Don’t Stop Turkey

Türkiye’den beyin ve bilgi göçüne dikkat çekmek üzere “Start-up Turkey” başlıklı bir yazı yazdım. Anlaşılan o ki bu gidişten mutsuzuz: entelektüel sermayenin yok olmasından, yetiştirdiğimiz özenle büyüttüğümüz gelecek vaad eden genç insanların, geleceklerini Türkiye dışında coğafyalarda aramasından üzüntü duyuyoruz. Çok ses verdiniz, teşekkür ederim. Kayıtsız kalmam sorumsuzluk olurdu, farklı yaklaşımları temsil eden iki kişiye ve görüşlerine yer açmak istedim.

 

Aşağıda biri teknoloji diğeri finans sektöründen iki farklı bakış açısı bulacaksınız. Konuklarımın ikisi de isimleriyle bu yazıda yer almamayı rica etti, çekiniyorlar, ısrar etmedim! Umarım yakında bu akıl tutulmasından kurtulur rahat konuştuğumuz ve düşündüğümüz günleri inşa ederiz. İşte tam da bunun için beyin ve bilgi göçüne “dur” demeliyiz!

 

İçeriden bir ses

Türkiye’nin en iyi mühendislik eğitimi veren üniversitelerinden birinden mezun olmuş. Zaman içinde kendi şirketini kurmuş. Ulusal, uluslararası, askeri, ticari pek çok Ar-Ge projesinde, araştırmacı, uzman araştırmacı, ekip lideri, proje yöneticisi, danışman, girişimci gibi pek çok şapkayla yer almış. İşi Ar-Ge olan bir mühendisin görüşleri:

 

Nitelik erozyonu

Nitelikli olmak bireye ne kadar değer katar? Eğitim sisteminden nitelikli birey çıkması eğitimden istenen ve hatta beklenen bir şey mi? “Soft skill” diye tabir ettiğimiz yetkinliklerin, global olarak yüceltildiği bir süreç mi yaşadığımız? Gerçek iş, gerçek emek, gerçek değer ne kadar yerini buluyor? Sanırım çok az, belki de yok.

 

Hammadde insan zekası

Ar-Ge’nin gerçekleşmesi için pek çok şeye ihtiyaç duyulmasına karşın, en temel hammadde insan zekası. Neticede bu sermayenin oluşumuna ve birikimine zarar veren her şey AR-GE’ye zarar veriyor. Fiktif Ar-Ge ekonomimiz var;  Nitelikli AR-GE’nin sorgusu nerede, patentlerimiz ne durumda, ne kadar atıf almış, AR-GE neticesinde üretilen  yayınlarımız ne durumda, gerçekten kaç projemiz üniversitede yürütülen temel araştırmalar kaynaklı? Dünya liginde mücadele edebilecek bir AR-GE altyapısı kurabildik mi?

 

Mesnetsiz girişimcilik

Girişimcilik başlı başına evlere şenlik bir konu, üniversiteden teknik konularda mezun olacak kişiler uranyum cevheri gibidir, zenginleştirirseniz gerçek değerini bulur ve işe yararlar. Onların haberi bile olmadan, yanlış yönlendirip, zenginleşme fırsatlarını ellerinden alırsanız olan entellektüel sermayeye olur. Mevcut girişimcilik hamlesi, iş kurmak isteyen, iş adamı olmak isteyen gençlere babalarının sağlamadığı sermayeyi sağlamaktan öte değil. Her kurum bir fikir yarışması, her üniversite hatta pek çok kurum bir kuluçka merkezi üretme çabasında, tüm bunlar ne kadar gerçek, ne kadar nitelikli?

 

Silikon Vadisi

Beyin göçü demişken, bu kuluçka programlarının çoğunun yolu sonunda Slikon Vadisi’ne çıkıyor.  En başarılılar bizzat kurumlarca oraya götürülüyor. Daha da acısı, bunu yapanların arasında devlet kurumları da var; besleyip büyütüp ellerimizle götürüp teslim ediyoruz.

