecek, birikenlerle başka bir köye bir balık teknesi daha alacağız.

 

Yaprak Özer: Başladı mı peki?

İbrahim Betil: Başladı. Dört haftadır. Balık tutanlar tuttukları balığın yüzde ellisini alıyorlar, öbür yüzde yirmibeşi köy yönetimlerine veriyor, köy yönetimleri de eğitimlere harcıyor. Sadece yüzde ellisini alıyor tutanlar ve her sefer başka bir grup balık tutmaya çıkıyor.

 

Yaprak Özer: Denetliyor musunuz?

İbrahim Betil: Tabii.

 

Yaprak Özer: Peki buradan oraya gidenler mi var?

İbrahim Betil: Gönüllü olarak çalışanlar çıktı bir tanesi, şu anda ilk olarak gönüllümüz dört aylığına oraya gönüllü olarak gidiyor ve 38 yaşında bir kadın, bir öğretmen. Böyle duyarlı insanlar var. 20 yaşında 22 yaşında başvuruda bulunanlar var, kalktı gidiyor o yoksulluğun içinde gönüllü olarak altını çiziyorum para değil, masraflarını karşılıyoruz.

 

Yaprak Özer: Gönüllülük ciddi bir sistem. Gönüllü sistemleri çalıştırmanın zor olduğunu biliyoruz. Siz bu sistemi  nasıl kurdunuz?

İbrahim Betil: Gönüllü çalışma kurumsal hayata göre baktığınız zaman yönetimi çok daha zor. Kurumsal dünyada maaş zammı olabilir, terfi olabilir, pirimler olabilir, yapabileceğiniz bir sürü şey var. Yönetimde güç var, tepedeki yöneticiler için. Ancak gönüllülükte para yok, terfi yok, hiyerarşi yok, her şey eşit, tam tersine gönüllüler ön planda.

 

Yaprak Özer: Sistemi nasıl kuruyorsunuz?

İbrahim Betil: Sistemi yetki vererek, güvenerek kuruyorsunuz. İnsanlara yetki verdiğiniz sorumluluk verdiğiniz zaman, insanlara talimat vermek yerine insanları kararlara dahil ettiğiniz zaman o insanlar büyük bir motivasyon hissediyorlar. Büyük bir sorumluluk alıyorlar ve kendilerine duyulan güveni karşılığını verebilmek için ellerinden geleni yapıyorlar tıpkı ben gibi. Ben, bana yapılanları insanlara yapmaya çalışıyorum. Bana insanlar güvendiler, ben her şeyimi ortaya koyup başarılı olmaya çalıştım. Size de güvenildiği zaman siz de aynı şeyi yapıyorsunuz. Çocukları, gençleri susturmak yerine ben sana güveniyorum demek gerek.  Güveniyormuş gibi değil ama… yan gözle bakmayacaksınız yetkiyi verdiğin zaman arkanı döneceksin.

 

Yaprak Özer: Peki şu sakalı niye bıraktınız? Sakal bırakınca dinlerler diye mi düşündünüz.. neyi dinlesinler istediniz, bir tepki mi  bu?

İbrahim Betil: Dikkat çekmek için. Ben yıllardır çok dikkatlice her gün tıraş olup tertemiz yüzle insanların karşısına çıkan bir kimse olarak dikkat çekmek istedim.

 

Yaprak Özer: Neye dikkat çekmek istediniz?

İbrahim Betil: Dikkat çekmek istediğim konu Türkiye’de adalet sisteminde, yargıda ciddi bir reform olması gerektiğine inanıyorum. Tutuklama sürelerinin çok uzun olduğunu düşünüyorum, tutuklama sürelerinin 90 güne indirgenmesini, mahkemelerde yargılama süreçlerinin çok uzun olduğuna inanıyorum. Savcı açıkları, hakim açıkları haklı olarak hakimler elli dosyaya bakacağı yerde beş yüz dosyaya baktığı zaman işler uzuyor. Bu atamaların yapılması, yargıç açıklarının, savcı açıklarının kapatılması, adalet sarayı yapacağımız yerde adaletin içeriğinin oluşturulması lazım.

 

Yaprak Özer: Sakalı kesebileceğiniz gün yaklaştı mı?

İbrahim Betil: Sayın Adalet Bakanımıza 45-50 tane maddeden oluşan reformla ilgili yapılması gerektiğine inandığımız yaklaşık 200 imzalı bir öneri gönderdik. Umarım o önerilerin hepsi olmasa bile bir kısmı harekete geçerse umarım.

İbrahim Betil

Türkiye’de ve yurt dışında sınai kuruluşların, bankaların genel müdürlüğünü, yönetim kurulu başkanlığını yaptı, kuruculuğunu üstlendi. 1994 yılından sonra ülkede ve yurtdışında eğitim ve sivil toplum çalışmalarıyla ilgilendi, bu kuruluşların yönetimlerinde bulundu. (Pamukbank, İktisat Bankası, Garanti ve Bank Ekspres)

Üniversitelerde dersler verdi, radyo ve TV programları, çeşitli dergi ve gazetelerde köşe yazarlığı yaptı, Hafiften Bankacılık isimli bir kitap yazdı. Çeşitli okulların ve sivil toplum kuruluşlarının kuruculuğunu, yönetimini üstlendi. Açık Radyo’da Ateş Böceği programını yaptı.Enka Okulları’nın fikri tasarım sahibi.

Halen Toplum Gönüllüleri, Öğretmen Akademisi, Uluslararası Hrant Dink Vakıflarında ve ENKA Adapazarı okullarında yönetim kurulu üyesi olup, sınai ve mali sektörde çeşitli şirketlerde yönetim kurulu üyeliği ve danışmanlık yapıyor.

Paylaş