Sert, Yumuşak ve Akıllı

Yıl 2017. İnsansız araçları, Mars’a gitmeyi, yapay zekayı, en büyük en güçlü olmayı falan filan konuşuyoruz… Ve gerçek gündemimizden birkaç anımsatma notu paylaşmak istiyorum. Ya biz çok şakacıyız ya dünya bize şaka yapıyor. Yok eğer şaka değilse, ciddiyet lütfen.

ABD ile yaşanan vize krizine etkin köşelerinden birinde yer veren Financial Times, “Vize tartışması Türkiye’nin sürüklenişini gösteren bir diğer işaret” başlığını attı.

ABD eski Başsavcısı Preet Bharara, kendisini suçlayan T.C. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na twitter üzerinden “yalancı” dedi. Norveç’te (8-17 Kasım) yapılan NATO tatbikatında düzenlenen simülasyonlar sırasında ‘Düşman Liderler Biyografisi’ne Atatürk’ün görüntüsü yerleştirildi. Yetmedi, bir Norveç vatandaşı NATO tatbikatının yapıldığı sırada sosyal medya hesaplarını taklit eden simülasyonda “RTERDOĞAN” kullanıcı adıyla sahte hesap açıp, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı NATO düşmanıymış gibi gösteren paylaşımlar yaptı.

Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın, 9. Halifax Uluslararası Güvenlik Forumu’nda yaptığı konuşma öncesinde forumun resmi hesabından, boğazında kemer izi oluşan darbe girişiminden bir fotoğrafı yansıtıldı. 22 Kasım’da görüşmelere devam eden Türkiye heyetinin Bonn İklim Zirvesi’ni terk ettiği haberleri servis edildi. Bu üst üste gelişen olaylar aslında yıl boyunca yaşandı. Örneğin, Hollanda Dışişleri Bakanı, Mevlüt Çavuşoğlu’nun (11 Mart) planlanmış toplantısını ve uçuş iznini iptal etti. Aynı gün Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya, Hollanda’da persona non grata ilan edilerek ülkeden sınır dışı edildi. Bakan karayoluyla Rotterdam’a gitme kararı alınca Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolosluğu Rezidansı önündeki yol trafiğe kapandı. Saymakla bitmiyor…

Ne oluyor, neden itibarsızlaştırılıyoruz? Herkes neden bize düşman? Kavga etmeli mi?  

Yaşanan olaylar yalnızca bakan, başbakan, cumhurbaşkanını ilgilendiriyor muamelesi yapılıyor ki, yanlış. Tüm vatandaşlar olarak teker teker itibarsızlaştırılıyoruz. Gümrük kapılarında bekletiliyor, sorgulanıyoruz. Şüpheyle bakılan haline geldik. Yurt dışında okuyan gençler benzer huzursuzluklar yaşıyor. Dünyanın neresinde olursanız olun bindiğiniz taksinin şoförü, neredensiniz diye başlayan sorunun ardını tuhaf mimikler ve cümlelere bağlıyor.

Ülkeler büyüklükleri ve maddi güçleriyle mi güçlüdür? Güç nedir? Çeşitleri var mıdır?

Dünyanın en büyük 10 askeri gücüne sahip ülkeler kulübündeyiz. Yılda 18 milyar dolar askeri harcama yapabiliyoruz, 410 bin üzeri askerimiz, 200 bine yakın asker rezervimiz var. 4 bine yakın tankımız, binin üzerinde uçağımız var. Uçak gemimiz eksik ama o da zaten kaç ülkede var?

Ekonomik olarak dünyanın en büyük 20 ülkesi arasındayız. En hızlı köprüyü biz inşa edebiliyoruz, keza dünyanın en büyük havalimanını… Bana mısın demeden Boğaz altından bir değil, birkaç geçit açabiliyoruz. Yabana atılabilecek gelişmeler değil.

Bu kadar büyüğüz ama nedense küçük görülüyor ya da görülmek isteniyoruz. Bu kadar büyüksek neden beyin göçü orta okul seviyesine kadar düştü.

Tank top tüfek ve para güçlü olmaya yetmiyorsa, gücün tanımı mı değişti?

Gücün tarifini yapan akademisyenler önceleri ikiye ayırdıkları yaklaşımlarını, artık üç başlık altında topluyorlar; sert, yumuşak ve akıllı. Top tüfekle korkutmak, parayla satın almak sert… Etki kurma yöntemiyle söz sahibi olmak diyebiliriz.

Bunun örnekleri çok, seveni yok. İstediğini yaptırmak üzere ikna etmek diye kabaca tanımlanan ise yumuşak güç. Yumuşak güçte -kaba kuvvetin aksine- etkilenen tarafın rızası vardır. En çok kültürel bağlamda öne çıkan yumuşak güç, Dünya Ekonomik Forumu 2017 raporuna göre ilk 10’u şu ülkelerle oluşturuyor: Fransa, İngiltere, ABD, Almanya, Kanada, Japonya, İsviçre, Avustralya, İsveç, Hollanda. Listenin dibindeki 3 ülkeyi de söyleyeyim: Macaristan, Brezilya, Türkiye!