 

Temel bilimler ve üniversitelerimiz

Temel bilimlerin can yakan halini görmek için sadece dünyada ne durumdayız ona bir bakmak yeterli olur. Temel bilimlerin yücelmediği bir ülkede mühendislikte muhteşem neticeler beklemek hayaldir, biz ancak onların bulguları üzerine yeni dünyalar inşa edebiliriz.

Üniversitelerimiz akademik olarak öğretim ve araştırma kadrosu ayrımı dahi yapamamış bir durumdayken, onlardan da çok şey beklememek gerek.

 

Gerçek girişimcilik

Girişimciliği abartılı bir şekilde özendirirken gerçek girişimciliğin yatırım almak ve köşe dönmek olmadığını, girişimci olarak yola çıkan kişinin bir küçük iş adamı prototipi olmadığını, elinde bir iş olduğunda iş adamına evrilme sürecine başlayacak bir kişi olduğunu anlatabilirler…

 

Marifet iltifata tabi

Eskilerin bir sözü var “marifet iltifata tabidir”, entelektüel sermayeyi yüceltecek bir iklimde beyin göçü durur, tersine beyin göçü olur, dışarıdan nitelikli bireyler gelip burada çalışır.  Tüm sorun burada düğümleniyor gerçekten nitelikli işe pirim verebilecek miyiz?

 

İşte tam da bu noktada bir başka sesle bağlamak istiyorum.

 

Dışarıdan bir ses

Gençlik döneminde eğitimine devam etmek üzere yurt dışına çıkmış. Eğitimini tamamladıktan sonra Avrupa’da finans sektöründe işe başlamış. Uzakdoğu’ya transfer olmuş. Dünyanın en büyük finans kurumlarından birinde, çok geniş etkinlik ve coğrafyadan sorumlu yönetici olarak çalışıyor. Sürekli seyahat halinde. Her gittiği yerde mutlaka bir Türkle karşılaşıyor. Finans dışında sosyoloji, tarih, psikoloji, antropoloji ve siyaset ilgi alanlarında. Kitap kurdu. Sosyal ve iletişimci birey örneği.

 

Neden, ne zaman gittim

Çok genç yaşta ülkemden ayrıldım. Türkiye’deki hayatım ekonomik açıdan çok rahat ve zengindi. Burada kalsaydım çok rahat eder, üretmek için çalışmak zorunda kalmazdım, A, A+ “rating”den, B,  B+’a düştüm. A’ya çıkmak için harcadığım enerjiyi anlatamam. Çok okudum, çok çalıştım, çok tanıştım. Kendimi küresel vatandaş olarak görüyorum. Konfor alanımı terk ettiğim için pişman değil mutluyum. Türkiye’de hangi uluslararası kuruluş, benim gibi 33 yaşında birine şu anda sahip olduğum fırsatları verirdi. Geniş bir bölgeyi yönetiyorum, sözüm dinleniyor, beklentilerim karşılanıyor? Diyebilirsiniz ki, burada iş hacmi küçük, o nedenle şansın düşük. Bu da geleceğimi dışarıda aramam için başlı başına bir neden değil mi?

 

 

Uyuyan hücreleri uyandırmak

Yurt dışındaki Türklerin, tersine beyin göçü ile geriye dönmelerini sağlamaktansa, adeta uyuyan hücreleri uyandırırcasına, bulundukları yerde aktif olmalarını sağlamak daha makul bir yaklaşım olurdu. Bu arada, yurt dışında yaşayan birçok Türk buna yanaşmak istemeyecektir. Herkes güvensiz ve bir tuhaf korku içinde. Yaşananlardan sonra daha içe döndük, referansla görüşüyoruz; tanıdıklarımız ya da tanıklarınızın tanıdığı…

 

Yabancı çekmek

Bir yabancı Dubai’de mi yaşamak ister yoksa İstanbul’da mı? sorumun yüzde yüz yanıtı İstanbul… Peki gerçekleşme ne şekilde; Dubai. Neden şeriatla yönetilen bir ülkeyi tercih ederler… Dubai’nin eko sistemi var. Direct International Finance Center (DIFC) politikasıyla ülkesinde yabancıların varlığını kabul etmiş. Kafasını yabancıya karşı açmış. Her türlü yaşama saygılı.

