Kusura bakmayın sayın, seviyorum sizi

“Ekonomik gelişme eşittir sosyal gelişme neden olmaz?” Bir dolu rakamla anlatmak mümkün. İhracatımız, ithalatımız, bütçe açığı, tasarruf endeksi, borsa, kişi başına düşen gelir… kilometrelerce  asfalt yol… dünyanın en büyük adalet sarayı, en büyük hava alanı, eşi benzeri görülmemiş köprü… Ben farklı endeksler geliştirdim. Kendimce aktaracağım.

İletişimci olduğum için kendimce ilk endeksim güzel dilimiz!

Kusura bakmasınlar…  İşte söylemlerimizi hegemonyasına alan bir deyiş! Gerçek anlamına göre bir hata yapıldığında affedilmek üzere kullanılması gerekiyor. Bizdeki kullanım alanı ise ”O senin dediğin gibi olmaz arkadaş…” Biraz külhan bir şey. Aslında böyle bakınca en çok af dileyen ülkeyiz ama asıl söylemek istediğimiz bırakın özür dilemeyi, senin dediğini yapmayacağım  diye diklenmek oluyor.

Sayın… Yazı dilinde kullanılır, hadi bilemediniz bir resmi organizasyonda kişiyi takdim ederken saygı ifadesi yerine geçer. Özetle saygıdır. Güzel bir şey! O kadar benimsedik ki her cümlede bir “sayın” var. Zaten saygın pozisyonda olan ve bunu belirten kalabalık sıfatlara sahip olan kişilerin başına da getiriyoruz. Sayın sayesinde cümlelerimiz uzuyor. Herkese saygı gösteriyoruz.  İşin tuhafı, “sayın”dan sonra hakaret ediyoruz, “sayın” demeyi layık bulduğumuz kişilere küfür edebiliyoruz. Nasıl iş bu?

Canım… tatlım… aşkım… sevgilim… bir tanem… Bunlar normal vatandaşın eskiden ulu orta söylenmesini tuhaf karşıladığı sözcüklerdi. Açılım oldu. Aşkım’dan geçilmiyor. Tabii ilginç ve trajik olan, “aşk”lar çokça şiddetle son buluyor. Her gün, “aşkım kadınlar” eski-yeni tüm koca ve sevgilinin, yani en yakının şiddetini taşıyor.

Türkiye’de  başarılı hatiplerin sayısı arttı. Konuşmalarda teklemiyor, durmuyor duraksamıyor ve yanlış telaffuz etmeyen bireyler açıklama yapıyorlar. Sevgi sözcüklerini hem konuşmalarında hem twitter’da sakınmadan kullanıyorlar. Ne çok seviyorlar ne çok. Öyle ki, bazen açıklamaları anlamak mümkün olmuyor. Konuşma bitiyor şiddet başlıyor.

Yer misin yemez misin… Güzel bir duygu. Yiyebilmek. Tokluk hissi yaratır. Olmaması yoksunluktur. Kullanım alanı zenginleşen sözcüklerden biri. “Yediririm ben sana o lafı…” “Yedirmem sana falancayı…” şeklinde. Doygunluk hissini tehdit üzerinden yaşıyorsunuz.

Türkiye ekonomik ve toplumsal paradoks ülkesi. Ekonomik gelişme insani gelişmenin önünde gidiyor. Kesintisiz büyüyebiliyoruz. İstersek ekonomide işler fena değil, yolunda gidiyor. Bunun sonsuza kadar bu şekilde gidebileceğine inancımız tam. Çalışırsak oluyor. Ama büyümeyi kentsel dönüşüm ve inşaat sektörü üzerine bina edince, iki tokat bir çelmede sarsılıyoruz. Hizmet ve sanayi dengesini gözetmeyen ekonomiler insan kaynağı konusunda onarılmaz yara alabiliyorlar. Seçkinler kulübündeyiz: 1961’den beri OECD üyesiyiz. Beğenelim beğenmeyelim, 2005 yılında Avrupa Birliği ile katılım müzakerelerine başladık… Kalkınma Endeksi’nde yerimiz sonlarda. Bir gün Beyaz Saray’da en fazla zaman harcanarak ağırlanan liderin ülkesi olarak göz kamaştırıyoruz, bir gün Ekvator Ginesi’yle aynı sınıfta olduğumuzu anımsatıyorlar.

Akıllı Tahta ve tablet eğitimde çığır açtı. Her yere en ücra noktalara kadar bilgiyi götürebiliyoruz. Türkiye, 2015 yılında yetişkin okuma-yazma bilmezliği sorununu çözememiş olma riski taşıyan 20 ülke, cinsiyet eşitliğini sağlayamamış olma riski taşıyan 24 ülke arasında yer alıyor. İnsani Gelişme Endeksi’nde durum farklı değil Türkiye hala, eğitim ve yaşam beklentisi konularında sorunlarla karşı karşıya. Yükselme, en çok kişi başına düşen GSYİH’nin satın alma paritesine göre artması neden oldu. İnsani Gelişme Raporu yoksunluğu ve sosyal dışlanmışlığı ölçen bir birleşik endeks olan İnsani Yoksulluk Endeksi’ne de yer veriyor. Yaklaşık 7 milyon insanın, eğitim hizmetlerine erişim gibi bazı temel ihtiyaçlardan yoksun olduğu gerçeğini ve bu eksiklikten dolayı sosyal alanda dışlanma tehdidiyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Nüfusun içinde hala günlük 1 Dolar gelir sınırının altında yaşayanlar, günlük 2 Dolar gelir sınırının altında olanlardan söz ediyoruz. Nüfusun dörtte biri ise Türkiye için belirlenen ulusal yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

Bir elmanın iki yarısı kadın ve erkek… Eşitsizliğin adı.  Parlamentoda varmış gibi, kamuda yok gibi, özel sektörde cesameti okunurmuş gibi… Eşit işe eşit ücret alamıyor. Aynı pozisyon için erkek yerine tercih görmüyor. “Türkiye’de yaşayan her kadın okuma yazma bilir” diyemiyoruz ama uzaya uydu gönderebiliyoruz. Zorunlu ilköğretime katılamayan kız çocuklarımız ve çocuk gelinlerimiz, çocuk annelerimiz var…

Bizim çocuklar harika!  İyi ki Gezi’ye çıktık. Çocuklarımızı gördük.  Bir avuç genç canını vermeye hazır. Aydınlandıkça Gezi’de çamura bulandılar. Diğer yandan, PISA sonuçlarına göre Türkiye matematik, okuma, fen ve soru çözme becerilerinde AB ülkeleri arasında sonuncu. Türkiye’deki öğrencilerin yalnızca yüzde 2,4’ü matematik dalındaki yedi yeterlilik düzeyinden en iyisine sahipken, en kötü üç düzeyin üzerine çıkmayanların oranı yüzde 75. OECD ortalaması yüzde 47. İyi sonuç alan öğrenci oranında Türkiye OECD ortalaması olan yüzde 4’ün altında kalıyor.

İtirazım var! Daha çok kazanmaya değil. İtirazım kültüre dönüşmeyen hoyrat kazanca. Satın alabildiğimiz her şey, dışımızı parlatıyor, içimizi boşaltıyor. Korkuyorum.

Paylaş