Monocle’un 2012 araştırmasında (topu topu 5 yıl önce); Türkiye tarihinde ilk kez yumuşak güç listesinde top 20’ye 20’nci sıradan girmişti. Şöyle özetlemişlerdi, küresel iş dünyası İstanbul’a gitmeye can atıyor, Türk Hava Yolları birbirinden entresan rotalara yöneliyor, Türk dizileri zirvede…

Üçüncü yol ise hibrit. Askeri gücü inkar etmiyor, nüfuz alanını yaymak için ortaklıklar kurmak, yatırımlar yapmaktan kaçınmıyor… Kamu diplomasisini seferber ediyor, uzun vadeli ve soğukkanlı düşünüyor diye özetleyelim.

Güç kimlerin elinde? El değiştirdiği görülüyor mu?

Gücü elinde tutanlar bugüne kadar siyah beyaz kadar rahat tanımlanabiliyordu. En tepede devletler, ortada iş dünyası. Siyaset ve paranın dengesi yıllarca idare etti hepimizi. Üçüncü bir güç merkezi ortaya çıktı, işin aslı o ki, diğerleri iflas edince farkına vardık. Üçüncü yol biraz başı bozuk ve haliyle tehlikeli. İklim değişikliği, salgın hastalık, terör gibi kontrolü mümkün olmayan, kimsenin de “tamam ben çözerim” diyemediği ama sokaktaki bireyin birebir etkilendiği ve dahil olabildiği bir alan bu. Kabul edelim ki, ilk iki gücün kontrolsüz yükselişi ya da düşüşünün neticesi. Özetle elitlerin elinden ve tekelinden çıkan bir güç bu. Dur denince durmuyor, otur deyince oturmuyor, sus deyince susmuyorlar… Para verince kapatamıyor, öldürerek kökünü kazıyamıyorsunuz. Yönetmek tek yol.

Dönelim yurt dışından birbiri ardına gelen aşağılayıcı tepkilere. Sert karşılık belli ki artık karşı tarafı coşturuyor. Ve biz hala olanı biteni dış mihraklar üzerinden açıklamaya çalışıyoruz ki, duydukça aklımızla oynadıklarına hükmediyorum. Tabii ki olay dış ve iç mihrak! Bkz. Nutuk, Mustafa Kemal Atatürk. Cumhuriyetin kuruluşunda kaleme alınan bu metin, öylesine öngörülü ki, dikkatle okumak anlamak gerek. O günden bugüne değişen şekil şemal, renk… Oyun tamamen aynı.

Bu dış mihraklar bizi her kırılgan olduğumuzda vuracaklar. Oyunun kuralı bu. O zaman biz de kırılgan olmamak üzere çalışalım. Her öfkelendiğimizde, belli ki, resmimizi ölümsüzleştirecekler. Karşıdakine avaz avaz bağırmak, hakaret etmek, tehdit etmek olmuyor. Suçlamakla da ele bir şey geçmiyor.

Bir Türk vatandaşı olarak itibarsızlaştırılmayı iliklerimde hissediyorum ve rahatsızım.  Türkiye’nin itibar yönetimine itirazım var.
Özel sektör susuyor, teknoloji üreten pısıyor, sanatçı siniyor… Tam da konuşmaları gereken zaman bu zaman değil mi? Onların birikimleriyle yelkenimizi şimdi doldurmayacaksak ne zaman yapacağız?

“Yükte hafif pahada ağır” sözü klişedir, herkes söyler söylemesine de söylenmesi gereken zaman şimdi. Dünya ekonomisi de, güçler dengesi de pahada ağır üzerine kurulu. Kıymetlerimizi ki, yetişmiş beyinlerimizi kastediyorum yedek kulübesinden çıkarmanın zamanı.

Az laf çok iş yapanları seçelim. Katma değeri yüksek iş ve bireylere yönelelim.

Ülkeleri yalnızca devlet yetkilileri mi temsil eder? Sanat, edebiyat, sinema, müzik, spor, bilim üyeleri nerede… Akıllı Güç= Hikayesi olan ülke demek. Bize hikaye yazacak kişiler gerek… Yedek kulübesinde bekleyen sanatçılarımız… girişimcilerimiz, teknoloji üretenlerimiz, edebiyatçılarımız, bilim insanlarımız var.

Türkiye hikayesini çağdaş, yalın ve dinamik bir dille anlatacakları oyuna dahil edelim. Edelim ki, iki günün biri mantar gibi bir yerden hakaret ya da haksızlık çıktığında, yok onun aslı öyle değil diyenler yine mantar gibi çıkabilsin. Türkiye çağdaş tarihini hamasetle, alınganlıkla, suçlayarak, küserek yazamaz. İletişim böyle bir şey değil.

Paylaş