MELİKE, KADINLAR GÜNÜNÜ BİLMİYOR

Bugün size bir hikaye anlatacağım. Gerçek. Ve çok sıradan. Her an, her yerde olan tekdüze bir şey. Kadınların dövülmesi gibi…

Melike… Kahramanımın adını Melike koydum. Melike 20’li yaşlarının ilk yarısında. Doğulu bir ailenin kızı. Yıllar önce İstanbul’a göç eden ailesi geçmişin pek çok örf, adet ve geleneklerini sürdürüyor. Ama tuhaf bir şekilde artık oralı değiller. Çok fazla buralı olmuşlar ama tam olarak buralı da değiller. Kendileri için kurdukları, “ruhsatsız” bir yaşam alanında kendi cumhuriyetleri içinde yaşayıp gidiyorlar. Gecekonduda oturuyor, hala çeşmeden su alıyor, elektriği kaçak kullanıyorlar…

Melike söylemişti ama unuttum kaç kardeş olduklarını. Kendisi en büyükleri. İki evli kız kardeşi daha var. Bekar olanlar da var. Onların kaçı kız, kaçı erkek bilmiyorum. Ailenin başında anne var. Baba mı?… Var, gölge baba. Ne var ne yok. Belki olmasa daha iyi olacak. Hiç olmazsa olmadığını bilecekler. Baba sözüm ona ekmeğini dışarıda arıyor. Yani uzaktan bakarsanız, ailenin geçimi için yıllardır dışarılarda çalışıp duruyor. Arada bir geliyor, ama nedense hiç para göndermiyor. Çalışıp kendi sigara ve yeme içme parasını karşılıyormuş. Bana kalırsa utanmadan bir de bunu katkı gibi aktarıyor.

Yaramaz bir adam anlayacağınız. Karısı, henüz evlenme yaşına gelmeyen çocukların okullarını ve ailenin geri kalan tüm masraflarını karşılamak zorunda. Artık nasıl karşılayacaksa… Kadının bildiği tek şey temizlik yapmak. Mesleği var mı? Yok. Belki de kadınlık denebilir…

Melike kendini bildi bileli çalışıyor. Aslında tuhaf bir durum. Doğulular, çok da mazbut bir yaşamları var ama baba gözünü kırpmadan kızını yatılı olarak evlere yardımcı olarak göndermiş.

Aile Melike’nin ilkokulu bitirmesine izin veriyor. Daha fazlasına ne gerek var. Evden bir boğaz eksilirse iyi olur, Yallah işe… Moderen İstanbul hayatı böyle. İstediğin zaman moderen istemediğin de bizim adetlerimiz örf ve geleneklerimiz var…

Bizim kız bir süre çalıştıktan sonra baba, evine gelmeyi başardığı az zamanlardan birinde Melike’yi baş göz etmek istiyor… Aslına bizim Melike’nin konuştuğu bir çocuk var o sıralarda. Hatta annesi falan çocuğu biliyor üstelik çocuk ailesini kız istetmeye getirdi getirecek. Baba Nuh diyor Peygamber demiyor, kızı yakın akrabanın oğluna veriyor. Yakın akraba damat adayı yaşı geldiği için ailesinin gösterdiği kıza itiraz etmiyor. Zaten daha iyisini bulamamış. Belki severim diye de düşünmüş olabilir. Nasıl olsa bir gün evlenmeyecek mi.

Melike çok ağlıyor sızlanıyor, karşı koyuyor ama bir türlü evdeki büyükleri, yetmedi çevredeki büyükleri ikna edemiyor. Zaten sevmeden evlendiği adam, yakın akraba fena halde sinir bir şey çıkıyor. Hiçbir konuda anlaşamıyorlar. Kısa zamanda giderek daha az konuşur hale geliyorlar. Bir çocuk olması da durumu düzeltmiyor.

Melike’ni bir tesellisi var, kocası akmasa da damlayacak gelire sahip. Bir işte çalışıyor. En azından düzenli maaş alıyor. Üstelik çalıştığı yerin sağlık sigortası da var. Kızın bu anlamda mutluluğu yerinde çünkü çocuğu doktora götürme derdi yok.

Zaman içinde adam tuhaf duygular geliştiriyor, günde üç, beş, on üç, on beş kez aramaya başlıyor, “gitme, çalışma” diye tutturmalar… “Biz Müslümanız” diye direnmeler. Çünkü bizim kız evlenmeden önce Hırıstiyandı bilmiyor musunuz…

Damat bozuntusu bir gün kafası bozuldu işinden ayrıldı. Zaten evi geçindirmeye tek başına yetmeyen maaş da kesilince zorlanmaya başladılar. Adamı iş yerinden defalarca geri çağırdılar, işine geri dönebileceğini söylediler. Hayır o kimsenin anlayamadığı bir şekilde bu teklifleri uygun görmedi ve diretti.

