Eğitimi İzliyorum

Eğitim, ülke  gündeminden hiç inmiyor. Aslında tam da böyle olması gerek. Sabah akşam eğitimle yatıp kalkmalıyız. Çocuklarımızı daha iyi nasıl yetiştireceğimizi, daha donanımlı bireylerle gelecek inşa etmeyi konuşmalıyız. Dolu dolu, sonuç odaklı, ölçerek ve öğreti çıkararak konuşmalıyız. Dinlemeliyiz! Okumalı ve araştırmalıyız. Eğitim en önemli gündem maddemiz olmalı.

Diyeceksiniz ki konuşuyoruz. Doğru, skandal sınavları konuşuyoruz. Ansızın İmam Hatip olan okulları ve dışarıda kalan çocukları konuşuyoruz. Her yıl değişen sınav sistemini konuşuyoruz. Yarattığımız “dershane canavarı”nı dün güzel, bugün kötü konuşuyoruz. Atanamayan öğretmenleri konuşuyoruz. Okulu olmayan öğrencileri, öğretmeni olmayan okulları konuşuyoruz. Okula gidemeyen kızları, pamuk tarlasında çalışan öğrencileri konuşuyoruz.

Yakın tarihimizden hangi Milli Eğitim Bakanı’nı anımsıyorsunuz? Kim hafızanızda iz bıraktı? Benim hafızamda iz bırakan yok! Hafızamdan silmek istediklerim var!

Bu yazı taraf olma yazısı değil. Bu yazı, özgür olma yazısı. Çünkü özgürlük eğitimdir, eğitimle gelir. Bir taraf seçeceksem “özgürlük” ve ekürisi “eğitim”i seçerim, çünkü her şeyden önce ben bir kadınım. Toplumun yarısında yaşıyorum. Hani şu çoğunlukla  ezilen,  yok sayılan, okula gönderilmeyen, çalışma hayatına katılamayan, ekonomik özgürlüğü olmayan, şiddet gören, istihdam edilirken tercih kullanılmayan  yarısında yaşıyorum. Benim bulunduğum yarıda, örtülü örtüsüz, sarışın esmer, yaşlı genç, evli bekar, şişman zayıf, dinli dinsiz ve her dinden… herkes var. Bu saydıklarımdan hiçbiri biz kadınları ayrıştırmıyor. Aramızdaki en önemli uçurum eğitimli ve eğitimsiz gruplarda…

Dünyanın en kritik bölgesinde, dünyanın en kritik zaman diliminde, sanki başka önceliklerimiz yokmuş gibi adeta bir oldu bittiye getirilen ilk öğretimde başörtüsü konusu yerine, isterdim ki, bir oldu bittiyle eğitimin içeriğine ilişkin yasal düzenlemeler geçsin. Öncelik ayrıştırmak değil de öğretmek ve aydınlatmak olsun. Ne olursa; matematik, fizik, din, dil, edebiyat, psikoloji, sosyoloji, resim, sanat, spor… aklınıza ne gelirse! Yeter ki, eğitimle ilgili olsun.

Öncelik, şekil yerine eğitimin içeriği olmalı. Yorum yapmayacağım, gerçekler zaten kendini anlatıyor. Eğitim Reformu Girişimi (ERG), Eğitim İzleme Raporu’nu yayınladı. Yedincisi yayınlanan raporda, eğitimde yaşanan gelişmeler öğrenci, öğretmenler, eğitimin içeriği, öğrenme ortamları ile yönetişim ve finansman başlıkları altında değerlendiriliyor. Çalışmaya ERG web sitesinden (erg.sabanciuniv.edu) ulaşabilirsiniz. Ben bazı alıntılar yaptım, bakın bakalım; Türkiye’de eğitimde sorun nerede, öncelik ne olmalı…

Türkiye’de öğrenciler en az bir yıl okulöncesi eğitim almadan ilkokula başlamaya devam ediyor. Bu, onların gelişimi için tehdit oluşturuyor ve toplumsal eşitsizlikleri artırıyor.

 Henüz okulöncesi eğitime katılımda hedeflenen düzeye ulaşılamadığı görülüyor “4+4+4” sistemine geçişte okulöncesi eğitimin zorunlu eğitim kapsamına alınmamış olması ve ilkokula başlama yaşıyla ilgili ortaya çıkan karışıklık okulöncesi okullulaşma oranlarını olumsuz etkiliyor. İlköğretime başlama yaşının iki yıl ardı ardına değişmesiyle, okullulaşma oranlarında 2009’dan bu yana gözlemlenen artış, son iki yılda gerilemeye başladı.

