Kendini yönet, dünyayı yönetecek gücü bulursun

Zaman geçip de, “keşke şunu yapsaydım” dememek elinizde. Kendini yönet!…

Pek çok genç henüz kendisiyle tanışmadan bir işe giriyor. Günün ekonomik koşulları, aile ve geleneksel kalıplar, kariyer endişesi… Hepsi hep bir ağızdan elini çabuk tut diye bağırıyor. Ama o hala kendisini tanımıyor. Kendini yönet!…

Peki kendini tanımayan kendisini yönetebilir mi?

Yönetim dilinde “bireyin kendini yönetmesi” diye tarif edilen konu, fikir ya da dilerseniz felsefe, çok eskilere dayanıyor. Ünlü düşünür Plato, “Kendini yönet, dünyayı yönetecek gücü bulursun” diyor.

Peter Drucker yönetim biliminin önemli düşünürlerinden. “Kendini Yönetmek” adlı makalesini herkese tavsiye ediyorum. Harvard Business Review dergisinin geçmiş sayılarında bulabilirsiniz. Küçük bir internet araştırmasıyla elinizin altında…

Makale kendini yönetemeden dünyayı yönetmeye kalkanlara bir ders niteliği taşıyor. “Yönetmek” sözcüğünü ne kadar anlıyor ne kadar önemsiyoruz bilmiyorum, pek yerli yersiz kullanıyoruz bu yüzden çok da iyi bilmediğimize inanıyorum. “Yönetmek” onu önemsemediğimiz kadar önemli.

Bu yazıyı okuyacakların bir kısmı geçtiğimiz hafta üniversite sınavından çıktı. Tek düşünceleri bir üniversiteye girebilmek. Şu anda çoğu oradan sonrasını düşünmüyor. Bizim topraklarda hayat onları bir yerden diğerine sürüklediği için düşünmeye ve keşfetmeye pek zaman kalmıyor. Düşünmeye fırsat bulamadan bir gün bir bakmışsınız bir yeleri yönetmeye başlamışsınız. Oysa, başkalarını yönetmeden bilseniz ki kendinizi yönetmek gerek. Kendini yöneten geriye kalan her şeyi yönetebilir.

Sizi yönetmek felsefesinin bireysel haline davet ediyorum, aslında bu yazı biraz da geçen hafta üniversite sınavına girmiş olan gençlere armağan. Ben sizlere sınav öncesi bir şeyler yazmayı, akıl vermeyi, formüller sunmayı reddettim. Kapı çalan, telefonumu çalan medyaya da “geleceğin meslekleri” gibi konulara bundan sonra yanıt vermeyeceğimi bildirdim. Sizi kendisine kariyer edinmiş, kan emen o kadar çok kişi türedi ki üzülüyorum. Artık her şey bitti, şimdi sizinle rahat rahat konuşabiliriz. Çünkü bunu okulda öğretmiyorlar, kariyer danışmanları zamanlarını bunu anlatarak geçirmeyi para kaybı sayıyor.

Drucker, insanların kendilerini geliştirmek için güçlü yönlerini anlamaları gerektiğini söylüyor. Bunun için geri bildirim yöntemini kullanmayı öneriyor. Karar vermenin çoğu zaman anlık bir eylem olduğunu, ancak anlık kararların çoğu zaman hayatın büyük bölümünü etkileyebildiğine dikkat çekiyor.

Meğer guruların gurusu olarak bilinen Drucker da geri bildirim metodonu kullanıyormuş,  önemli kararlarını mutlaka not eder belli aralıklarla aldığı kararların doğruluğunu ölçmeye çalışırmış. Karar anından sonraki kararın eylemle buluşma zamanında ki, buna sanırım  sonuçlarla yüzleşme diyebiliriz, insan güçlü yönlerini keşfetmek üzere önemli bir fırsat yakalarmış.

Geri bildirim dediğimiz yöntem, pek çoğunuzun belki de bir torba laf etmeye değer bulmadığınız bir yaklaşım. Yöntem aslında, 14.yüzyılda bir Alman din adamı tarafından geliştirilmiş, 150 yıl sonra  John Calvin ve Ignatius of Loyola tarafından günlük hayata geçirilmiş. Drucker’a göre sürekli uygulanırsa, 2-3 yıl içinde bireyde mucizeler yaratıyor.

Mucizenin adı “farkındalık. Bu yöntemin amacı güçlü yönleri eksikliklerin gazabından kurtarmak. Nerelerde yetenekli olmadığını ve performansının düşük olduğunu gösteriyor. Bundan sonra yapılması gerekense güçlü yönlere yoğunlaşmak ve onları geliştirmeye çalışmak.

Drucker’ın haklı olduğunu düşündüğüm bir uyarısı var. Özellikle bir alanda uzmanlaşmış bireyin, her şeyi bildiği varsayımıyla bazı bilgileri görmezden gelebildiklerine, algılamada geciktiklerine dikkat çekiyor. Örnek olarak da, nedense insan kaynakları uzman ve yöneticilerini veriyor.  Sayısal yöntemleri kullanmamaları, bunları bilmek zorunda olmadıklarını bir övünç kaynağı olarak görmeleri yapılabilecek en büyük hata diye vurguluyor. Drucker’a göre geribildirim kendini aşırı beğenmişliğin en iyi ilacı.

