Oku öğren ve nihayet

Anayasa, özetle diğer hiçbir hukuki kuralın ve/veya yapının üzerine geçemediği toplumsal sözleşmedir. Bizi birbirimize, bizi vatanımıza bağlayan kontrat. Bu kontrat, devletin yönetim şeklini ifade eder, bireylerin temel hak ve özgürlüklerini garanti altına alır. Ben, siz, hepimiz bu anayasa sayesinde huzur buluruz. Bu belge toplumsal mutabakat olduğu gibi aynı zamanda psikolojik barometredir.

Bu haftayı da suni bir tartışmayla verimsiz kapattık… Verimsiz kelimesinin altını çizmek isterim. Kafamızı işlerimize vermemiz engellendi. Anayasanın değişmez maddesi laiklik kaldırılsın, din temelli bir anayasa inşa edilsin… mealindeki sözler Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı’nın ağzından döküldü. Herkes her dilediğini söyleyebilir ki, kendisi de şahsi fikrimdir deyip çıkmaz mı işin içinden. Ama o anayasa sayesinde bu şahsi ifadeler teminat altında. Ancak iletişim dili anayasa gibi özgürlükçü ve affedici değil.

Teknik olarak yaklaşmak istiyorum; bu görevdeki biri bu açıklamayı neden yapar? İletişiminin bir karşılığı olmalı değil mi? Kendince ajanda mı oluşturmaktadır, bir başkasından talimat mı almıştır. Hal böyleyse daha sonra neden çark eder? Neden durmaz sözlerinin arkasında? Çark etmesinin iletişim açısından bir karşılığı var mıdır? Vardır; yasalara karşı gelirseniz hapislerde, iletişime karşı gelirseniz yüreklerde çürürsünüz.

Yarım hamile
İletişim yarım hamilelik durumunu kaldırmaz. İletişimde aklınıza geldiği gibi konuşamazsınız, iletişimde bu halk balık hafızalı ne söylesen unutur, ne versen yutar olmaz. Böyle düşünmenin nedenlerinden biri entelektüel kapasitemiz. Diğerlerini sıralamayacağım. Ancak bu entelektüel kapasite iletişimi derinden etkiliyor. Kapasite düşük, her duyduğunuzu ciddiye alıyorsunuz, arkasını görmüyor ya da düşünmüyorsunuz. Kapasite düşük, çok hızla ve sıkça unutuyorsunuz.

Panzehiri okumak! O da bizde yok… Biz Türkler günde ortalama 5 saat televizyon seyrediyoruz. Televizyon bizim eğlence, öğrenme, bilgi alma aracımız! Buna karşılık kitap okumaya yılda 6 saat zaman ayırıyoruz. İfadelerim araştırmalardan alıntılara işaret ediyor. Nüfusumuzun on binde biri düzenli kitap okuyor. Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Raporu’nda kitap okuma sıralamasında, 86’ncı satırda yer alıyoruz. Çocuklarımız, okuma becerileri açısından 35 ülke arasında 28’inci. Öğretmenlerin sadece yüzde 33,4′ü düzenli kitap okuyor. Ülkemizde 1.412 kütüphane bulunuyor, bunlardan 400′ü uluslararası kütüphane standartlarını taşıyor. Kitap için yıllık harcamamız dünya ortalamasının üçte biri; ortalama 1 lirayı bulmuyor.

Kitap okusaydık

Kitap okusaydık, silah tutan eller kitap sayfaları çevirirdi. Kitap okusaydık, dilimizin kemiği olurdu… kitap okusaydık, yorum yapmaz bilgi aktarırdık! Kitap okusaydık, hakemi demir çubukla dövmesi için 17 yaşında bir çocuğu alet etmezdik. Kitap okusaydık eğer “yurtta sulh cihanda sulh” diye bağırırdık, kitap okusaydık eğer, evlatlarımız kendilerini canlı canlı patlatmazlardı… Ve kitap okusaydık eğer, hepimizin eşit haklara sahip olduğunu bilir, birbirimizin farklı düşüncelerini zenginlik olarak kucaklardık. Kitap okusaydık eğer, iyi olan kazansın diyerek kafamızı üretmeye, yeniliğe takardık.

Kendime okuma listesi çıkardım. Çoğu yeniden okuyacaklarım, birkaç tanesi sıfırdan… İştahım kabarık olsa da listeye alabildiklerim sınırlı. Seçimimi kendi kendime şöyle izah etmeye karar verdim, bugünü daha iyi anlayacağım geçmişi okumak.

İnce Memed
Başlangıç için Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini seçtim. Yazar 1955’te kaleme aldı. Türk toplumunun özünü yansıtıyor. Hikaye Toroslar’da geçiyor. İçinde isyan, cehalet, gerçekler, zorluklar-zorunluluklar var. Çaresizlik var.  Sefalet var içinde, haksızlık var, onur var. Özünde zulme sessiz kalmanın bir gün zulme uğramak olduğunu ifade eden İnce Memed, Yaşar Kemal’in baş yapıtı. Çukurova köylüsünün ağalığa karşı mücadelesi.