Evde kaldıkça kafası bozuldu. Bir akrabanın yanında para pul almadan çalışmaya başladı. Eve para getiremediği gibi bir de borca harca girdi. O zamana kadar sözlü olan kavgalar hafif şiddet esintilerine sahne olmaya başladı. Örneğin adam çocuğunun ana okuluna gitmesine karşıydı. Anne parayı okula çarçur edeceğine ona vermeliydi. Vermiyordu ve o kahpe bir kadındı.

Günler birbirini kovaladı. Bir gün parasız pulsuz olduğu yetmezmiş gibi bir de araba borcuna girdiği anlaşıldı. Bilmem kaçıncı elden düşme kötü bir araba aldı ve borçlandı. Taksitler gelmeye başlayınca huzursuzluklar arttı. Kadının borçları ödemesini talep etti. Kadınının “Müslüman ya da Hırıstiyan” olması artık pek de önemli değildi. Artık dinimiz imanımız paraydı. Kadın istediği yerde çalışabilir, bir günde birden fazla temizliğe gidebilirdi. Önemli olan onun borçlarını ödemesine yardımcı olmasıydı.

Kadın birkaç defa para kaptırdı, geri dönüşü olmadığını görünce kavgalar bardak çanak fırlatmaya döndü. Adam bir gün sabaha karşı eve geldi. Uyuyan anne ve çocuğu boş yere dövmeye başladı. Uyku sersemi kadın neye uğradığını şaşırdı, çenesine aldığı darbeler nedeniyle ertesi gün çok rahat konuşamıyordu, biraz morluk da vardı… Niye böyle yaptığını bir türlü anlamadı. Sonra o gün taksit günü olduğu ortaya çıktı. Çocuğunu alıp annesinin yanına gitti.

Sevmediği kocasından ayrılmak istiyordu. Anne, ‘peki gel’ demişti. Fakat İstanbul içinde doğunun bir parçası olarak gördükleri küçük muhitlerinde ona kimsenin yaşama şansı vermeyeceğini biliyordu. Başkalarının evinde yatılı temizlikçi olarak çalıştığında iyi, ama kocadan ayrılırsa kötü.

Birkaç hafta içinde anne de tavrını, ‘evine dönmesi gerekiyormuş’a çevirdi; “Bizi de kocamız çok dövdü kızım ama biz evi terk etmedik” gibi bilge nasihatlar ediyordu. Melike bu arada avukata gitti. Avukatıın istediği para çok geldi gözünü korkuttu. Aslında gerçek, ne yapacağını bilmemesiydi. Karar veremiyordu. Bir yanda akrabalar, mümkünse onu kesecekler, diğer yanda sevmediği adam, bir de çocuk.

Bir gün küçük çocuğa eve dönelim mi diye sordu, aslında en aklı evvel olan oydu. “Yok dönmeyelim anne, baba bizi dövüyor” dedi çocuk. Çocuk dediğim, büyük değil, yanlış anlamayın daha yeni yeni konuşuyor, yuva çocuğu…

Bir yandan dönmeli mi dönmemeli mi… Bir yandan belli bir noktaya kadar işi götürmüş geri dönebilir mi…

‘Seni hiç aradı mı’ diye sordum. Çünkü annesinin evine gideli birkaç hafta olmuştu. ‘Aradı’ dedi. ‘Ne dedi, sen ne dedin’ dedim. ‘Ben bir şey söylemedim o para istedi’ dedi. ‘Arabanın taksiti geldi hani bana söz vermiştin’ demiş. ‘Çocuğu sordu mu’ dedim. Sormamış.

Geçenlerde eve gitti Melike eşyaları toplamaya. Kolileri yaparken kocası gelmiş. Evde kocadan tek bir çöp yok. Tüm eşyayı çeyiz olarak kız getirdiği için alabileceğini var sayıyor. Adam evden çıkmasına izin vermedi. Eşyaları çıkarmasına da… Evine dönmesini istiyor. Her şey düzelecek diyor. Hala bir işi yok, hala borcu var.

Bu hikayede son numara şu, geçenlerde müthiş kavga etmişler. Bizim kız adamı dövmüş. Bayağı dövmüş yani… Adam ertesi gün kolu sarılı gezerken görülmüş. Bana bunu söylediğinde ne desem beğenirsiniz; “İyi olmuş eline sağlık.”

Sonra toparladım kendimi, “Ayıp oldu kusura bakma kendimi tutamadım” diyebildim. Ama derler ya yüreğimin yağları eridi…

Melike kadınlar gününün ne anlama geldiğini bilmiyor.

Paylaş