Hayata iz bırakmak

 

 

Amerikan eski Başkanı Bill Clinton dünyaca ünlü çocuk televizyon programı Susam Sokağı karakterleriyle reklam filmi çekti. Şimdi bir kuklayla ekranlarda boy gösteriyor. Kukla soruyor, Clinton yanıtlıyor. Amaç, çocukları AIDS hastalığına karşı bilinçlendirmek, toplumsal duyarlılık yaşını aşağıya çekebilmek. Bu Amerikan usulü bir sosyal sorumluluk projesi. Siz bir Türk siyasetçinin bir kuklayla televizyon karşısına geçtiğini gördünüz mü? Siz kaç eski başkan/başbakan/bakanın halkın arasında halkla birlikte projelere katıldığını gördünüz? Hem iş yapmak hem eğlenmek… Komik olabilmek ve bundan korkmamak… Halka yakın durmak, onları dinlemek, anlamak ve onlara onlarla konuşmak.

 

Clinton yalnız da değil. Aynı döneminin Başkan Yardımcısı Al Gore da bu yıl çeşitli festivallerde gösterilen ve eleştirmenlerden övgü alan bir filmde rol aldı. Film dünyadaki çevre sorunlarına dikkat çekiyor. Gore bu uzun metrajlı filmin başrol oyuncusu.

 

Bu iki paragraflık girişten şuna hükmedebilirsiniz. “Aaaa ne hoş, eski başkanlar film yıldızı olmuşlar. Bizimkilere de film teklifi yapılabilir mi? Satar mı? Ya da “Aaa yapacak iş mi bulamamışlar kamera önüne geçmişler…” Hatta “Yok canım, adamların gündemde kalmak için bir takla atmadığı kalmıştı…” Ve “Bu Amerikalılara akıl sır erdirmek mümkün değil” diyenleriniz de olabilir, bunu bir komplo teorisine bağlayanlarınız da… Öyle ya, Irak’ta hergün çocuklar kurşun yarasıyla ölüyor, diğer yandan çocuklara AIDS anlatılıyor. Öyle ya, patlayan her bomba çevrenin dengesini bozuyor, diğer yandan çevreye karşı duyarlı olalım filmleri yapılıyor.

 

İlle de yukarıdaki gibi düşüneceksiniz diye ısrar etmiyorum tabii… Benim aklıma biraz daha farklı şeyler de geldi, paylaşmak isterim… Bir kere bu iki eski siyasetçinin yaptıklarını çok sevdim. İkisine de icraat dönemlerinde böylesine hayranlık beslediğimi anımsamıyorum.

Bu hafta Time dergisinde yayınlanan Al Gore röportajından bir iki soru ve cevabı sizinle paylaşacağım. Dergi sormuş Gore yanıtlamış:

 

Cannes ve Sundance film festivalinde gösterime giren belgesel filminiz o kadar övgü aldı ki, başarınız Brad Pitt’i kaygılandırmaya başlamış olabilir mi?

Sanmam. Ben, Rin Tin Tin geleneğini devam ettirmeye çalışıyorum. Patilerimin izini Çin Tiyatrosunun ön duvarını bırakmak istiyorum. Bunu başarmak için daha çok şov yapmam gerek.

 

Sizi eleştirenler sözlerinizin aksine özel yaşamınızda karbondan arınmadığınızı, iddia ettiğiniz gibi çevreye duyarlı yaşamadığınızı söylüyor…

Bu doğru değil. Biz iki yıl önce karbon kullanmayan bir aile olduk. Yenilenebilen kaynaklardan elde edilen Green Power satın aldım, yeni ampuller kullanmaya, termostatı belli saatlerde kullanmaya başladım. Bir de güneş panelleri kuruyorum. Arabamızı melez bir arabayla değiştirdik. Önerdiğim her şeyi hayata geçiriyorum.

 

Söylediğini yapmak/yapabilmek… Göründüğün gibi olmak… Olduğun gibi görünmek… Son birkaç günlük gazete haberlerine bakın. Orman arazisinde evi olan gelmiş geçmiş bakanları düşünün, ormanı koruması gereken bir Orman Bakanının bırakın yeşili sevmeyi, yeşilin altında “katli vaciptir” diye imza atabildiğini düşünün… Anlamaya gayret ediyorum. Yapamıyorum, olmuyor.

 

Clinton ve Gore iki dönem görevde kaldılar. Yalnızca ABD’yi değil dünyayı da yönettiler. Dile kolay, iki dönem başkan olduğunuzda insanların hayatına çok uzun süre demir atmış oluyorsunuz. Çocuklar büyüyüp genç oluyor. Gençler büyüyüp olgunlaşıyor. Olgunlar yaşlanıyor… Böyle baktığınızda geçen günlerinizin anlamını daha iyi yakalayabilirsiniz. Ama sanırım önemli koltuklardayken olaya böyle bakmak mümkün olmuyor. Birinin/birilerinin hayatına vurduğunuz damgayı düşünemiyorsunuz. Önemli koltuklardaki güzel günler çok çabuk ve sarhoşlukla geçiyor olmalı.

 

İnsanın aklına “Neden zamanında bu konularda daha duyarlı olmadınız, daha duyarlı bir toplum yaratmak için çalışmadınız?” diye sormak geliyor. “Sana ne, şimdi düşünmüş şükret!” diyebilirsiniz. Ama merak ediyorum. Bizim siyasilerimizden hangisine ben, “… Ama sayın bakanım ben sizin söylediğiniz gibi yaşamadığınızı düşünüyorum. Neden söylediklerinizi önce siz uygulamıyorsunuz? diye sorabilirim, sorsam yanıt alabilirim…

 

Kaldı ki soruyorum ama alamıyorum… Geçtiğimiz hafta İstanbul’da düzenlenen Davos zirvesi uzantısı Dünya Ekonomik Forumu İstanbul ayağının gerçekleşmesini önemsiyorum. Bu toplantının daha inandırıcı olmasını beklerdim. Davos’un özelliği kişilerin değil, konuların ve sorunların öne çıkması; farklı fikirlerin aynı platformda buluşmasıdır. İstanbullu Davos çok Türktü. İktidar konuştu, biz dinledik.

 

Devlet Bakanı Ali Babacan’a kadın istihdamını artırmak için neler yaptıklarını ve yapacaklarını sordum. Bana kendi partilerinde çok başarılı olduklarını ama kadınların siyasete uzak durduğunu söyledi ve iş dünyasında kadın sayısının az olması konusunda fikrime katıldığını belirtti. Her ile bir üniversite kurma düşüncesini yineleyince Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’e eğitimcinin eğitimini gerçekleştirmeden buradan çıkan çocukların değil Avrupa’da, Türk işdünyasında şanslarının bulunmadığını anımsatıp konuyla ilgili eylem planlarını sordum. Bana hak verdi. Övündüğümüz işgücümüzün Avrupa Birliği coğrafyasının işgücü açığını ancak iki yıl için kapayabilecek nicelikte olmasına ise o da benim gibi üzüldü… Yalnızca ben değil, başkaları da sordu. Siyasiler hep kendi bildiklerini anlattı.

 

Hayatımıza kazık çakmak değil, iz bırakmak… İşte yeni dönem politikacılardan beklenmesi gerekenler.

Paylaş