Çoğumuz ne kendimizin ne de başkasının neyi nasıl yaptığını biliyoruz. Öylesine yapar dururuz. Birinden görmüş olabiliriz doğru sanırız, bir gün öyle denk gelmiştir bundan sonra da öyle denk  geleceğine inanırız. Ama çoğumuz  eleştirdiğimiz yöntemlerle çalışıp duruyoruz. Eleştirmek en kolay yöntemdir. Eleştir, istediğin kadar… Tabii değiştirmek için neyi değiştireceğini bilmek gerek!

İş yapış şekillerine hakim olmayanlar ya da şöyle söyleyelim yöntemleri bilinçli uygulamayanlar, performanslarını kontrol edemezler. İnsanların değişik durumlarda nasıl performans gösterdiği birçok etkene bağlı. Örneğin siz öğrenirken dinleyenlerden mi yoksa okuyanlardan mısınız. Kendi performansınızı hiç bu açıdan sınamayı denediniz mi?

2. Dünya Savaşı Müttefik Kuvvetler Komutanı Dwight Eisenhower, gazetecilerin sorularına, sorulanın dışında verdiği yanıtlarla tanınıyor. Kimileri Eisenhower’ı bu nedenle yaratıcı buluyor, kimileri de onu bir türlü konuyu 12’den vuramamakla suçluyor. Sizce hangisi. Aslında hiç biri. O okuyarak öğrenebilenlerden. İyi bir dinleyici değil. Duyduğunu algılamakta gecikebiliyor ama okuduğunda sorun yok. Küçük yaşlarda okulda da öyle… Başka  örnekler de var,  Amerikan Başkanlarından Lyndon Johnson. Johnnson dinleyerek daha iyi anladığını keşfetmekte gecikmiş. John Kennedy ise bir okuyucu.

Aynı anda hem okuyucu hem dinleyici olmanın zor olduğu iddia ediliyor. Sanırım imkansız denemez. Peki yazarak mı konuşarak mı öğreniyorsunuz. Belki de farkında bile değilsiniz.

Tarihe önemli diplomatik ataklarıyla geçen Winston Churchill okulda başarılı bir öğrenci değil. Okul yıllarında kendisini ifade edebilmekte çok ama çok güçlük çekmiş. Ne tuhaf değil mi, tarih bu  devlet adamının aynı zamanda iyi bir yazar olduğuna dair hakkını çoktan teslim etmiş gözüküyor. Meğer Churchil okul yıllarında yazarak daha iyi öğrenebildiğini bilmiyor. Günün şartlarındaki tek tip eğitim sistemi ise bu tür bir yöntemin yöntem olabileceğini bile düşünmüyor. Sonuç, okul yıllarında zorlanan Churchill, yeteneklerinin sınırlarını keşfedince dünya sahnesini en azından bir dönem neredeyse tamamen işgal etmeyi başardı. Başka bir örnekte de ünlü piyanist Beethoven. Beethoven da yazarak öğrenenlerden. Aklına gelenleri unutmamak için her şeyi notlar halinde yazması kendisinden sonra gelen kuşaklara birbirinden keyifli eserler bırakabilmesini sağladı.

En önemlisi nasıl öğrendiğimizi anlamak, performansımızı artırmak ise  bunu uygulamaktan geçiyor. Uygulanmayan bilginin faydası sınırlı diyebiliriz. Bir başka ayırım da bireysel çalışma yeteneği yüksek olanlarla ekip çalışmasında harikalar yaratanlar arasında gözleniyor… Gördünüz mü üzerinde düşünmemiz gekeken ne çok konu var. Üstelik kendimizle ilgili… Ne kadarını biliyorsunuz… Danışman olarak mı daha iyisiniz yoksa karar alıcı olarak mı… Stresli bir ortamda mı performansınız artar yoksa geleceği öngörebildiğiniz zamanlar mı… Unutmayın, önemli olan insanın kendini değiştirmeye çalışması değil, performansını geliştirmeye çalışması.

Başarılı bir kariyere sahip olmak planlanabilir. İyi yönetilmesi gerekir. Kariyer bireyin  değerlerini, güçlü ve zayıf yönlerini bilmesiyle geliştirilebilir. Kariyer danışmanlarına fal baktırmak amacıyla başvurmak o gün için tatlı bir anı yaratabilir. Gelecek için sizin çalışmanız gerekiyor. Kariyer sahibi olmaya isterseniz “sıradan” olmakla “yetenek” arasındaki fark olarak bakın. İşe yarar mı acaba?..

Üzerinde durulan konular ne kadar kolay, ne kadar sıradan değil mi? O zaman bir şey sorabilir miyim, bu kadar sıradan ve basit ise neden uygulamadınız. Nedense en az tanıdığımız kişi kendimiz oluyoruz. Nedense en çok zorlandığımız konular, en basit sandıklarımız oluyor.

Paylaş