 

Neden gelmiyorlar?

İstanbul, neden New York ya da Londra değil. İstanbul aynı İstanbul yüz yıllardır, tarihte dünyanın ticaret merkezleriyle anılıyordu… Bugün değil. Şehir aynı şehir ama insanlar farklı. Biz kültür mozaiği olduğumuzu iddia ediyoruz, hayır değiliz. Homojeniz ve dışa kapalıyız. Türkiye’de hayatı zorlaştıran bir tarz var. Normal hayat herkes için tehlikeli. Hukuk bireyi korumuyor, herkese ayrı davranıyor. Mal varlığınız garanti altında değil, güvenliğiniz yok… Tahammül, hoş görü yok; olduğunuz gibi kabul görmüyorsunuz. Ve ayrıca Türkiye’nin en büyük derdi kadın. Türkiye’de kadın olmak, kadın olarak ayaklarının üzerinde durmak ve yaşamak çok zor.

 

Girişimci cenneti

Sanılanın aksine girişimci için Türkiye cennet. Bir girişimcinin başlangıç noktası için biçilmiş kaftan. Çünkü burada yeni fikir değil her fikir geçer. Londra’ya ya da Silikon Vadisi’ne gitse inovasyona ihtiyacı var, kuramaz. Burada esinlenmenin ötesinde kopya fikirlerle başarı kazanma şansı yüksek. Türkiye’de girişmek kolay. İnovasyon cenneti olmalıydı. Diğer yandan; Türklerin iş yapma şekillerini anlatan şu sözü hatırlamak isterim; “Start like a Turk, finish like a German”. Girişiyoruz, göz kamaştırıyoruz. Bitiremiyoruz.

 

Diaspora*yla sohbet etmek

Yurt dışında yaşayan her Türk bir büyükelçi. “Türkiye bu insanlardan ne isteyebilir?” sorunuzun cevabı çok basit: bilgi isteyebilir. Teknolojide neler oluyor, bilimde ne yapılıyor, eğitim sisteminde neler var…Türkiye, diasporasıyla sohbet edebilir. Yurt dışına çıkan devlet erkanı ne dil biliyor ne sizinle kültür alışverişine yanaşıyor. Her şeye yukarıdan bakan buyurgan bir bakış, yetmezmiş gibi çağdışı espriler yetersiz birikim. Temsil ettiği siyasi profilden bağımsız, gelen herkes aynı kalıp, renk ve tarz. Bilgi almak gayreti yok.

 

Diaspora’da, siyasi nedenler kadar ekonomik gerekçelerle yaşamayı tercih edenler çok. Bu yazının konusu, yetenekleriyle geleceğini ve ekmeğini ülkesinde bulmadığını düşündüğü ya da dışarıda daha iyi koşullar bulabileceğini düşündüğü için bizden uzak yaşayan vatandaşlarımız. Onları düşünmeli, onların bu ülkeyi düşünmeleri için gerekçe yaratmalıyız. Üzülerek söylemek zorundayım, Türkiye’de yaşayan nitelikli iş, siyaset, bilim insanlarından sayıca daha fazla Türk yurt dışında. Ne zaman farkına varacağız bu gerçeğin? Parası olanın daha iyi eğitim için çocuğunu master doktoraya yurt dışına gönderdiği günler tarih oldu, parası ve imkanı olan Türkler çocuğunu lisedeyken yurt dışına kaçırıyor, Gitmelerine engel olamıyoruz, neden onlarla diayalog kuramıyoruz, Türkiye’yi düşünmelerini sağlamıyoruz?

 

 

*Diaspora; herhangi bir ulusun veya inanç mensuplarının ana yurtları dışında azınlık olarak yaşadıkları yer. Sözcük işgal, sömürgecilik, zulüm, siyasi nedenler gibi zorlama sonucu olmayan, ekonomik nedenlerden dolayı anavatanını terk eden toplumları da kapsıyor.

 

 

 

Paylaş