Değişiklik olsun diye, Ray Bradbury’nin Pulitzer Ödüllü Fahrenheit 451’ini okurdum örneğin… Bilim Kurgu. Yayınlandığında çok ses getirdi. Hayal mahsulü bir gelecekten söz ediyor. O gelecekte, itfaiyeciler yangın söndürmez, kitap yakarlar. Çünkü kitaplar tehlikelidir. Görüldükleri yerde yakılmalıdır. Bu yüzden toplumun geleceği alevler içindedir. Romanın kahramanı olan itfaiye eri, yıllar boyunca sorgulamadan, düşünmeden kitapları cayır cayır yakmıştır. Bir gü29n değişiverir her şey. O kitapları yakarken insanların kitaplar için ölümü göze aldıklarını görür… Yakmaya gittiği evlerden kitap çalmaya, okumaya başlar. Bozulur. Kitaplarını saklar. Sonunda yakılası kitapları hafızasına işlemeyi öğrenip, özgürleşir.

Oğuz Atay, Selim İleri, Ayşe Kulin, Haldun Taner, Sabahattin Ali, Nazım Hikmet… Ve diğerleri… dokunacak çok yazar okunacak çok kitap var. Dijitalleşme kitap okuma iştahımızı öldürdü. Benim de içinde bulunduğum bir grup modern kölenin zamanına öyle bir ayar koydu ki,  hızlanacağız diye feleğimizi şaşırdık. Sayfalara değil tuşlara dokunuyoruz, kitabı değil özeti okuyoruz. Sindirmiyor bir kerede yutuyoruz. Fabrika ayarlarına geri dönelim. Göreceksiniz, akıl tutulması son bulacak, kan akmayacak, sefalet gerileyecek.

Küçük Prens
Tarzımı değiştiriyorum; Küçük Prens’te soluklanacağım. Antoine de Saint-Exupéry adlı Fransız yazarın kitabı. Okumayan, çocuğuna okutmayan var mı diyecektim, vazgeçtim! Yılda 6 saate ne sığarsa… Ben en son kızımla okumuştum… Sevgi, yaşam, aşktan söz ediyor. Çocuklara masal kitabı gibi dursa da dışarıdan, çok yanlış! Büyüklere masal kitabı. 140 milyon adet sattı. Kitap, biz büyüklerin hatalarını yaptığımız yanlışları bize aktarıyor. Büyürken çocuk ruhumuzu unutup ölüme terk ettiğimizi hatırlatıyor.

 

Planımda; George Orwell’in Hayvan Çiftliği de var. Çağdaş klasiklerden. Bir çiftlikte yaşayan hayvanlar, kendilerini sömüren insanlara başkaldırıp çiftliğin yönetimini ele geçirirler. Amaçları daha eşitlikçi bir topluluk oluşturmaktır. Olmaz! Çünkü kurtarıcı bir bakmışsın zulmeden olmuş… Aslında sevilmek isterler, anlaşılmak, saygı duyulmak… Horlanırlar aşağılanırlar, sömürülürler. Büyükler için masalımsı gerçekler. Tarihin tekerrür ettiğini ve biz büyüklerin hiçbir şey öğrenemediğimizi tokat gibi yüzümüze çarpan bir masal diyelim…

 

Uçurtma Avcısı
Dünden bugüne geleceği ne hatırlatır sorusunun yanıtı: Khaled Hosseini’nin Uçurtma Avcısı. Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgaline iki küçük arkadaş Emir ve Hasan’ın gözleriyle dokunuyor. Dokundukça yakıyor içimizi. Eşitsizliğe, o güzelim toprakların yok oluşuna, tarihin kayboluşuna, zalimlerin ve cehaletin medeniyeti yerle bir edişine tanıklık ediyorsunuz. Kitap cehaletin, barışı, güzellikleri ve çocukları nasıl katlettiğini aktarıyor. Uçurtma Avcısı bir arkadaşlık öyküsü, birinin şanssız, diğerinin görece şanslı olduğu bir öykü. Şansın tanımı ne diyeceksiniz?…

Anlamak için
Okuma listeme bugüne dair ne alsam? Davranış Ekonomisi literatüründen Dan Ariely’nin, “Predictably Irrational” adlı kitabı New York Times’da Best Seller oldu. Neden diye soruyor ve cevaplıyor yazar;  neden davrandığımız gibi davranıyoruz, neden aynı hatayı tekrarlıyoruz, neden yanlış kararlar veriyoruz, neden önyargılarımız var… Neden! Düşünmediğiniz çok şey için ‘vayy vay’ diyeceksiniz.

Dünyanın sorunlu bölgelerini ve neden sorunlu olduklarını, yarın da benzer sorunlara gebe olacaklarını bilmiyor muyuz? Bugün yaşadıklarımız dün yaşananların 2016 versiyonu değil mi… Geçmişi gelecekle buluşturan kitaplardan biri dikkatimi çekti; “Understanding the world’s troublespots”. Yazar John Andrews, The Economist editörlerinden.

Bu kitapları bize değil okuması gerekenlere okut dediğinizi duyar gibiyim. Canınız sağ olsun. Ben okuyacağım, yine yeniden.

Ve Nutuk
Unutmadan bir de Nutuk! Parça parça okudum… Nutuk’u yeniden okuyacağım doğru dürüst! Nutuk, yeni Türkiye devletinin yazılan ilk tarihi. Yazarı Mustafa Kemal Atatürk. 1919 -1927 arası dönemi 36 saate sığdırmış. Yeni bir devletin nasıl, hangi koşullarda, ne pahasına, ne cefa ve eziyetle, hangi öngörüyle doğduğunu, Cumhuriyet Halk Partisi’nin ikinci kongresinde Meclis çatısı altında aktarmış. Yerli yabancı basın mensuplarının da izlediği konuşma metni aslında bu devletin ilk faaliyet raporu.

Oku, okut öğret ve nihayet bilgi üret, cehalet değil. Sevgi üret, düşmanlık değil.

 

 

Paylaş