 Türkiye’de eğitimde düşük nitelik durumu sürüyor ve milyonlarca genç daha temel yetkinliklere sahip olmadan örgün eğitimi tamamlama riski altında.

 Uluslararası Matematik ve Fen Eğilimleri Araştırması (TIMSS) 2011’e göre Türkiye’de hem 4, hem de 8. sınıf düzeyinde öğrencilerin dörtte bire yakını temel düzeyde yeterliklere dahi sahip değil.

 Türkiye’deki 15 yaş grubundaki öğrencilerin % 15,5’i matematikte en temel düzeydeki yetilere sahip değil. Bu oran OECD genelinde % 8. Türkiye’de yeterlik düzeyi dağılımında alt gruplarda önemli bir yığılma göze çarparken, öğrencilerin yalnızca % 1,2’si en üst düzeyde matematik yetisine sahip.

 Öğrenme-öğretmen süreçlerinde geçtiğimiz 10 yıl içerisinde gözle görülür somut bir gelişme sağlanamadığı ve bunun en önemli nedeninin öğretmenlerin ve öğretmen politikalarının ihmal edilmesi olduğu öne sürülebilir. Temel düzeyde gerekli donanımı kazanamadığı görülen öğrencilerin durumu, her bireyin potansiyeline ulaşmasının ve ülkede sosyal hareketliliğin sağlanmasının önünde bir engel.

 Öğretmenler ve öğretmen politikalarının önceliklendirilmemesi devam ediyor ve bu değişmediği takdirde eğitimde nitelik artışı beklemek gerçekçi değil.

 Öğretmen adayı başarısı incelendiğinde, en başarılı öğretmen adaylarının İngilizce, Türkçe ve Tarih alanlarında olduğu ortaya çıkıyor. Bu alanlarda adayların ortalama başarısı 50 soruda 25 netin biraz üzerinde. Öğretmen adaylarının en düşük başarıyı gösterdiği alanlarsa, Fen Bilimleri/Fen ve Teknoloji, Almanca ve Fransızca olmuştur. Bu alanlarda sınava giren adayların ortalama başarısı 15 net veya altında. Hiçbir alanda ortalama net 30’a ulaşamıyor.

 Türkiye’de eğitimde eşitsizlikler azalıyor ancak hala devam ediyor ve öğrencileri ortaöğretimde farklı niteliğe sahip okullar arasında ayrıştırma anlayışının halen hakim olması gelişmeye yardımcı olmuyor.

 2012 PISA değerlendirmesi sonuçlarına göre, Türkiye okullar arasında matematik puanları arasındaki farkın en yüksek olduğu ülkelerden biri. Öğrencinin devam ettiği okul, başarıyı % 61 oranında belirliyor.

 Akademik seçici kabul edilen programlarda okuyan öğrencilerin % 21’i PISA değerlendirmesinde üst düzeyde yeterlik gösterdi. Üst düzeyde yeterlik gösteren öğrenci oranı, diğer hiçbir kategoride % 1’e ulaşamadı; bu öğrencilerin seçici akademik okullarda bu denli yoğunlaşmış olması, kaliteli eğitime erişimde bir dengesizlik olduğunu gösteriyor. Seçerek öğrenci almayan akademik ve mesleki okullarda ise öğrencilerin büyük çoğunluğu 2. düzeyin altında performans gösterdi meslek liselerindeki öğrencilerin neredeyse hiçbiri (% 0,04) 5 ve 6. Düzeylerde performans göstermedi.

 Türkiye’de ortaöğretimde okul ve program türleri arasında, gerek öğrencilerin sosyoekonomik özellikleri, gerek eğitimin çıktıları açısından önemli farklılıklar olduğu ve okul ile program türlerine ilişkin önemli bir değişim sürecinin varlığı göz önünde bulundurulduğunda, öğrencilerin okul ve program türlerine göre dağılımını izlemenin önemi açıkça görülüyor.

 Okula devam eden öğrencilere temel bilgi ve becerilerin kazandırılamadığı, sosyoekonomik durumun eğitime erişimi ve akademik başarıyı önemli ölçüde etkilediği, program türleri ve okullar temelinde seçme ve ayrıştırmanın sosyoekonomik gruplaşmalara yol açtığı, öğretmen niteliğini artırmaya yönelik çalışmaların aksadığı bir eğitim ortamında MEB’in ve tüm kamu kurumlarının önceliği herkesin kaliteli eğitim almasını sağlamak olmalıdır.

İşte bu!

Paylaş